1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. BİR VİRTÜÖZ... CEM KÖKSAL
BİR VİRTÜÖZ... CEM KÖKSAL

BİR VİRTÜÖZ... CEM KÖKSAL

Cem Köksal ile geçtiğimiz hafta Girne Old Tunnel Bar’daki konseri öncesinde sıcak bir sohbet gerçekleştirdik

A+A-

 

 

Burçin Aybars

İlk albümüyle müzik dünyasına adını kısa sürede duyurmuş, canlı performansları, birlikte çalıştığı isimler ve projeleriyle Türkiye’nin en iyileri arasında bulunan gitar virtüözü Cem Köksal ile geçtiğimiz hafta Girne Old Tunnel Bar’daki konseri öncesinde sıcak bir sohbet gerçekleştirdik. Türkiye’nin saygın dergilerinden Deli Kasap’tan bir muhabir arkadaşımla gerçekleştirdiğim röportajda samimiyeti ve sorularımıza verdiği net cevaplarla bizi etkileyen Köksal’ın kısa bir biyografisiyle röportajımıza başlayalım...

 

Cem Köksal kimdir?

Cem Köksal 1976’da İstanbul’da doğdu. Müziğe ilkokul çağında mandolin çalarak başladı. Çocukluğu anne ve babasının da etkisiyle 60’ların müziklerini dinleyerek geçen Köksal, 1987 yılında gitar çalmaya başladı. 1991-1992 yıllarında aldığı teorik müzik dersleri müzikal gelişiminde önemli rol oynadı. Bu sıralarda arkadaşlarıyla İstanbul’da bir bodrum katında müzik çalışmalarına devam etmekte, aynı zamanda okumakta olduğu Alman Lisesi’nde müzikal faaliyetlere katılmaktadır. Büyük ölçüde Johann Sebastian Bach’ın “Air” inin etkisi ile müzikal görüşü ve üretkenliği farklı bir yönde gelerek hayatına klasik müziği kabul etmektedir. Yngwie J. Malmsteen’in “Odyssey” albümünü  dinleyen Köksal bu sanatçıdan etkilenmiştir. Gitarın anatomisine merak salan Cem Köksal aylarca süren bir çalışmanın sonunda tümüyle kendi dizaynı olan bir gitar yaratır. Müzikal olgunluğa eriştiğini hissettiğinde ilk albümünü üretmek için çalışmaya başlar. Beste ve düzenlemeleri yapmak, sözleri yazmak dışında albümü kendi kaydetmek istemekteydi. 2004 yılında  “...Just Set me Free!” adıyla müzik severlerin beğenisine sunuluyor. Sanatçı, 2006’da Deep Purple, Rainbow gibi gruplarda solistilik yapmış dünyaca ünlü sanatçı Joe Lynn Turner ile Türkiye turnesindeki performansıyla büyük ilgi toplamayı başarmıştır. Köksal, "Siyah Beyaz Masallar" ve “Vigilante” albümleriyle başarısını perçinlemiştir.

ALBÜMÜ PAYLAŞMAK

2005 yılında ilk albümünüz olan “...Just Set Me Free”yi çıkardınız. Bu albüm Türkiye’de yapısal olarak bir ilk niteliğindeydi ve oldukça olumlu tepkiler aldınız. Albümü çıkarmadan önce beklentileriniz ve amacınız neydi?

 Albümüm ile ilgili beklentim neydi ya da tam anlamıyla bir beklentim var mıydı bilemiyorum ama benim için önemli olan yaptığım sanatı ve istediğim şeyi tam olarak yansıtmak ve bununla birlikte mümkün olduğu kadar geniş kitlelere ulaşmaktı. Amacım sadece bir albüm çıkarmak değildi. Sonuç olarak hiçbir müzisyen bestelediği şarkıyı ya da albümü yatak odasında kendi başına dinlemek için yapmıyor, zaten ben de bu konuda hiç mütevazi olmadım “aman bir albümüm olsun ama çok satmasın” diye bir düşüncem de olmadı, ben bu tip şeylere çok inanmıyorum. Buradaki amaç yapılan çalışmanın başkalarıyla paylaşılmasıdır. Bunun tersi olan söylemlere de katılmıyorum. Bu albümü hazırlarken çok heyecanlıydım, çok içten çalışarak hırsla ve büyük uğraşlar sonucunda çıkan bir albümdü bu yüzden yaptığım çalışmalarımla ve albümümle gurur duyuyorum.

