
Adanın çevresel çığlığı
PRIO Kıbrıs Merkezi ve Yeşil Barış Hareketi’nin ortak yapımı “Başka Kıbrıs Yok”, adanın kuzeyinde yıllardır süren çevresel yıkımı belgelerle, tanıklıklarla ve çarpıcı görüntülerle gözler önüne seriyor.
Murat OBENLER
Cennetini kendi elleriyle yok eden bir toplumun hikâyesi…
Kıbrıs’ın kuzeyinde yıllardır süregelen çevre felaketlerini, taş ocaklarından deniz kirliliğine, kontrolsüz yapılaşmadan plansız “kalkınma” anlayışına uzanan zincirle anlatan “Başka Kıbrıs Yok” adlı belgesel, yalnızca bir film değil, adaya yazılmış bir uyarı mektubu niteliğinde.
PRIO Kıbrıs Merkezi (PCC) ile Kıbrıs Yeşil Barış Hareketi’nin ortak yapımı olan belgesel, doğanın sesine kulak vermeyi reddeden politik ve ekonomik düzenin adayı nasıl bir yok oluşa sürüklediğini gözler önüne seriyor. Film, mikroplastiklerle boğulan sahillerden taş ocaklarının gölgesinde nefes alamayan köylere, Lefkoşa’nın Avrupa’nın en kirli ikinci başkenti olmasına kadar uzanan geniş bir tablo çiziyor.
Bu tabloyu perdeye taşımak ise yalnızca teknik bir çabanın değil, bir vicdan borcunun ürünü. Belgeselin yaratıcı ekibi, “Başka Kıbrıs Yok”un arkasındaki fikirleri, çekim sürecinin zorluklarını ve çevre mücadelesinin neden artık ertelenemeyeceğini anlattı.
Bu filmi Kıbrıs’ı seven, ülkesinin bugününü ve geleceğini düşünen, adayla ve adadaki yaşamla ilgili ciddi endişeleri olan biri(leri) çekebilirdi. Bu filmde de öyle bir teknik ve uzman ekibin aklındın, gözünden, yüreğinden, bilgi ve dayanışmasından çıkmış gibi duruyor. Önce fikirle başlamak istiyorum. Bu filmi sizleri çekmeye iten rahatsızlık ve endişe nedir?
Proje Koordinatörü Mete Hatay: Birçok konuda rahatsızlık duyuyoruz ancak Kıbrıs sorunu dediğimiz devasa sorunun birçok farklı soruna da dönüştüğünün görmezden gelinmesinin yarattığı rahatsız var. Yaşadığımız adada Kıbrıs sorunları var. Donmuş bir politik sorun da var ama (iyi ve kötü yönden) dönüşen ve birçok açıdan yakıcı olan sorunlar da oluştu. Bunları ön plana çıkartmak istedik. Aynı zamanda sert sınırların bazı sorunları engelleyemediğini de vurgulamak istedik. Bazen insanlar sınırların arkasına saklanarak bir sorumsuzluk alanı oluştururlar. Bu adamızda da yaşanıyor. Bazı siyasetçilerin “Tanınmamışlığın avantajları” dedikleri konunun dezavantajlarını bu filmde insanlara açık açık göstermek istedik çünkü o avantajları kullanmak isteyen çevreler doğaya hunharca saldırıyor ve geri dönülemez zararlar veriyorlar.

