1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. İlahiyat Koleji Projesi yalnızca din ağırlıklı eğitim meselesi değildir
İlahiyat Koleji Projesi yalnızca din ağırlıklı eğitim meselesi değildir

İlahiyat Koleji Projesi yalnızca din ağırlıklı eğitim meselesi değildir

İlahiyat Koleji Projesi yalnızca din ağırlıklı eğitim meselesi değildir

A+A-

Meltem Hamit

 

Geçtiğimiz günlerde gündeme damgasını vuran konulardan biri kuşkusuz İstiklal marşı ve dualar eşliğinde gerçekleştirilen İlahiyat Koleji açılış ve temel atma töreniydi. Gazetelerden edindiğimiz bilgiye göre temeli atılan alanda “Hala Sultan İlahiyat Koleji” adı altında bir okul, aynı okula bağlı kreş, ilkokul, ortaokul, kız ve erkek yurtları ve bir de 7500 kişi kapasiteli cami bulunuyor. 30 milyon TL değerindeki bu yatırımın aktörleri arasında ise siyasilere ek olarak Türkiye Diyanet Vakfı, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı, Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresi, Kıbrıs ilim Ahlak ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği var(1). Gelen talep doğrultusunda yapılması planlanan kompleksin “hayırsever vatandaşların” katkılarıyla “devlete külfet olmadan” yapıldığının da altı çizilmiş…(http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/115435/PageName/KIBRIS_HABERLERI)

Tören ritüeli ile vücut bulan ve yukarıda kısaca çerçevesini çizmeye çalıştığım siyasi, ekonomik, ideolojik, simgesel boyutlu bu proje, Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyi arasındaki vesayet ilişkilerine, AKP hükümetinin ülkedeki varlığını devasa bir bina ile yeniden hissettirme gayretine, anlamı muktedirce belirlenen “talep”e, murat edilen KKTC siyasetçisi ve vatandaşına dair birçok  kavrayışı içinde barındırmaktadır. Diğer bir deyişle, AKP hükümetinin bu “yatırımı”nın toplumun çeşitli katmanlarından gelen eleştirilere rağmen empoze edilmesini ve önceleri bu meseleyi eleştirmiş olan başbakanın da açılış töreninde hazır bulunup katkı koyanlara teşekkür etmesini, Türkiye-Kıbrıs ilişkileri altında değerlendirmek ve buradan da sözkonusu hiyerarşik ilişkiyi eleştirmek elbette mümkündür.  Bu yöndeki değerlendirmeyi değerli ve gerekli bulmakla birlikte, burada konuyu eğitim aygıtın iktidar ilişkilerindeki rolüne daha yakından bakarak tartışmaya açıp, sözkonusu kolejin Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan bireyler ve sınıf ilişkileri açısından ne ifade ettiğine cevap arayacak ve çok boyutlu bu mesele karşısında dışlayıcı bir söyleme düşmeden eleştirme/mücadele etme gerekliliğine değineceğim.

Eğitimin egemen ideolojinin yayılması ve sınıf ilişkilerinin yeniden üretilmesindeki rolünü değerlendirirken, öncelikle Althusser’in ideoloji tartışmalarını hatırlamanın fayda olacağını düşünüyorum. Althusser’in ideoloji tanımında konumuz açısından iki önemli nokta bulunmaktadır. Birincisi, Althusser ideolojinin somut özneler kurma/inşa etme gibi kilit bir işlevi olduğundan, diğer bir deyişle “bireylerin kıçlarına birer inzibat yapıştırmasına gerek kalmadan, kendi başlarına eyler kıldığı”ndan ve kişileri özne olarak çağırdığından (hey sen ordaki!) bahseder (L. Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İthaki Yayınları, 2003,s.83).  Diğer temel bir nokta ise ideolojinin maddiliği ile ilgilidir: ideoloji her zaman (örneğin okul gibi) bir aygıtta ve sözkonusu aygıtın pratiklerinde aracılığı ile kendini var kılmaktadır (Althusser, s.93). Öğrenimsel (okul), dinsel, siyasal, sendikal, haberleşme ve kültürel  aygıtları içeren  Devletin İdeolojik Aygıtları (bundan sonra DİA), kendilerine özgü farklı ideolojileri içermekle birlikte, son kertede herbiri kendilerine özgü yollarla kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretimine katkı sağlar. (Althusser,s.175)

