1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sarayönü’nün Unutulmayan Renkli Siması; Çoronik
Sarayönü’nün Unutulmayan Renkli Siması; Çoronik

Sarayönü’nün Unutulmayan Renkli Siması; Çoronik

Sarayönü’nün Unutulmayan Renkli Siması; Çoronik

A+A-

Nurperi Özgener


Kimilerine göre deli, kimilerine göre küfürbaz, kimilerine göre Lefkoşa’nın en renkli simalarından biri, Kimisine göre kel kafalı, gangster şeklinde olan şapkasını yan giyen biri olarak anımsar, kimisine göre de tatlı ve babacan!.. Kim bu Çoronik?!
Bir dönemin Lefkoşalıları onu öyle bir özelliğiyle tanırlar ki, diğer özelliklerini hatırlamak nerdeyse akıllarına bile gelmez. Ama çok iyi bilirler ki, Lefkoşa’nın simgesi olan bu insanın dükkânının önünden geçenlerden ‘selamını’ esirgemediğidir. Ben bir Lefkoşalı değilim,  bu yaşıma geldim, Sarayönü’nde böyle bir simanın varlığından habersizdim birçoğu gibi... Varlığını öğrendiğimde,  onu araştırmalarıma katmamış olsaydım araştırmalarım eksik kalırdı doğrusu. Herkes tarafından en çok bilinen özelliğini öğrendiğimde nedendir bilinmez beni mıknatıs gibi çekmişti kendine. Birçok araştırma yapmama rağmen onun bilinmeyen taraflarını aydınlatmak araştırmalarım içinde en zoru oldu. Çünkü hala aydınlanması gereken o kadar çok şey var ki hakkında bilinmeyen!… Hayatıyla ilgili hiçbir sır vermeden yaşaması ve bu sırrı beraberinde götürmüş olması hüzünlendiriyor insanı… Adını bir saniyede duymuştum, araştırılması aylarca sürdü. Çünkü hakkında bilinenler parça parça ve birkaç kelimeydi sadece.

Tellal olarak bilinir ama O…
Onu herkes Sarayönü’nün tellalı olarak biliyor olmasının yanı sıra, emlâkçılık yapar, antik değeri olan eşyalar ile bakır tencereler de satardı. En büyük özelliği dükkânının önünden geçenlere ağır küfürler eden, Lefkoşalıların tabiriyle şaka yapmasını ve kendisine yapılmasını seven biri olmasıydı... Hangi milletten olursanız olun onun meşhur şakalarından, küfürlerinden mutlaka payınıza düşeni alırdınız.  Öyle bir duruma getirir ki sizi… Kışkırtır ve başlarsınız onun ağzından selamlaşmaya… Pev….k!... Koç!...  Kim olursanız olun! İster Cumhurbaşkanı, ister hakim, ister polis, nasibini mutlaka alırdı... Kaçış yoktu Çoronik’ten!..
Bugüne kadar akıllarda sadece küfürlü şakaları kalmış, hayatta olduğu süre içinde çok az kişiye hayatıyla ilgili çok az şey söylemiştir, ta ki manevi torunlarını bulana kadar… Onun hayatıyla ilgili en geniş bilgilere sahip olan manevi torunları bile birçok şeyden habersiz olduğunu vurgulamaktadırlar.  Hatta onunla ilgili öyle bir hikaye vardır ki anlatılan, manevi torunlarının dedelerinden hiç duymadığı bir hikayedir bu.  Bu anlatılan hikâye yolumun başlangıç noktası olduğu için öyküyü anlatmadan geçmek mümkün değil. Hikaye şöyle; Anzak ordusunda Kıbrıslı Mustafa dayı başlıklı yazının sahibi Ömer Bilge’nin, Mustafa Çoronik hakkında verdiği bilgiler 25 Nisan 1915 tarihinde Conkbayırında geçmektedir... Hikayeyi anlatan Serden Hoca’nın babası Mehmet Hoca’ymış. Çoronik’in bizzat kendisine anlattığı hikaye, Anzak birlikleri saflarında savaşan 12 katırcı Kıbrıslı Türk’ün başından geçenlerdir. Mehmet Hoca şöyle anlatıyor:
“İngiliz ordusunda Osmanlı’ya karşı Çanakkale Arıburnu’nda savaşa katılan dellal Mustafa Çoronik’in 1914'de birinci Cihan Harbi patladığında İngilizler Kıbrıs'ta iyi maaşla katırcı olarak kullanılmak üzere asker alımı başlatmış. Mustafa dayı Osmanlı’nın harbe gireceğini aklına bile getirmiyormuş. Parasız bir genç olduğu için birçokları gibi askerliği iyi bir gelir kapısı düşünerek müracaat etmiş, askere alınmış, Mısır'a gönderilmiş. O sırada esas amacı, Sırbistan'a taarruz için Avustralya ve Yeni Zelanda'dan getirilen ve tarihte Anzak olarak bilinen askeri birliklere katılmış ve katırlarla bu birliklere su taşımaya başlamış. Anzaklar Kahire'nin dışında çölde piramitlerin olduğu yerde Sırbistan’ı vurmak için eğitim yapıyormuş. Bir gün Anzaklar’ın intikal emri çıkmış. Bizim 12 katırcı arkadaş da Anzaklarla beraber gemiye bindirilmiş ve bilmedikleri yere yollanmışlar. Nereye gittiklerini Anzaklar dahil hiçbiri bilmiyormuş. Kendilerini Ege’de Çanakkale açıklarında Limni adasında bulmuşlar. Komutanları Çanakkale’ye taarruz için getirildiklerini söylemişler. Mustafa dayı ve arkadaşlarının korkudan ödleri patlamış. Mustafa dayı, ‘Bizim isimlerimiz Mustafa, Ali, Hasan gibi isimler, bunlar da Arap isimleri. Mısır'da o gümbürtüde herkes bizi Mısırlı Arap zannediyordu, Türk olduğumuz fark edilmedi, bu nedenle getirildik’ diyordu. Çok korkmuşlar. Türk olduklarını saklamaya karar vermişler. Çıkarma başlayınca katırcı Mustafa dayı ve arkadaşlarını da Arıburnu’nda cepheye sürmüşler. Savaş süresince sahilden cephede çarpışan askerlere katırlarla su taşımışlar,  diğer ayak işlerini yapmışlar. Cephenin bazı yerlerinde Türk ve İngiliz askerleri arasındaki mesafe 4-5 metreye kadar azalırmış. Harbin durağan zamanlarında birbirlerine sigara atarlarmış. Mustafa dayı bu anıları övünerek değil, sıkılarak başka kimseye anlatmaması kaydıyla babasına anlatmış.”