“Kıbrıs sorununa holistik şekilde yoğunlaşıyoruz ve onun çözümü durumunda her şeyin de çözüleceği yaklaşımıyla her şeyi erteliyoruz. Bunların en başında da çevre geliyor. Çevre ciddi anlamda SOS veriyor”
Siz bu filmde bu Kıbrıs sorunlarını Pandora’nın Kutusu’nu açar gibi açıyorsunuz ve adanın karanlığını da aydınlığını da bizlere gösteriyorsunuz. Politik soruna hukuksal, ekolojik, ekonomik, turistik, mülkiyet vs. penceresinden de bilimsel yaklaşımlar sunuyorsunuz. Hatay: Ana meselemiz çevreydi ama mülkiyet sorunu da bu sorunlarımızdan birisiydi çünkü hepsinin birbiriyle bağlantısı olduğunu düşünüyoruz. Kıbrıs sorununa holistik şekilde yoğunlaşıyoruz ve onun çözümü durumunda her şeyin de çözüleceği yaklaşımıyla (bu yaklaşım da doğrudur) her şeyi erteliyoruz. Bunların en başında da çevre geliyor. Çevre ciddi anlamda SOS veriyor. 2,5 yıl önce PRİO olarak bazı araştırma ve makalelerimizi tamamlayıcı yönde bir de belgesel çekme fikriyle yola çıktık. Kuzeyde bu konu ile ilgili çok önemli çalışmaları olan Yeşil Barış Hareketi’ne giderek onlarla birlikte işbirliği içinde çalışma yöntemini uyguladık. Sonrasında da yönetmenlerimize de ulaşarak yol haritasını çıkararak ilerledik. Bana da bu süreçte bürokratik düğümleri çözmek kaldı.
“Gönüllülükle ilerleyen film Kuzeyin üzerinden Güney’e gönderme de yapıyor”
Bu cesur filmin ülkedeki çevreyi(birçok değerle birlikte) yok edenler ve onların yandaşı sermayedarlar tarafından desteklendiğini düşünmüyorum. Filmde kimlerin maddi desteği var?
Hatay: Civic Space (Sivil Alan) projemize fon desteği verdi. Biraz da PRİO Kıbrıs Merkezi’nden destek aldık. Çoğu gönüllülük üzerinden ilerleyen ve 8 aya yayılan imece usulü bir çalışmadan bahsediyoruz. Filmin Kuzeyin üzerinden Güney’e gönderme yapan bir yanı da var.

“Biz bir çevre felaketinin içinde yaşıyoruz”
Hikayeye uygun görüntülerin çekilmesi, arşiv görüntülerin bulunması süreci nasıl ilerledi? Üzerinde “Dikkat, Askeri Bölge. Fotoğraf Çekmek Yasaktır” tabelası bulunan onlarca alana rağmen sizler “Dikkat, Çevre Yok Oluyor. Bu fotoğrafa Daha Fazla Kayıtsız Kalmayın” resmini çok iyi çizdiniz.
Yönetmen Doğuş Bozkurt: İlk başladığımızda çevre ile ilgili yeteri kadar görüntü toparlayabilecek miyiz? konusu beni çok endişelendirmişti. Biz bir çevre felaketinin içinde yaşıyoruz ve küresel ısınma, iklim krizi, yok olan kaynaklar gibi dünyasal sorunlar açısından dünyaya bağlıyız da.
Adanın kuzeyi mikroplastik kirliliği açısından dünyadaki en kirli ikinci yer
Dünyalı olduğumuz bir yanımız da varmış…
Yönetmen Faik Uzuner: Evet. Öyle de denebilir. Kaplumbağa yumurtlama alanları ve yerin 60 santimetre altından örnekleme alınması yöntemiyle yapılan ve mikroplastik kirliliği açısından adanın kuzeyinin dünyadaki en kirli ikinci yer olduğunu da gösteren bilimsel veriler ve rapor bizi hem oldukça şaşırtmış hem de endişelerimizi katlamıştı. Bu çarpıcı sonuç bizi tüm Akdeniz’in kirliliğinin adamız sahillerinde toplandığı gerçeğiyle de bir kez daha yüzleştirdi. Bu da bizim dünyadan kopuk olmadığımızı gösterir. Ronnas sahiline gidip o denizin üzerinde yüzen plastik tabakasını gördüğümüzde işin ciddiyetini bir kez daha kavrayarak bu görüntüleri insanlara gösterme güdüsüyle çekimlerimizi yaptık. Bizim kendi elimizle yarattığımız taş ocakları da birbiriyle bağlantılıdır. Ada ülkesi olduğumuz için kısıtlı kaynaklara sahibiz ve şu anda çözümsüzlüğe yatırım yapılmakla (uluslararası denetim mekanizmasına bağlı olmamak) rant uğruna çevreye dönülmez zararlar veriyoruz.
