
BAF HAKKINDA BEYNİMDE KALAN BİLGİ KIRINTILARI-19-
Ulus Irkad: Dr. İhsan Ali Baf’taki Anılarını Anlatmaya Devam Ediyor...
Ulus Irkad
ulus.irkad@yahoo.com
Dr. İhsan Ali Baf’taki Anılarını Anlatmaya Devam Ediyor...
“Bir gece geç saatlerde İngiliz Gizli Servisi’nde (Intelligence Service) çalışan bir Kıbrıslı Türk evime geldi. Aile doktoru olduğum için kendisinin veya ailesinden birisinin hasta olduğunu bu nedenle o kadar geç saatte geldiğini düşündüm. Gülümseyerek ona bu saatte geldiğine göre ya hastasın veya ciddi bir mesele var dedim. Konuşmakta tereddütlü gibiydi. Kısa bir suskunluktan sonra, şunları söyledi: “Doktorum, sizden bir ricada bulunmaya geldim ve bu saatte rahatsız ettiğim için özür dilerim. İki toplum arasında çatışmayı önlemeyi amaçlayan müdahalelerinizin askeri ve polis makamlarınca izlenmekte olduğunu söylemeyi ve başınıza kötü bir olay gelirse ne kadar üzüleceğimi söylememe gerek yok. Bu nedenle ne olursa olsun, sizden rica ediyorum müdahale etmeyin. Sizi bu saatte rahatsız etme nedenim buydu”.
Türk vatandaşıma teşekkür ettim çünkü samimiyetinden emindim. Gizli Servis’in sadece beni değil, planlarına engel gördüğü herkesi yok etmekte tereddüt etmeyeceğini biliyordum. Ziyaretçimin tavsiyesine uymayı doğru buldum. Bu kararımdan sonra İngilizler, Baf’ta planlarını uygulamayı başardılar. Adanın diğer bölgelerinde de olduğu gibi iki toplum arasında nahoş durumlar yarattılar”(sf.40).
TÜRK LİDERLİĞİYLE İŞBİRLİĞİNİ NİYE REDDETTİM ?
“Okuyucularım bu liderlikle işbirliğini niye reddettiğimi anlayacaklarını umarım. Bu çabaların ancak yabancı çıkarlara hizmet edebileceğini görmüştüm ve bu iğrenç oyuna sürüklenmem mümkün değildi. Diğer birçok vatandaşım gibi Elen mahallesinde bulunan evimde kalmamın nedeni budur.
Liderlikleri tarafından korkutulan diğer Kıbrıslı Türklerin tümü, evlerini terk edip, Türk mahallesine kaçtıkları zaman da evimi terk etmedim. Kıbrıs Türk liderliğinin siyasetini izlemediğim için, kendi ihanetlerini örtmek amacıyla beni hainlikle suçladılar. Bazı Elenler dahi, yaptığımı garip buldular, çünkü, fanatik ve şöven yapıları, durumu bir Kıbrıslı olarak göğüslediğimi anlamalarına izin vermiyordu. Bu ruhu değerlendiremiyorlardı. Şimdi soruyorum; Kıbrıs halkı, bilincine, her şeyden önce Kıbrıslı olduğunu yerleştiremiyorsa, bu devlet varolmaya nasıl devam edecek?
Bu yaptığımla, Kıbrıs halkının geleceği için tehlikeli bulduğum Kıbrıs Türk liderliğinin bu politikasına karşı mücadele etmeye çalıştım ve toplumuma hiçbir zarar vermediğime inanıyorum. Aksine birçok durumda, birçok sorunla karşıkarşıya olan birçok soydaşıma yardımcı oldum. Bunlar Türkler ve Elenlerce bilindiği için değinmeyi gereksiz buluyorum…”(sf.58).