Türkiye’den mi geldi?
Manevi torunu Muharrem Özseyfiler’den öğrendiğimiz kadarıyla, dedesi Çoronik’in Aydın yöresinden genç yaşlarda I. Dünya Savaşı’na katıldığını ve Çanakkale Savaşı’nda görev yaptığını söylermiş. Çanakkale savaşından sonra Kıbrıs’a geldiğinden bahsediyor. Bir başka bilgi de Mustafa Çoronik’in küçük yaşlarda tek başına bir gemiye binerek Türkiye’den Kıbrıs’a geldiğini Mehmet Şık’tan (Foto Şık) öğreniyoruz. Hayatıyla ilgili bulguları birleştirdiğimizde Türkiye’den geldiği olasılığı yüksek olsa da, bazı farklı bilgiler edindikçe, bizim aydınlatamayacağımız gerçeği de 1977 yılında hakkın rahmetine kavuşarak beraberinde götürmüş Çoronik.
1 Ocak 1947 doğumlu manevi torunu Sevil Türksel’in anlattıklarına göre:1893 yılında doğan ve asıl adı Mustafa Hasan olan Çoronik, birçok olayı görmüş yaşamıştı. Sevil Türksel’den edindiğimiz bilgiler dedesinin küçük yaşta Kıbrıs’a gelmesinden sonra Müftü Dana Efendi’nin onu besleme olarak aldığı ve yanında çalıştığını öğreniyoruz. Müftü Dana Efendi Çoronik’in belki de Kıbrıs’ta ilk ailesi olmuştu. Fakat Çoronik öyle zapt edilecek cinsten bir genç değilmiş. Boyunduruk altında kalmayı sevmiyordu. Özgür olmayı seviyordu. Belli bir yaşa geldikten sonra Müftü Dana Efendi’nin yanından ayrılmış. Bu ayrılıştan sonrasını aydınlatacak herhangi bir bilgi yok… Acaba aydınlatamadığımız bölüm içinde henüz yirmili yaşlarda olan bu işsiz genç İngiliz Hükümeti’nin orduya yazdığı askerlerden bir tanesi mi olmuştu? Çanakkale Savaşına bu şekilde mi gitmişti? Bilinmez ama Çanakkale Gazisi olduğu anlaşılan arkadaşı Adanalı Ökkeş Arıkan’ın gönderdiği fotoğraflar ve tebrik kartları hayatıyla ilgili küçük bir bölümün Çanakkale Savaşında geçtiğini belirterek araştırmaya devam etme durumunda kalıyoruz.

