1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı: “Yargı, açık hedef haline getirildi”
Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı:    “Yargı, açık hedef haline getirildi”

Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı: “Yargı, açık hedef haline getirildi”

“Referandumu ve ilaveten seçim sürecinde yaşananları yargıya mal ederek, yargının üzerine bu kadar sistemsel şekilde gidilmesini masumane karşılamam. Niyetin de en basit ifadeyle ‘yargıyı yıpratmak’ olduğunu düşünürüm.”

A+A-

Fayka ARSEVEN KİŞİ

K.T Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı, Anayasa değişikliği referandumu ve seçim sürecinde yaşanan bazı olayların bahane gösterilerek, belli kesimler tarafından yargının sistematik şekilde yıpratılmaya çalışıldığını vurguladı.

Esendağlı, “Yargının bu denli açık hedef haline getirildiği, bu kadar hoyratça saldırıldığı bir başka dönem hatırlamam” diyerek, “hayır kampanyasının, seçim sürecindeki YSK kararlarının uygulanıp uygulanmaması üzerinden, zaten bir işe yaramıyor bir de fazladan yargıç isterler” gibi bir başka propaganda ile birleştirilmesi, bu kadar açık hedef haline getirilerek  saldırıya ve hakarete maruz bırakılması bana çok masumca gelmiyor” ifadesinde bulundu.

Bu hafta K. T Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı ile yargıç sayısının artmasına yönelik, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde referanduma sunulan Anayasa değişiklik maddesinin reddedilmesini, nedenlerini ve bundan sonra yargıyı hangi sorunların beklediğini konuştuk.

 “Ülkede Anayasa’nın değiştirilmesinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha görmüş olduk.”

 

  • YENİDÜZEN: Cumhurbaşkanlığı seçimini ve Anayasa’daki yargıç sayısının artması yönündeki bir maddenin değişikliğine ilişkin referandumu geride bıraktık. Yaşanılan süreci nasıl değerlendirdiniz?
  • Hasan ESENDAĞLI: Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili yaşanan propaganda süreci ve özellikle bu denli ayrışma ve derin kamplaşmaların ortaya çıkması ile ilgili üzüntü ve endişe belirtmekle yetinirim. Bizim açımızdan en az cumhurbaşkanlığı seçimi kadar önemle üzerinde durulması gereken husus Anayasa değişiklik referandumu idi.  İhtiyaç kaynaklı ve teknik olarak izah edilebilen bir değişiklik talebi idi bu. Çok az bir oy farkı ile de olsa bu kabul görmedi.
    Kabul görmemesinin birkaç nedeni olduğunu düşünürüm. Birincisi; bu değişikliği Meclis’ten geçiren ve halk oyuna sunulmasını sağlayan partilerin, siyasetçilerin  ve Cumhurbaşkanı adaylarının konuya yaklaşımıdır. Ortada hiç böyle bir referandum yokmuş gibi davranan da oldu; “evet” dediği halde  içten içe ‘hayır’ örgütleyenler de. Siyasi partilerin ve adayların tavrındaki bu belirsizlik referandumla ilgili “bilgi eksikliği” yarattı.
    İkinci sebep ise; ‘Hayır’ noktasında bir görüşün ortaya çıkması ve değişiklik ihtiyacının tartışılır hale gelmesi de ,  bir miktar insanın bundan geri durmasına sebep oldu.
    Neticede ülkede Anayasa’nın değiştirilmesinin ne kadar zor olduğunu bir kez daha görmüş olduk. İçerisinde bence herhangi bir siyasi tartışma konusu barındırmayan, yüksek mahkemedeki yargıç ihtiyacını gidermeye yönelik basit izah edilebilir bir değişiklik, “hayır”a takıldıysa; daha kapsamlı veya siyasi görüşlere göre farklılık arz edecek anayasa değişikliklerinin kabul görmesi pek mümkün değil gibi gelir bana. Anlayacağınız Anayasamız,  “değiştirilmesi zor anayasa”’dan “değiştirilmesi tabu anayasa”ya terfi etti.

 

 “Sadece yargı ile ilgili değil; değişimin söz konusu olduğu her alanda ‘önceliklendirme’ üzerinden ciddi bir direniş ortaya çıkıyor. Bu aslında değişim istememenin, mevcut durumu savunmanın bir başka ifade şeklidir. Statükodan en fazla şikayet eden, sorunlardan şikayet eden insanların aslında mevcut yapının değişmemesini en çok savunanlar olduğunu görmekteyiz maalesef.”

