
İkiyüzlülük: Maskelerin gölgesinde yaşamak
Tuğba Özer yazdı: "İkiyüzlülük: Maskelerin gölgesinde yaşamak"
Günümüzün dijital dünyası, ilişkilerimize öyle bir ayna tuttu ki artık ekranlarda gördüğümüz çelişkileri gerçek hayatta da yaşıyoruz.
Çağın büyük açmazı, “Ben seni tanıyamamışım… Sen böyle değildin.” cümlesiyle biten ilişkiler, dostluklar, aile bağları. İnsan gerçekten değiştiği için mi böyle olur? Yoksa baştan beri gizlediği kimliği nihayet yüzeye çıktığı için mi?
Nietzsche’nin söylediği gibi: “İnsan kendini gizlemekte ustalaştıkça kendine yabancılaşır.” Belki de mesele tam budur: Kendini saklayan kişi, sonunda kendine bile uzak düşer.
İlişkilerin ilk gününde bambaşka görünen birinin, zamanla tanıyamadığımız birine dönüşmesi…
Yıllardır tanıdığımızı sandığımız bir dostun, bir gün bambaşka bir yüzle karşımıza çıkması…
Ailede bile, en yakınımızın içindeki karanlık odayı yıllar sonra fark etmemiz…
Bütün bunlar “iki yüzlülük” dediğimiz geniş, yorucu ve gri alanın parçalarıdır.
Peki neden maskeler takarız?
Kabul görmeyeceğimizi düşündüğümüz için mi?
Toplumun istediği versiyona dönüşme çabası mı?
Yoksa kendimizden de kaçtığımız için mi?
Kierkegaard der ki:
“En büyük aldatma, insanın kendini kandırmasıdır.”
Belki de iki yüzlülük dediğimiz şey, başkasına değil önce kendimize yapılan bir yalandır.
Bu iki yüzlülük yalnızca duygusal ilişkilerde değil; iş hayatında, okulda, ailede ve sosyal ortamlarda da karşımıza çıkar. Bir yerde uyum sağlamak için başka biri gibi davranan, başka bir ortamda farklı bir yüz takan insanlar…
“Denge kuruyorum” derken daha büyük bir iç çelişkinin ortasında savrulur.
Ve olay burada bitmez.
Çıkar ilişkileriyle beslenen, bu ikiyüzlü tavrı bir yaşam biçimine, bir haz mekanizmasına dönüştüren insanlar da vardır.
Onlar için iki yüzlülük; bir savunma değil, bir strateji, bir kişilik halidir.
En ilginci ise:
Bu insanlar en çok ‘karakter’den söz eder.
Duruştan, ilkeden, insanlıktan bahsedenler çoğu zaman insanlığı en az taşıyanlardır.
Kendi yüzünü saklayıp, başkasının maskesini eleştirmeye cüret edenlerdir bunlar.
İnsanın ne olmadığını anlatırken bile, içten içe o olmadıkları şeye dönüşürler.
Ve biz, bu tuhaf çelişkiler dünyasında hem kendi yaralarımızla uğraşırız, hem de başkalarının gölgesinde kalmamaya çalışırız.
İşte tam burada, yavaşça anlarız ki:
Hayatın bir gerçeği var:
Gerçek tektir. Gerçek kimlik tektir.
Saklanabilir, ertelenebilir, makyajlanabilir; ama sonsuza kadar korunamaz.
Beş yıl, on yıl, kırk yıl…
Er ya da geç o maske düşer.
Ve düştüğünde geriye çoğu zaman hüzün, kırgınlık ve boşa giden yılların yükü kalır.
O yüzden en doğrusu, neyse o olmak.
Kabul görmek için kendimizi küçültmemek, dönüştürmemek, değiştirmemek.
Çünkü başkasının kalbine sığmak için kendimizi eğersek, sonunda kendi öz varlığımıza yer bırakmayız.
Gerçeklik güçlü bir ışıktır:
Hiçbir maske o ışığa uzun süre dayanamaz…
Satırların yarenliğinde yeniden görüşmek dilediğimle.
Sağlıkla ve hoşça kalın.