Aile özleminin giderildiği yer!
Önceleri Kıbrıs’ta hiçbir ailesi olmayan, tek başına yaşayan, sonradan edindiği Mehmet Seyfi ve ailesi hayatında biraz olsun aile özlemini gidermiş mi bilmiyoruz ama sonuna kadar aile yakınlığını onlarda hissetmiştir. 
Aslen Peristoranalı olan ve 15 yaşında Lefkoşa’ya çalışmak için gelen Mehmet Seyfi Rifat, ayakkabı ustası olan akrabası Muharrem ustanın dükkânında ayakkabı satışı yapmaktaydı. Evlenmiş çoluk çocuk sahibi olmuştu. Kaynak kişilerimiz arasında yer alan Çoronik’in manevi torunları Sevil Türksel’in ve Muharrem Özseyfiler’in hatırladıkları kadarıyla, zamanla ayakkabı işletmeleri ve fabrikaları çoğalmış, Muharrem Usta’nın işleri kötüye gitmeye başlamış ve bu nedenle Mehmet Seyfi Rifat’ı işten çıkartmak zorunda kalmıştı. Mehmet bey işsiz kalınca iş aramaya başlamıştı. Bir gün kahvede otururken Hasan Bullici adında bir arkadaşı ona Merkezi Rum tarafında olan ‘spor laters (şans oyunları)’ oyunlarını yapması için teklifte bulunmuş, ancak bir mekâna ihtiyaç olmasına karşın kendisinin böyle bir mekanı yokmuş!.. Yine bir gün kahvede oturmuş düşünürken Çoronik’le kendini dertleşirken bulmuş. Derdini anlatırken “İş buldum dükkan bulamadım” dediğinde, Çoronik de ona “Gel benim dükkanımda işini yap! senden bir kuruş istemem!” demiş. Böylece şimdilerde Ayşe Kaptan Eczanesi olan mekânın içinde bulunan bir divan büyüklüğündeki dükkanının kapılarını Seyfi bey’e açar. İki katlı olan binanın üst katında Çoronik kalıyor, alt kattaki dükkânı ise Seyfi beyle paylaşmış oluyordu. Kendi eşyalarını bir kenara çekerek Seyfi beye yer açmış, hiç çekinmeden güzel yüreğini ortaya koymuştu. Bu tanışıklık sonucu Seyfi bey ile ailesi Çoronik’in manevi ailesi olmuştu. Seyfi beyin üç çocuğuna kendi çocukları gibi bakıp onları okutmuştu.  Manevi torunu Sevil hanım yaşlı gözlerle anlattığı dedesinin neden gerçek ailesini gizlediğini bir türlü anlayamıyor ve ekliyor: “Belki bir suçu vardı belki de ailevi nedenler…”  Sevil hanım da bilemiyordu gerçeği… Neden saklı tutmuştu ailesini? Bu sırrı içine gömüp güzel yüreğini yoksul ailelere, özellikle çocuklara açmış, ömür boyu kendini yoksullara adamıştır.

Güzel yürekli bir adam…
Hatta Belediye evlerinin yoksul Türklere kiralanması için zamanın Belediye İdare amiri Niyazi Sami Uludağ ile birlikte çok çalışmış. O kadar girişken biriymiş ki Komiserin makamına sorgusuz sualsiz giriyormuş. Türklerin Lefkoşa'da kendi belediyelerini kurmaları için İngiliz Sömürge İdaresi ile kavgaya tutuştuğu da söylenir.
“Bu Kıbrıs’ta yüzlerce çocuk sünnet ettiren, okutan, evlendiren ve karnını doyuran başka hiç kimse yoktur” diyor Sevil hanım. Yetmişli yıllardan önce yaşayan ve onu hatırlayan kime sorsanız, genel olarak öne çıkan özelliğinden bahsedecektir. Oysa öne çıkan özelliğinden kat kat daha güzel özellikleri vardı. Onun hayırını almış dünkü çocuklar,  bugünün yetişkinleri, onun güzel yüreğini hatırlıyorlar mı acaba?
“Yazdılar çizdiler hep küfürbazlığından bahsettiler. Hiçbir zaman kötü bir niyetle değildi söylediği sözler. Kimsenin kalbini kırmadı. Onun için eğlenceli bir oyundu yaptıkları söyledikleri.” diyen Sevil hanım, onun küfür olarak algılanan sözlerinin ‘Sevgi sözcükleri’ olduğunu söylüyor.  