Hatay: Tanınma fobiyası ve uygulayarak tanıma (recognation by implication) sadece birine bir güç verme değildir, ona sorumluluk da vermeme anlamına gelir. Tanınmayınca hesap verebilirlik de ortadan kalkıyor. Kimsenin sana hesap sormadığı bu büyük alanda kısa dönemde kâr ettiğini düşünenler uzun vadedeki zararı göremiyor ve/veya görmezden geliyor)
Tel: “Bu belgeseller aslında “Nereden geldik, neredeyiz ve nereye gidiyoruz” sorusuna verilecek en iyi cevaplardır”
Ekoloji denince ülkede Don Kişotvari yel değirmenlerine karşı mücadele veren Yeşil Barış Hareketi’ne de bu filmdeki rolünü, katkısını ve dayanışmasını sormak isterim.
Kıbrıs YBH Başkanı Feriha Tel: Fikir bizlere hazır halde geldi. Toplumsal belleği ortaya koyan bir belgesel çalışmasında bizler de yer almaktan mutluluk duyduk. Bu belgeseller aslında “Nereden geldik, neredeyiz ve nereye gidiyoruz” sorusuna verilecek en iyi cevaplardır. Uzun bir zaman sonra önümüze gelen bu hazır projeye hemen dahil olduk ve ülkeye dair gailesi olan herkesin görebileceği şeylere karşı duyarlı olan yönetmenlerimizle bir konuşmacı listesi belirledik.
“Lefkoşa, Avrupa başkentleri arasında en kirli havaya sahip 2’nci başkent oldu”
Bu projenin Kıbrıslılar için bir belgeselden fazlası olduğunu düşünüyorum.
Tel: İlk gösterimlere ortak bir gaileyi taşıyan insanlar geldi. Taş ocakları, oluşturulan rant ekonomisi, tüketim çılgınlığı, çevrenin yok oluşu vs. Bizim burada yaşayanlar kadar yurtdışında da yaşayan çok değerli Kıbrıslı bilim insanlarımız da var ve bu belgesele onlardan bazılarını dahil etmekten dolayı çok mutluyum. Bu ülkede imkanlar olmadığından dolayı yurtdışında yaşamayı ve bilim yapmayı seçen bu değerli insanlarımız iklim bilimi üzerine yaptıkları çalışmaları bizlerle paylaştılar. Kıbrıs’ta bir tarafta hiçbir şekilde verisi olmayan bir bölge diğer tarafta (Güney) da kuzeyde hiç veri yokmuş gibi sürekli ortaya veri koyarak tüm Kıbrıs adına verileri yayınlayan (bana göre bu veriler de yanlış oluyor) bir yönetim görüyoruz.
Hatay: Kültürel miras, tarihsel, arkeolojik araştırmalarda da bu durumla karşılaşıyoruz. 5000 yıllık tarihi olan bir adada jeolojik kazıları ve araştırmayı tek bir bölge üzerinden yapar ve bunu da tüm Kıbrıs adına çıkarsama yöntemiyle yaparsan bu yanlış olur. Epistomik açıdan bir adaletsizlik ve asimetri yaratıyorsunuz.
Bozkurt: Biri 20 sene önce bana “Lefkoşa Avrupa’nın en kirli havasına sahip başkenti olacak” dese inanmakta zorlanırdım ama bu seneki raporla bu belgelendi ve Lefkoşa, Avrupa başkentleri arasında en kirli havaya sahip 2.başkent koltuğuna oturdu.