 

  • YENİDÜZEN: Yargıç sayısının artmasından çok Anayasa’nın tümünün veya Geçici 10’ncu maddenin değişmesinin gerekliliği yönünde de propaganda yapıldı. Bu da etkili oldu mu?
  • Hasan ESENDAĞLI: Bir kesimin üzerinde olmuştur herhalde. Çok enteresan bir yaklaşım bu. Bizim ülkemizde bir şeylerin yapılamamasının, iyiye gidişin veya değişimin olmamasının en büyük sebeplerinden biri olarak önceliklendirme üzerinden yaşanan tartışmaları görüyorum ben.  Yani ülkede yapılması gereken pek çok şey var, pek çok sorun var. Yargıda pek çok sorun var. Bunda herkes fazlasıyla hemfikir. Ama bunların tümünün aynı anda giderilme imkan yok. Öyle bir kapasite, öyle bir yönetim becerisi, öyle bir ekonomik durum da yok. Buna karşın yavaş yavaş dönüşebilecek, iyileştirilebilecek, kısım kısım toparlanabilecek noktalar söz konusu.
    Ama sadece yargı ile ilgili değil, genel olarak ülkede ne zaman bir şey yapılmaya çalışılsa veya reform sayılacak bazı adımlar atılmaya çalışılsa bir takım yerlerden hep şöyle bir tepki gelir; ‘bu kadar sorun varken, öncelik bu mu, neden bu?’
    Soru ‘neden bu olmasın?’ Belki senin öncelik sıralaman başkadır, bu değişimi sağlayacak olan insanların öncelik sıralaması başkadır. Bırak orası değişsin daha sonra senin söylediklerin de değişir.
    Bu aslında değişim istememenin, mevcut durumu savunmanın bir başka ifade şeklidir. Aslına bakarsan biz değişimi istemiyoruz. Statükodan en fazla şikayet eden, sorunlardan şikayet eden insanların aslında mevcut yapının değişmemesini en çok savunanlar olduğunu görmekteyiz maalesef.
    Oysa bir ihtiyaç saplandı. Bu ihtiyaç gerekçelendirildi, rakamsal olarak, istatistiksel olarak bu ihtiyacı hisseden Yüksek Mahkeme,  Başkanı vasıtasıyla, ‘benim buna ihtiyacım var’ dedi. Ama Yüksek Mahkeme Başkanı’na pek çok argüman ile ‘Hayır, senin böyle bir şeye ihtiyacın yoktur’ denildi. Çok ilginç değil mi? Yani bu örneğin  bana  ‘ senin ofisinde 2 avukata daha ihtiyacın yok. 2 saat önce işe başla 1 saat daha geç bitir. Mağusa ve Girne’den dava alma, bazı davalara da girme’ demeye benzemiyor mu?
    Üstelik ülkede en fazla güvenildiği, gerçekten fonksiyonunu yerine getirdiği dile getirilen bir kurum olan yargıya ve Yüksek Mahkeme’ye biz ‘sen kendi ihtiyacını doğru saptamadın’ şeklinde bir anti propaganda yaptık.
    Aslında burada Yüksek Mahkeme’nin kendi ihtiyacını doğru saptamadığını söyleyenlerin ortaya koyduğu alternatif iki önerme var:  Ya Yüksek Mahkeme ihtiyacını doğru saptamaktan acizdir ya da daha kötüsü, ihtiyacın bu olmadığının farkındaysa demek ki kafasının arkasında başka şeyler vardır ve bunu talep eder.
    İhtiyaç noktasında yapılan Alt Mahkemeler – Yüksek Mahkeme karşılaştırması da bana aynı sebeplerle çok doğru gelmiyor. Alt Mahkemeler ile ilgili sorunlar, zaten kimsenin inkar ettiği şeyler değil. Bunlar ilk kez de dile getirilmiyor. Son 20 yılın adli yıl açılış konuşmalarına bakın, bunu görürsünüz. Ama bu Yüksek Mahkeme’deki yargıç sayısının artırılması ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Bu da bir gerçek.
    Birincisi, yürütmenin ve idari organların işlem ve ihmalleri ile ilgili ülkedeki tüm idari davalara bakan  Yüksek İdare Mahkemesi var. O alt Mahkeme seviyesinde değil. Doğrudan Yüksek Mahkeme seviyesindedir ve çok büyük dava yoğunluğu var. İkincisi ise, alt mahkemelerden üst mahkemeye istinafa giden davaları da azaltmak çok mümkün değildir. Çünkü alt mahkemeler yoğun olarak çalışıyor ve sürekli karar üretiyor. İstinafa gidilmesini zorlaştırmak veya engellemek, adil yargılanma hakkı ile uyumlu değildir. Çünkü adil yargılamanın temeli iki dereceli yargılama sistemidir. Alt mahkemede görülecek, üst mahkeme tarafından denetlenecek. Alt mahkeme üretir ama istinafa bakan tek bir heyet vardır ve gelen istinafların kısa vadede görülmesi mümkün değildir.