Althusser, günümüz kapitalist toplumsal formasyonunda, egemen ideolojinin yayılmasında en etkili olan aygıtın eğitim aygıtı olduğunu, bu açıdan aygıtlar hiyerarşisinin başında geldiğini iddia eder. Bu noktada, öğrenimsel aygıtın “ana okuldan başlayarak…yıllar boyunca, çocugun ‘etkiye en açık’ oldugu çağda…egemen ideoloji ile kaplanmış ‘beceriler’i (Fransızca, aritmetik, doğa tarihi, fen bilgisi, edebiyat) ya da sadece katıksız egemen ideolojiyi (ahlak, felsefe, yurttaşlık eğitimi)” çocukların kafasına yerleştirdiğini (Althusser, s.180) ve okul dışında hiçbir DIA’nın “haftanın 5-6 günü 8’er saatten bu kadar yıl boyunca kapitalist toplumsal formasyonun cocuklarının tümünün zorunlu (en azından bedava) dinleyiciliğine” sahip olmadığının altını çizer (Althusser, s.181).

Anlaşılabileceği gibi Althusser’in tartışmasında geçen okul, zorunlu ve parasız eğitimin olduğu bir okul olup farklı sosyal sınıflardan gelen çocukları içermekte ve tercihe dayalı alternatiflere değinmemektedir. Öte yandan, eğitim aygıtının yukarıda bahsi geçen işlevinin özel okul.kolej. teknik okul vb. için de geçerli olduğu söylenebilir. Bu noktada tartışma konumuza geri dönersek, bir ideolojik aygıt olan ilahiyat kolejinin inşa projesinin aynı zamanda bir özne inşası projesi olduğunu iddia etmek mümkün olmakta, burada murad edilen öznelerin özellikleri ise açılış konuşmalarında kendini ele vermektedir: AKP’nin neoliberal ve muhafazakar politikası ve toplum tahayyülü ile örtüşen “İngilizce ve Arapçayı iyi öğrenmiş”, “dünyayla rekabet edebilecek”, “dini ve milli değerlerine sahip çıkan” muhafazakar ve rekabetçi gençler. (2) 