Tel: Güneyde yakıttaki denetim ve bir nevi filtre kullanımından dolayı farklılıklar var ama dezavantajlı bölgeler adanın dört bir tarafında var. Hava kirliliğini sadece güneyin raporlarıyla sunmak yanlıştır.
“Ortak çalışma alanının hazır olarak var olduğu İki toplumlu Çevre Teknik Komitesi’nden çevre örgütleri olarak beklenen, özlenen performansı göremiyoruz.”
“İş ola kurulan komiteler değil iş üreten komiteler görmek istiyoruz. Çevreyle ilgili kaybedecek bir dakikamız bile yoktur.”
Ben havadan,karadan,denizden,çarşıdan, tarladan, turistik tesislerden her türlü zehirlendiğimizi düşünüyorum.
Hatay: Filmdeki en çarpıcı sahnelerinden birisi taş ocaklarına yakın bir köyde yaşayan annenin çocuğunun nasıl astım olduğunu anlattığı sahnedir. Geçtiğimiz günlerde Kültürel Mirası Komitesi üyesi Ali Tuncay’ın da Teknecik’ten çıkan zehirli kara dumanı gösteren bir fotoğrafı paylaşması filmin insanlar üzerindeki çevre lehine dikkat çekiciliğinin artmasına da neden olduğunun göstergesidir.
Tel: Bu filmde iki toplumlu Çevre Teknik Komitesi’ne çok vurgu var. Ortak çalışma alanının hazır olarak var olduğu bu yapıdan çevre örgütleri olarak beklenen, özlenen performansı göremiyoruz. K/T ve K/R’ın verilerinin ayrı ayrı toplanarak ortak veri tabanı şeklinde bir üst şemsiye altında bütünleştirerek aksiyon alma işlerine girişmiyorlar. Ben bunun oralarda bizleri oyalama olduğunu düşünüyorum. Talepler yapılmaktan öteye gidilemiyor.
Hatay: İş ola kurulan komiteler değil iş üreten komiteler görmek istiyoruz. Çevreyle ilgili kaybedecek bir dakikamız bile yoktur.
Uzuner: “Kişileri de doğanın içinde ve kendini var eden bir özne gibi sunduk. Sahada çalışan katılımcılarımız farklı bir motivasyonla bu süreçte yer aldı”
Görüntü toplama konusuna geri dönecek olursak. Filmdeki kişilerle bir program çerçevesinde teke tek mi görüştünüz yoksa birlikte bir toplantı yaptınız mı?
Faik Uzuner: Kişilere ilk başta karar verdik ve çekimleri de ayrı ayrı yaptık. Bu insanlarla doğal alanlarında kayıtlar yaptık. Daha fazla sahada çalışan uzmanımız da vardı ve daha fazla kayıtlarımız da var ama belki onları farklı bir konu altında farklı bir projede kullanırız. Kişileri de doğanın içinde (sıkıntılı veya güzel bir yer) kendini var eden bir özne gibi sunduk.
Bozkurt: Biraz da kendi işimizi zorlaştırmak istedik. Gerilla usulü çekimler de yaptık. Bizim için en büyük sürpriz İskele’de yaşayan Mertkan Hamit oldu. Böylece herkes gibi onu da mücadele alanında çekmiş olduk.
Hatay: Aktivist ve akademik dengeye de dikkat ettik.
Uzuner: Akademisyenlerimizin konuları anlatırken kullandıkları dil başka oluyor, sahada çalışan/mücadele veren kişinin başka oluyor. Sahada çalışan katılımcılarımız farklı bir motivasyonla bu süreçte yer aldı. Bu dev konuyu çok röportajlı ve konuları birbirine paslayan bir halde ele aldık. Feriha Tel de hayatı hem sahalarda hem de mahkemelerde hak savunuculuğuyla geçen bir aktivist de aslında. Biz uzman görüşlerini de aldıktan sonra büyük bir puzzle’nin birbirine dokunan parçalarını tamamlamaya çalıştık.