“Yargıya saldırı çok masumca gelmiyor”

“Eğer ortada bir halkoylaması varsa, ‘evet olduğu’ kadar ‘hayır’ demek de demokratik bir haktır. Buna karşın, yargının bu kadar açık hedef haline getirilerek saldırıya ve hakarete maruz bırakılması bana çok masumca gelmiyor. Yargının yıpratılması, etkinliğinin, gücünün azaltılmasının, ona duyulan saygı ve güvenin azaltılmasının kimlerin işine geldiği konusu da büyük bir soru işareti.”

 

  • YENİDÜZEN: Yargıya olan güven konusunda bir sarsıntı oluştu mu?   
  • Hasan ESENDAĞLI: Yargıya güven konusu ile ilgili, bu dönemde yaşananları dikkatlice analiz etmek gerekiyor. Bence bu noktada kasıtlı olarak çalışanlar var. Öncelikle şunu söylemek gerek. Eğer ortada bir halkoylaması varsa, ‘evet olduğu’ kadar ‘hayır’ demek de demokratik bir haktır. Ancak konuyla ilgili propaganda noktasında manipülasyonlara ve gerçek dışı bilgilendirmeye kayanlar çok fazladır. Bu kadar kasıtlı bir şekilde üstüne de YSK’nın bir takım kararlarının uygulanıp, uygulanmaması üzerinden, ‘zaten bir işe yaramıyor bir de yargıç isterler’ gibi bir başka propaganda ile birleştirilmesi, bu kadar açık hedef haline getirilmesi, bu kadar büyük saldırıya maruz bırakılması bana çok masumca gelmiyor. Yargının yıpratılması, etkinliğinin, gücünün azaltılmasının, ona duyulan saygı ve güvenin azaltılmasının kimlerin işine geldiği konusu da büyük bir soru işareti. Burayı destekleyenler, besleyenler ya da orada bir gedik açmaya çalışanların hangi amaca hizmet ettiğini de iyice düşünmesi lazım. Yargının etkinlik ve itibarını yitirdiği ülkelerde yaşanılan adli felaketler, bu düşüncelere rehberlik edebilir.

 “Yargının bu denli açık hedef haline getirildiği, bu kadar hoyratça saldırıldığı bir başka dönem hatırlamam.”

  • YENİDÜZEN: Bundan sonrası için tehlike görüyor musunuz?
  • Hasan ESENDAĞLI: Çok büyük tehlike görüyorum. Çünkü yargının bu denli açık hedef haline getirildiği, bu kadar hoyratça saldırıldığı bir başka dönem hatırlamam. Yargı eleştirilemez değildir. Yargının mevcut yapısını, statik ve muhafazakar durumunu en çok eleştiren kurumlardan biri Barolar Birliği’dir. Barolar Birliği Başkanı olarak tarafımdan yapılan Adli yıl açılış konuşmaları, mülakatlar, Yüksek Adliye Kurulu üyesi olarak yaptığım konuşmalar kayıtlıdır. Biz yargının mevcut durumunu eleştiriyoruz zaten. Ama niçin eleştiriyoruz? Yıkmak, itibarsızlaştırmak için değil. İyi niyetle, hataların, eksikliklerin görülebilmesi ve daha iyi, daha çağdaş, daha adil bir hizmet veren bir konuma gelebilmesine yardımcı olmak için eleştiriyoruz.  Dolayısıyla referandumu ve ilaveten seçim sürecinde yaşananları yargıya mal ederek, yargının üzerine bu kadar sistemsel şekilde gidilmesini masumane karşılamam.. Niyetin de en basit ifadeyle ‘yargıyı yıpratmak’ olduğunu düşünürüm.  Bir miktar da başarılı olduklarını üzülerek gördüm.

“Siyasete malzeme edilmesine aklım ermiyor”

 “Bunun bu kadar siyasete malzeme edilmesine de aklım ermiyor, çünkü bu gerçekten Yüksek Mahkeme’nin teknik bir ihtiyacıydı.  Cumhurbaşkanlığı seçim hesaplarına bu nasıl dahil oldu, nasıl girdi, neden böyle bir şeyle karşılaştığımızı ben analiz edemiyorum.”