15 TEMMUZ YUNAN CUNTA DARBESİ HAKKINDA
“Demokrat insanların direnişi takdire şayandı. Ayrıca Baf halkının direnişini görmezlikten gelemeyiz. Bu direniş olmasaydı, belki de Başpiskopos Makarios, iğrenç katillerin elinden kurtulamayacaktı. Darbeciler Baf halkını (Kıbrıs Hükümeti’nin adanın savunması için satın aldığı) tanklarla gelip, kasabalarını kül etmekle tehdit ettiler. Direnişçiler bu tehdit karşısında Başpikopos’un adadan kaçmayı başardığını da göz önünde bulundurarak, yeni kurbanlara fırsat yaratmamak için teslim olmayı doğru gördü.
Bundan sonra olanları anlatmak mümkün değil. Şahsen ben, Milli Muhafız Ordusu ve EOKA B’cilerin Baf’a girişinin bu kadar vahşi şekilde olacağını hayal dahi edemezdim. Yabancı bir istilacıdan bile bu beklenmezdi.
Kasabaya girerken, binlerce kez havaya ateş açarak vahşi çığlıklarla Baf halkı arasında korku ve terör estirmeye çalışıyorlardı.
O kadar büyük bir infial içindeydim ki kendimi tutamadım ve “bu ülkeyi bu vahşi insanlar mı idare edecek? Ölelim daha iyi” diye bağırmaya başladım. Eşim eliyle ağzımı kapatmaya çalışıyordu.
Daha sonra Dano’nun benzeri bir diğer işkenceci Yunanlı Dekulos’un, toplumdaki yerleri ve onurlarını hiç hesaba katmadan, tanınmış Makariosçuları dövdüğünü ve hakaret ettiğini öğrendik. Bu adam daha sonra Yunanistan’da terfi aldı. Böyle bir çelişkiye dünya tarihinde asla rastlayamazsınız”(sf.83-84).
ÖZDEMİR ÖZGÜR’ÜN ANILARINDAN
Özdemir Özgür de eski Baflılardan ve İhsan Ali’nin kardeşi oğlu. Yani İhsan Ali amcası oluyordu. Onun da “Hayatımda Kıbrıs” adlı bir kitabı var ve bu kitapta Özgür bize bol bol Baf’tan bahsetmekte. Bu kitabın 13. Ve 14. sayfalarında Özgür bize Baf’tan şu şekilde söz ediyor:
“İlkokul eğitimimin dördüncü yılında okula Baf Kasabası’nda devam etmek dışında, ilk okulu esas olarak Vreçça’da okudum. Bazı çocukluk anıları asla unutulamıyor. Unutamadığım bu hatıralarımdan bir tanesi, birkaç Kıbrıslı Rum çocukla Kasaba’da oynadığım misketti. Hepimiz de yaklaşık onbir yaşındaydık. Bu oyunu, Kasaba’daki Kıbrıs Türk okuluna bakan sokağın tam karşısındaki Kıbrıs Rum spor stadyumunda oynuyorduk. Bir futbol maçı vardı. Biz oyunumuza bu maç henüz bitmeden önce başlamıştık. Maç bittiğinde, Kıbrıslı Türk arkadaşlarım onlarla beraber evlerimize dönmemizi söylediler. Ben onları dinlemeyip dönmedim, çünkü oyunu kazanıyordum. Kısa bir süre sonra bütün misketleri kazanmıştım, fakat bunları, beni çevrelemiş olan ve misketlerini isteyen Kıbrıslı Rum çocuklara geri vermek zorunda kalmıştım. Düşünmüştüm ki, onların bu davranışının nedeni, benim bir Kıbrıslıtürk olmamdı.
Diğer bir anım ise, en küçük amcam olan yapılı, güçlü bir ilk okul öğrencisi Süreyya Ali’nin, sadece Kıbrıslı Rum olmaları gibi basit bir nedenden dolayı iki Kıbrıslı Rum ilk okul öğrencisini dövmesiydi. Kalbinde Türk savaş kahramanlığını taşıyordu. Bu tip bir savaş kahramanlığını bütün kalbiyle yaşıyor ve naklediyordu. Fakat büyüyüp de Kıbrıslı Rumlarla çalışmaya, beraber yiyip içmeye başladığında onlarla çok arkadaş oldu. Baf’taki 1963-64 olaylarından sonra da Kıbrıs Rum kesiminde yaşamaya devam etti.