Bana bu belgeselin kurgusu hem konunun derinliği hem de konukların alanlarında söylediklerini düşündüğümde çok da kolay olmamıştır hissi geldi.
Uzuner: Konular belli aslında ve son yıllarda bu sorunlar tavan yapmış durumdadır. Temiz deniz arayışlarımız, temiz doğa arayışımız, sağlıklı gıda arayışımız, nefes alabileceğimiz alanlar arayışımız gibi. Uzmanlara ortak sorular da sorduk ama kendi alanlarıyla ilgili özel sorular da oldu.
Tel: “Uluslararası denetleme mekanizmasından uzak olduğumuzu ve bu boşluğun sonuçlarını gösteren en önemli belgesellerden birisi oldu”
Çevrenin çok boyutlu analizi açısından şimdiye kadar gördüklerimiz arasında en kapsamlı olanı diyebileceğim kadar kapsayıcı bir belgesel ortaya çıktı.
Tel: Uluslararası denetleme mekanizmasından uzak olduğumuzu gösteren ve bu boşluğun sonuçlarını gösteren en önemli belgesellerden birisi oldu.
“Gelişme adı altında büyümenin bedelini hiç hesaplamayan tahayyül kavramına vurgu yapıyoruz”
Filmde hep bir sürdürülebilirlik vurgusu var. Ben sürdürülebilir kalkınmacı değil de toplumsal ekolojik bakış açısıyla dünyamıza, yaşama, doğaya ve tüm üretim ilişkilerine bakmayı tercih ediyorum. Nedir tam olarak bu vurgulamak istediğiniz sürdürülebilirlik?
Hatay: Tahayyül kavramına vurgu yapıyoruz. Benim 4 ay önce “Kıbrısta Dubaileşme” diye bir çalışmam yayınlandı. Ekonomik olarak sermayeyi elinde tutan insanların tahayyülüne vurgu yapıyorum. Bu kavram yazımdan bir ay sonra tesadüfen Taş Yapı’nın sahibi Emrullah Turanlı’nın denizleri doldurarak Kıbrıs’ı Dubaileştirme projesi olarak karşımıza geldi. Bu korkunç tahayyül bizim en büyük tehlikemizdir. Bu tahayyül, gelişme adı altında büyümenin bedelini hiç hesaplamıyor. Kitsch bir görsellik de cabası.

Maden Mühendisi Halil Erdim de o konuya vurgu yapıyordu.
Hatay: Evet doğru.100 bin ev demek en az 200 bin kişilik bir nüfusa karşılık geliyor. Bu insanlar hep beraber tuvaletin sifonunu çektiğinde ne gibi sonuçlarla karşılaşılacağının cevabı yok.
“Kalkınma yalanı, bölgenin zenginleşeceği yalanı çevremizin yok oluşunu hazırlıyor”
Bu yaratılan sistemde yerel yönetimler, kaymakamlıklar, merkezi hükümetler ve onların yerel ve bölgesel çevre düşmanları (diye tanımlamak istiyorum) inşaat şirketleri ile ilişkileri kararların alınmasında ve uygulanmasında etkili oluyor. Sizler de sisteme çomak sokmaya çalışan Don Kişotlar olarak duruşunuzu sürdürüyorsunuz ama olan da çevreye oluyor.
Bozkurt: Tam da söylediğin gibi Don Kişotluk yapıyoruz çünkü toplumun geneline baktığımızda herkes bu ranttan bir şekilde yararlanmaya çalışıyor. Belgeselde yer veremediğimiz bir Marina davası vardı ve pandemideki jet skandalı ile gündemimize giren bu konu çevreyi yok eden bir ayrıcalık meselesidir. Kalkınma yalanı ile insanlar kandırılıyor ama ortada ÇED raporu bile olmayan bir projenin sunumu üzerinden bir rant ekonomisi oluşturulmuş. Bu bizde bir algı haline gelmeye başladı. Sahiller anayasal olarak halkın malıdır ama bizler o kadar sahilleri özel mülkleştirmeye başladık ki kalkınma yalanı herkesin gözüne perde indiriyor.