 

  • YENİDÜZEN: Ne sağ ne sol partiler tam da sahip çıkmadı sanki bu değişikliğe… Sizin gözleminiz ne oldu?
  • Hasan ESENDAĞLI: Ben siyasetçi değilim. Dolayısıyla siyaseti bildiğimi, o yollarda neler konuşulduğunu, ne hesaplar yapıldığını bilemem. Bir şeyler oldu. Ben basit mantıkla bakıyorum; Meclis’teki büyük çoğunluk, anayasa değişikliğini komiteden geçirip, yasa haline getirdi. O dönemki Cumhurbaşkanı da bunu imzalayarak, yürürlüğe koydu. Daha sonra seçim döneminde de kendilerine sorulduğunda ‘hayır’ diyen TDP’nin haricindeki tüm siyasi partiler ve mevcut Cumhurbaşkanı dahil Cumhurbaşkanı adayları bunu desteklediğini söyledi. Ama işin gerisine baktığımızda bu konuda herhangi bir bilgilendirme yapmadıklarını, sessizliği seçtiklerini ve daha kötüsü bazılarının kendilerine çok yakın ekipler tarafından ciddi şekilde ‘hayır’ı körükleyen propaganda yaptıklarını gördük. Bu durumlar, siyasi parti tabanlarına farklı şekillerde yansıdı ve referandum siyasetin dehlizlerinde anlamını yitirdi. Bunun bu kadar siyasete malzeme edilmesine de aklım ermiyor, çünkü bu Yüksek Mahkeme’nin gerçekten teknik bir ihtiyacıydı.  Cumhurbaşkanlığı seçim hesaplarına bu nasıl dahil oldu, nasıl girdi, neden böyle bir şeyle karşılaştığımızı ben analiz edemiyorum. Siyasetçiler ya yarı yolda bıraktı, ya da tam ters pozisyon aldılar.
     
  • YENİDÜZEN: Yakın bir zamanda tekrardan gündeme gelmesi mümkün mü?
  • Hasan ESENDAĞLI: Teknik olarak mümkün. Ama neticede sahip çıkmamalarına rağmen geçirdikleri Anayasa değişikliğinin halk tarafından onay görmemesi siyasetçiler açısından da bir yenilgidir ki bu ikinci kez oluyor. Ama Yüksek Mahkeme ve yargı camiası açısından konuya baktığımda, Yüksek Mahkeme’nin, yargının çok yakın zamanda, bir daha bu kadar büyük saldırıyı göze alarak bir Anayasa değişikliği talebi dile getireceğini düşünmüyorum. Uzun bir süre de gündeme gelmeyecek diye düşünüyorum.
     
  • YENİDÜZEN: Yüksek Mahkeme’nin ihtiyacı olan değişiklik onaylanmadı ama gerçek şu ki yük de artıyor. Nasıl bu yük sırtlanacak?
  • Hasan ESENDAĞLI: Sırtlanamayacak. Gün geçtik sonra Yüksek Mahkeme’deki dava görme ile ilgili sıkışıklık artacak. Davalar daha da fazla gecikecek. Bunun başka türlüsünü düşünmek veya mümkün değil. Bu sayısal bir gerçeklik.
     
  • YENİDÜZEN: Zaten dava sayıları fazla ama pandemi dolayısıyla da ekonomi çöktü. Önümüzdeki dönemde bunun mahkemeye yansımalarını nasıl görüyorsunuz?
  • Hasan ESENDAĞLI: Pandeminin en önemli sonuçlarından biri de ekonomik krizdir. Ekonomik krizler her zaman olumsuz dava yükünü artırır. Alacak-verecek banka davalarına da yansır, ekonomik sorunlar suçu tetiklediği için ceza davalarına da yansır, tüm bunlar muhakkak evin içine de yansıdığı için Aile Mahkemesi’ne de yansır. Tüm mahkemeler açısından bu sürecin daha fazla davaya gebe olacağı aşikârdır.
     
  • YENİDÜZEN: Maraş konusu gündemde… Barolar Birliği olarak sizin olaya hukuksal olarak bakışınız, değerlendirmeniz ne oldu?
  • Hasan ESENDAĞLI: Maraş konusu siyaseten lehte veya aleyhte istenildiği gibi değerlendirilebilir. Ama uluslararası hukuk noktasında konuya yaklaştığımda Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın BM’ye Maraş’ta herhangi bir hukuki statü değişikliği yapılmadığı ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı bir karar alınmadığına ilişkin izahatı olduğunu biliyoruz. Yapılan şey plaja gidişle ilgili bir yolun açılmasından ibarettir. Dolayısıyla BM nezdindeki bildirimlerde, statü değişikliğine gidilmediği noktada ‘Maraş’ta bir değişiklik’ ya da ‘Maraş açılıyor’ gibi iddiaların hukuken çok da fazla anlamı yok. Bu iddilar, siyasi pozisyonlar bakımından konuya yaklaşımdan ibarettir. Hem Türkiye hem Kuzey Kıbrıs bakımından Maraş üzerinden siyasetler yapılıyor. Hukuken, Türkiye veya Kıbrıslı Türk yetkililer “Maraş’ta statü değişikliğine gidiyoruz’”  derse, o zaman bu değerlendirilebilir. Ama şuan ben böyle bir şey olduğunu düşünmüyorum. Olay siyasi görsellikten ibaret gibi duruyor.      
Bu haber toplam 3046 defa okunmuştur