 

Peki albümü çıkarırken maddi olarak bir hedefiniz var mıydı?

Maddi konulardan öte müzisyenlik ve sanat ön planda olmalı ama mesleğimiz de oldukça pahalı bir meslek bu yüzden para olmadan da hiçbir şey yapamayız. Fakat yaptığımız müzik Türkiye’de para kazandıracak bir müzik mi onu tam olarak bilemiyorum.

 

Yaptığınız müziğin türü ve bestelerinizden dolayı sizi İsveçli dünyaca ünlü gitarist Malmsteen’e benzetmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Onun taklidi şeklinde yapılan söylemler bana çok komik geliyor ve ben onlara gülerek geçiyorum. Fakat dünya üzerinde hiç bir sanatçı başka birinden etkilenmeden müzik yaptım diyemez. Hatta müzisyen yaptığı ilk ürünlerinde mutlaka önceden içinde beslediği müziği dışarı çıkarması lazım. Zaten dünya üzerinde hiçbir müzisyen ilk ürünlerinde “ben yeni bir müzik keşfettim” diyemez. O zaman Malmsteen de Ritchie  Blackmore çakması, Blackmore, Randy Roads çakması, Randy Roads yakın dönem barok bestecilerden Carl Philipp Emanuel Bach çakması, o onun babasının çakması, o  da Vivaldi’nın çakması diyerek böyle gider yani. Bu yüzden bir müzisyen için başkasını taklit ediyor demek çok komik bir söylem olur. Bir insanı bir odaya oturtun, yapacağı sanat konusunda ona hiçbir örnek vermeyin ve sanat yapmasını söyleyin. Ondan sonra bu insandan şimdiye kadar hiç yapılmamış tarzda bir sanat eseri çıkarmasını bekleyin. Bu kesinlikle mümkün değildir. Hepimız taklit etmeden birşeyleri alıp deforme ediyoruz ve kendi sanatımızı çıkarıyoruz.

TURNER İLE İŞBİRLİĞİ

İlk albümünüzün hemen ardından 2006 yılında Rainbow, Deep Purple ve Malmteen’s Rising Force gibi gruplarla çalışmış ve bütün dünyaya kendini kanıtlamış bir isim olan Joe Lynn Turner ile Türkiye’nin 11 ilinde konserler verdiniz. Nasıl oldu da Turner kariyerinin henüz başında olan bir sanatçıyla böylesine büyük bir projede bulundu?

Joe Lynn Turner, Malmsteen’in en çok satılan albümünündeki ve aynı zamanda en büyük konserleri verdiği vokalist. Heralde o adam da kiminle çalışacağını iyi biliyor. Turner’ın Türkiye’ye gelip benimle birlikte çalışmasını için bir sürü sebep var. Öncelikle ben Turner’a nasıl teklif götüreceğim konusunda birçok makale okudum ardından internet üzerinden ona ulaşabileceğim bir kanal bulup teklifimi ilettim. Ona kendi albümümün yanı sıra 2005’te gerçekleşen Coca-cola turnemizin videolarını  gönderdim ve ardından teklifi sundum. Bunu yaparken de asla “hadi Joe’cum gel bizimle çalış” demedim. Onunla net bir şekilde konuşup çıkacağım turnenin detaylarından bahsettim. Turner da yaptığım çalışmalardan etkilendi ve Türkiye’de de bu tip heyecanlı organizasyonların olduğunu görünce benimle çalışmayı kabul etti. Aynı zamanda Türkiye’de bir Türk müzisyenle çalışmak onun için de bir ilkti. Teklifimi kabul etti ve birlikte Türkiye’nin 11 ilindeki üniversiteleri kapsayan konserler verdik. Turne sonunda Turner; “Ben bu kadar heyecanlı geçeceğini bilemiyordum, ön yargılarım vardı” diyerek projeye olumlu tepkisini de bana iletti.