Tel: Kalkınma yalanı, bölgenin zenginleşeceği yalanı çevremizin yok oluşunu hazırlıyor. Alışılmış bir çaresizlik de görüyoruz.
Hatay: Yerel ahaliye bir yardım yapılıyor, bölgenin futbol takımına bir yardım yapılıyor vs. ile rıza devşirmeler yapılıyor. Direnç de böylece azalıyor. Zamanında kişiye ekip biçsin diye 100 dönüm arazi verilmiş ama şimdi bir siyasi irade geliyor ve burayı gelişim alanı ilan ediyor. Böylece arazinin dönümünün değeri 500 Eurodan 50 bin Euroya-150 bin Euroya yükseliyor. Buradan da inanılmaz bir rant oluşuyor ama çocukları oradan ev alacak parayı bulamıyor.
Tel: İnsanlar tarlasını satıyor ve kısa vadede cebine para giriyor, belediye emlak vergisinden kazanıyor, satılan evlerden dolayı bir de bölgede nüfus artışı oluyor ama sonra herkes devlet hastanesini kullanamamaktan, yeteri kadar doktor olmamasından, yeteri kadar okul olmamasından şikayet ediyor. Sürekli elektrikler kesiliyor, su kaynakları bu nüfusa yetmiyor.
Hatay: Planlamadan çok uzak, kısa günün kârına oynanan bir ülkede vur kaç ekonomisinin etkilerini görüyoruz. Kalkınmada getiri-götürü hesabı yapılmadan (kaynak,sosyal, çevre maliyeti vs.) hareket ediliyor.
Tel: Türkiye’den gelen suda da durum aynıdır. Nüfusun bu şekilde artacağı öngörülmediği için su yetersiz kalıyor. Zamanında “Taşıma Suyla Değirmen Dönmez” dediğimizde Türkiye karşıtlığıyla suçlanıyorduk ama bizim tezlerimizin doğruluğu ortaya çıkıyor. Güngör Çöplüğü’ndeki durum da aynıdır. Dolan ve yanan Güngör kapılarını zaman zaman belediyelere de kapatıyor ve muhtelif yerlerde vahşi çöplükler yanmaya devam ediyor.

Çoklu-düşünme fakiri bir ülkede yaşamanın etkilerini yaşıyoruz…
Tel: Sağlıklı, dengeli, yeterli kamu hizmetinin alınamadığı bir ülkede mutsuz bir toplum da yaratıyoruz.
Uzuner: Çevrenin en öncelikli konu haline getirilmesi gerekir. Hükümet programına “Kıbrıslı gençleri adaya döndürmemiz gerekir” yazıyorlar ama bunca sorunun olduğu adaya hangi genç gelmek istesin ki?
European Electricity Network (Avrupa Elektrik Ağı) da yine belgeselde değinilen ve tartışmanın da hiç bitmediği bir konu. Ne olacak bu adanın enerji ihtiyacı?
Hatay: Alternatif enerji üretmek için mecbur bırakılan bir ağdan bahsediyoruz. Nasıl bağlanacağız diye tartışmalar süredursun iki taraf da fuel-oil’i yakıyor ve sabah akşam zehirlenmeye devam. İklim çok müsait olmasına rağmen güneş enerjisinden yeteri kadar yararlanılamıyor.
Uzuner: Bu süreçte konuştuğumuz ve ciddi eleştirileri olan bir anarşist/sosyalist genç arkadaşımıza “Bugüne kadar bir ağaç diktin mi?” sorusunu sorunca “Hayır” cevabını verdi. Sürekli konuşuyoruz ama bir şeyin değişebilmesi için hiçbir adım atmıyoruz.
“Bütün siyasi partilerin görebilmesi için filmi Külliye’de göstermek istiyoruz.”