Süreyya benden sadece bir yaş büyüktü. Beraber, iki kardeş gibi büyüdüğümüz için ona asla amca demezdim. Bir yıl için ilk okula devam ettiğim Kasaba’da, onun hakkında aklımı karıştıran bazı şeyler oldu. Ne zaman sinemaya gitsek, film sonrasında bu filmi baştan sona ezbere anlatıyordu, ki bu benim iyi yapamadığım bir şeydi. Bununla beraber, ben başarılı bir öğrenciydim, o ise ilk okulun bir sınıfında başarısız olup, tekrar etmek zorunda kalmıştı. Not edilmeli ki sonradan çok güçlü bir adalet hissi ile büyüdü. İlk okulun dördüncü yılını Kasaba’da okumamın sebebi Süreyya ila arkadaşlık etmekti. Orada doktor amcam İhsan Ali’nin evinde kalıyorduk.
Diğer yandan, bu yıllarda (1930-1940’lar) bir çocuğun zihnini karıştıracak bazı şeyler de oluyordu. Örneğin, Kasaba’da köyümüz Vreçça’ya giderken, Kilinya’dan köyümüze giden killi yolun kış hava şartlarından ötürü kapanmasından dolayı, babamla beraber birkaç kez, genelde Rum köyü olan Galatarya’da amca ve teyze diye hitap ettiğim Yorgi ve Eleni’nin evinde gecelerdik. Sabahları da bizi kahvaltıya alıkoydular. Birkaç kez de, bizim köyde sigara bulamadığı zaman, babam beni bir eşeğe bindirip sigaraları almam için amca Yorgi’ye gönderdi. Bunların ötesinde, doktor amcamın Ermeni ve Kıbrıslı Rumlarla olan ilişkilerini görmeye artık çok alışmıştım. O zamanlar, Allah’ın bizi neden farklı din ve renkte yarattığını sık sık düşünüp kendime soruyordum. Köyümüzde arkadaşım olan zenci bir Kıbrıslı Türk vardı.
Diğer anım Midas diye bilinen bir kanun kaçağına ait. Bu şahıs Cemali adında Kıbrıslı bir Türk idi. Bizim köyden imiş fakat orada yaşamıyordu. Bir gün onu, ziyaret için geldiği köyümüzdeki bir düğünde güreş yaparken gördüm. Köy düğünlerinde erkek güreş müsabakaları bir gelenekti. Cemali geniş omuzlu, vahşi görünüşlü bir adamdı. Güreşirken aniden bıçağını çektiği an sarhoş ve güreşi kaybetmek üzereydi. Babam dahil köyümüzün diğer bazı erkekleri onun bıçağı kullanmasına engel olmuşlardı. Onu durdurabilmek için erkeklik gururunu okşayıcı şeyler söylemişlerdi.
Onu bir kez daha, kanun kaçağı durmundayken, bir öğleden sonra köye gelip kahvenin önünde birisini döverken gördüm. Dövülen adam, Mida’nınn başına konan ve özellikle bir köylü için o zaman çok büyük miktar olan beş yüz liralık (doğru hatırlıyorsam) ödülü almak için onu polise ihbar edeceğini söyleyen kişiydi. Onu son görüşüm ise, adı çok duyulan kanun kaçağını görmek için sokaklarına insanların doluştuğu Lefkoşa’da üstü açık bir arabayla mahkemeye götürülürken oldu. İşin ilginç yanı, onun kanun kaçağı olmasıyla, birkaç Kıbrıslı Rum’un da kanun kaçağı durumuna gelip ona katılmalarıydı. Onun ismi hala anılmaktadır. Ne zaman çözülmesi zor bir durum olsa, şaka yoluyla “Bu da ne? Midas’ı mı yakalayacağız?” şeklinde bir soru sorulur. Gerçekten de İngiliz koloni hükümeti onu yakalamak için çok uğraştı ve ancak onu, yaralıyken, tanıdığı ve yanına sığındığı bir kadının ihbarı sonunda ele geçirebildi…”
-DEVAM EDECEK-