 

İsmini “Shark” koyduğunuz tasarımını tamamen sizin yaptığınız bir gitarınız var. Bu çalışma nasıl gelişti? Sıradan bir gitarın işinizi görmeme gibi bir durum mu var?

Kullandığım gitarların beni tatmin etmesi ya da etmemesi gibi bir durum ortaya asla çıkmadı. Gitar anatomisi konusuyla oldukça ilgiliydim. Biraz kendi yaratıcılığım, biraz eğlence, biraz araştırma ve kendimi geliştirmeyi hedefleyerek yaptığım bir çalışma sonucunda Shark’ı yarattım. Bu gitar aynı zamanda bir marka olarak da piyasaya çıkacak.

Türkiye’de Gitarizma isimli bir projeniz var, bu projeye Kıbrıslı gitarist Okan Ersan’ı da dahil edip Mağusa’da bir konser veriyorsunuz...

Evet... Gitarizma olarak Okan Ersan ve Kurtalan Ekspres’ten tanıdığımız Gür Akad ile birlikte Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde 20 Nisan’da çalıyoruz. Gitarizma çok güzel bir proje oldu. Ekibimizde Çagatay Ateş, Alpay Şalt, klavyede Mert Topel var. Tarz olarak Türkiye’de ilk kez yapılmış bir proje. Gitaristler bilhassa Türkiye’de egoları çok yüksek adamlardır, belki hayat şartları bu şekildedir. Ama biz bunu yırtıp en iyi gitaristleri bir araya getirip projemizi uygulamaya çalışıyoruz. Özellikle Türkiye’de bu tip işlere ihtiyacımız var diye düşünüyoruz. Burada bir misyonumuz var, bayağı bir konser verdik inşallah daha da konser vereceğiz. Okan Ersan ile bateristimiz Alpay Şalt görüştü, o da sıcak baktı ve sağolsun bir araya geldik. Okan Ersan’ın tarzı daha  farklı jazz fushion yapıyor ama ortak bir noktada buluşup konserimizi gerçekleştireceğiz.

“ENTEGRE OLAMIYORUZ”

İzolasyonlardan dolayı Kıbrıs’ın kuzeyindeki sanatçılar için dünyaya açılamama gibi bir problem var. Türkiye’deki sanatçılar için bu tip sorunlar yaşanmıyordur elbet. Sizin de geçmişte katılmak isteyip de problem gördüğünüz bir etkinlik oldu mu?

Zaten batılı ülkeler tarafından Türkiye’ye de çok hoş bakılmadığı kesin. Kıbrıs’a gelene kadar Türkiye’de de bir sürü problem ile karşılaşıyoruz. Biz bazı batılı ülkelere entegre olamıyoruz. Bizim kendi içimizde yaptığımız etnik projeler daha fazla kabul görüyor. Onların yaptığı işlere adım attığımız zaman “bunlar nereden çıktı” diyorlar. Çünkü hiç kimse komşusunun kuvvetli olmasını istemiyor.

Türkiye’de son yıllarda yaptığınız tarzdaki müziğe geçmişe göre daha fazla ilgi var, bu konuda ne söyleyebilirsiniz?

Aslında bu ilgi tam olarak benim yaptığım müziğe değil de daha çok yeni trendlere kaymaktadır. Bu yeni trendlerde yapılan müzik ise benim müzik olarak kabul etmediğim tek bir ritim üzerinden  vokalin sadece bağırarak yapıldığı müzik türüdür. Bu müziği eğlence amaçlı yapılan şovlar olarak değerlendiriyorum. Nasıl bizim tarzımızı dinleyen insanlara Ankara havası ters bir müzik anlayışı olarak geliyorsa benim de yeni nesil metal müziğe bakış açım aynı. Biz old school olarak tabir edilen rock müziğin kökü olan tarzda müzik yapıyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 3851 defa okunmuştur