Ancak tam da bu noktada bizim tartışmamız açısından da altının çizilmesi son derece önemli olan ve gözden kaçırılmaması gereken diğer bir nokta, özel okul-devlet okulu ve alternatif eğitim olanağı sunan diğer okulların yukarıda sözü geçen ideolojik yayılım işlevi yanı sıra toplumsal katmanlardaki ayrışmaya da işaret ettiğidir. Bu açıdan bakıldığında, ailelerin çocukları için tercih ettikleri okullar, alt sınıflarla orta-üst sınıfların ayrışmaları hakkında da fikir vermektedir (özel okul harçları dikkate alındığında, bu ayrışmanın açık olduğu kanaatindeyim). Öte yandan, müktedirler tarafından burs vs  aracılığıyla ya da gelecek vaadi ile “teşvik edilen” okullar ise, halihazırda egemen olan sınıflar için konumlarını güvence altına alma araçları olarak görülebilmekteyse de, özellikle alt sınıflar için bir sıçrama tahtası olarak temsil edilmekte ve bu vesile ile de egemen iktidar/sınıf ilişkilerinin yeniden üretilmesine katkı sağlanabilmektedir. Diğer bir deyişle eğitim aygıtı, yalnızca yukarıda sözü edilen öznelerin inşasını hedeflemekten ibaret değildir, aynı zamanda farklı toplumsal sınıflar için gelecek vaatleri de içermektedir. İşte tam da bu yüzden, bahsi geçen İlahiyat kolejine oluşan ya da oluşturulan talebi yalnızca muhafazar ideoloji temelinde kavramsallaştırmanın yetersiz olacağı kanaatindeyim. Çünkü, muktedirin güvencesi altında olan bu okul, “burada okuyanın hayatı kurtulur” imajını güçlendirecek araçlarını (burs, iş ya da başka teşvikler) da elinde bulundurabilmektedir (nitekim Türkiye’deki cemaatle ilişkili okullar ve teşvikleri önümüzde örnekler olarak durmaktadır). Buradan bakıldığında ise, dinin anlam dünyasında önemli bir yere sahip kişiler ve/veya güvencesiz sınıflar için bu okulların cazip görünebileceği (başka bir deyişle, ekonomik olarak avantaj sahibi olmayan gruplar için dini eğitimin bir avantaj olanağı sağlayabileceği izlenimi oluşabileceği)  ve bu durumun sınıflar arası ayrışma ve kutuplaşmaya hizmet edeceği tahmin edilebilir. Çünkü böyle bir koşulda, çocuklarına ilahiyat eğitimi vermeyi tercih etmeyen orta-üst sınıf aileler, çocukları için başka alternatifler yaratma olanağı bulunuyorken, alt sınıflar için bu durum kaçırılmayacak bir fırsata dönüşmektedir. Bu noktada, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan toplum içerisinde alt sınıfların çoğunluğunu Türkiyeli göçmenlerin oluşturduğu hatırlandığında, meselenin aynı zamanda Kıbrıslı-Türkiyeli ayrışmasını da güçlendirmeye müsait olduğu söylenebilir.

Buradan ilahiyat kolejinin açılması hakkında yapılmış olan eleştirilere dönersek, meseleyi Türkiye’nin dini eğitim talebi bulunmayan Kıbrıslılara ilahiyat koleji ihraç etmesi şeklinde resmetmek ya da yalnızca saf bir muhafazakar ideoloji ekseninde algılamak, konunun yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım sınıfsal boyutunun gözden kaçması anlamına gelecek ve toplumun belirli kesimleri tarafından oluşmuş olan/oluşturulan talebin nedeni de muhafazakarlığa indirgenecektir. Yukarıda saydığım sebeplerden dolayı bu değerlendirme, laik ve bilimsel eğitim talep eden (Kıbrıslı) vs. dini eğitim talep eden (Kıbrıslı olmayanlar) gibi indirgemeci ve dışlayıcı bir söyleme de kapı aralayabilecektir. Oysa burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta, din ağırlıklı eğitim meselesinin dine indirgenemeyecek başka boyutlar da içermesidir. Unutulmamalıdır ki İlahiyat koleji/külliye projesinin tahayyül ettiği bir toplum biçimi olduğu gibi, bu projeye karşı muhalif olan söylem de bir toplum projeksiyonu içermektedir. Konuyu yalnızca din bağlamında almak ise, tam da muktedirin yaptığı gibi toplumu inanç temelinde benden olanlar ve ötekiler biçiminde bölmeye hizmet edebilecek, ilahiyat koleji projesinde toplumsal formasyondaki iktidar ilişkilerinin yeniden üretimine hizmet eden boyut ise gözden kaçabilecektir. İşte bu yüzden, ilahiyat koleji meselesi yalnızca din ağırlıklı eğitim meselesi değildir.

------------------------
(1) Sözkonusu aktörlerin katılımı, egemen  iktidar ilişkilerin yeniden üretimi ve hegemonya mücadelesi açısından  devlet,sermaye ve sivil toplum örgütü-cemaat ittifakının bir  örneği olarak okunabilir, ancak bu tartışma ayrı bir yazı başlığı oluşturabilecek kapsamda olduğundan ve eldeki yazının sınırlarını aşacağından, bu konuya burada değinilmeyecektir

(2) Buradaki tanımlamalar linki verilen haberden alınmıştır. http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/115435/PageName/KIBRIS_HABERLERI

Bu haber toplam 1618 defa okunmuştur
Gaile 234. Sayısı

Gaile 234. Sayısı