“Toplum olarak sorgular olma pozisyonunda oluyor olmamız lazım.”
Siz eyleme geçtiniz. Bu ders mahiyetindeki ürün etrafa nasıl yayılacak?
Hatay: Her türlü girişimi yapacağız ama en önemlisi siyasi iradenin bu filmi görmesidir. Bütün siyasi partilerin görebilmesi için filmi Külliye’de göstermek istiyoruz. Siyasal partilerden veya yeni seçilecek Cumhurbaşkanından böyle bir davet bekliyoruz. Tüm belediyeleri dolaşmak istiyoruz. LTB Başkanı Mehmet Harmancı’nın da katılımı ile Lefkoşa’dan başladık. Sırada Girne ve Mağusa vardır. Güney’de de 15 Ekim’de Yalla’da, Kasım’ın ilk haftası Kıbrıs Üniversite’de, Pile’deki UCLan Cyprus’da gösterilecek. Limasol’dan davetler var.
Uzuner: İktidarlar değişir ama toplum olarak sorgular olma pozisyonunda oluyor olmamız lazım. Çevre odaklı politikalara acil geçmemiz ve o bakış açısıyla ilerlememiz gerekiyor. Bir sonraki seçimlerin ana konusu çevre olmalıdır.

“Herkes de çevreyle ilgili bizim kurtarıcı olmamızı bekler. Hepimiz birlik olursak ancak bir şeyleri düzeltebiliriz farkındalığını yükseltmek gerekiyor. Çevreye adadaki yabancılar kadar hassas değiliz”
Filmde adada yaşayanların biraz cesaretsiz olduğu, sisteme entegre olduğu, gereken konulara gerektiği yerde gerektiği kadar tepki gösteremediği okuması da yapılabilir. Mücadele alanı olarak çevre için bu böyle değil midir?
Hatay: Kanıksanmışlık kavramı diyebiliriz.
Tel: Birilerinin bizleri kurtarmasını bekler hale gelindi. Herkes de çevreyle ilgili bizim kurtarıcı olmamızı bekler. Herkesin bizim örgütümüze güvenerek ihbarlarını yapmaları bir yandan gurur duyulacak bir durumken bir yandan da hepimiz birlik olursak ancak bir şeyleri düzeltebileceğimiz konusunda bir farkındalık yükselmesine ihtiyacımız olduğu gerçeği de bizi düşündürüyor.
Hatay: Çevreyle ilgili mücadele eden STÖ’lerde burada ev kiralayarak/satın alarak kalan orta yaş ve üzeri yabancıları gördüğümde (çoğunluk olarak) çevremize neden bu kadar hassas değiliz diye düşünüyorum.
Tel: Erken yaşlarda çevrenin odak noktasında olduğu bir eğitim sistemine geçmemiz gerekiyor. Ayrıca git gide yenilenen nesilin çevreyle ilgili eski halini bilmediği bir yer veya durumla ilgili bir kabulleniş de gözlemliyorum. Şimdi mücadeleyi başlatmazsak benim çocuğumun çocuğu Beşparmak diye bir dağ olduğunu da bilmeyecek.
Çevrenin önceliğe alınması ve çevre bilinci oluşturulması konusunda medyanın davranış tarzını düşündüğümde beni de derin düşünceler sarıyor. Özeleştiri yapamazsak asla ileriye adım atamayız…
Tel: Çevre mücadelesi vermek bu ülkeye sahip çıkmanın safında yapılan bir siyasettir. Dünyada da büyük ülkelere karşı verilmesi gereken bir iklim mücadelesi vardır. “Temiz Düşün” felsefesi ile çevreyle ilgili proje üretenle “Ne raporlar, ne planlar, ne emirnamelere kulak asmayın, yürüyün de gidin” diyen mentaliteler arasında fark vardır. Medyanın da bu farklı görmesini ve bizler gibi sorumlu davranmasını bekliyoruz.

