Fotoğraflar, hatıralar ve cevaplanmayan kartlar…
Gerçek ailesi hakkında hiçbir bilgi edinemesek de ölümünden sonra manevi torunu Sevil Türksel’in özel bir kutuda özenle sakladığı fotoğrafları, ailesi ile çok yakın arkadaşlarının tebrik kartları, bilinmeyen bir hayatın sadece belli bir bölümünü aydınlatmaya doğru çıkıyorlar kapalı kutudan. Mustafa Hasan Çoronik’in gençlik yıllarında giydiği antik bir cepken de özenle korunmuş Sevil hanım tarafından. Saklanan belgeler içinde Çoronik’in çektiği fotoğrafları, başkaları tarafından çekilenler… 1936 tarihli İngiliz Hükümetinin ona verdiği vatandaşlık belgesi… Yargıçların fotoğrafları, Glafkos Kliridis’in onu ziyareti…1952, 1957 yıllarında hissesi olduğu Çetin Türkspor Limited hisse senetleri… Belgeler içinde bulunan çoğunluğu Tarsus’tan gönderilen bayram tebriği ve yeni yıl kartları… Lefkoşa Türk Belediyesi’ne seçildiği zaman İsmet İnönü’nün kendisine gönderdiği tebrik telgrafı, Belediye Azası iken çıkarttığı şahsına ait kart, Belediye azası adaylığını koyduğuna ilişkin gazetede yayımlanan ilanı, milli günlerde başı çeken ve en önde yürüyen kutlama törenleri, sünnet ettirdiği çocuklar, 1952 yılında, Hasan Fahri Uzman, Dr. Fazıl Küçük ve Hayri Avkıran ile birlikte Lefkoşa Belediye Meclisi’nin seçilmiş Türk üyeleri ile Rum üyeleriyle birlikte çekilmiş fotoğraf ve hayatı boyunca sır gibi sakladığı ve bu belgelerden gerçek ailesi tarafından gönderildiği tahminlerinde bulunduğumuz tebrik kartları… Fakat hiçbir zaman cevaplanmayan kartlar!.. 
‘Dayıcığım’ diye hitap ettiği kartların çoğunluğu bayram ve yeni yıl kutlamalarını içeriyor. Bu kartların çoğunluğu Tarsus’tan gönderilmiş ve Darendeoğlu imzasını taşıyor. Tarsus’taki Darendeoğlu soyadlı ailenin kim olduğunu öğrenemesek de öyle bir kart vardı ki içlerinde yazılmış, çok şeyi anlatır gibiydi… Yüreğimizin dayanması mümkün değil!..
‘Sevgili Dayıcığım, bayramınızı candan kutlar ellerinizden öperiz.
Dayıcığım mektuplarımıza niçin cevap vermiyorsunuz. Bekliyoruz.
Yeğenin Şefika Darendeoğlu’

Ailesi’nden hiç söz etmedi
Gün olmuyordu ki Sarayönü’nde bulunan dükkanının önünden geçenlerle ‘o ünlü’ selamlaşmayı yapmasın. Bu kendi tarzıyla seslendiği insanların önce tepkilerini, sonra da sevgilerini kazanan bu adam, neden ailesinden tek bir kelime bile söz etmemişti? Neden sevdiklerinden uzaklaşmıştı? Neden ailesini bu kadar gizli tutmuştu? Mutlaka bir nedeni olmalı. Fakat elimizdeki belgelerle ancak bu kadarını aydınlatmaya gücümüz yetiyor Sarayönü’nün sevgili Çoronik’ini.
Çoronik öyle bir kişilikti ki dükkanının önünden geçen kadın olsun, çocuk olsun, muhtaç biri olsun onun hürmetli elleriyle ve insanlığıyla karşılaşıyordu. Sevil hanımın çocukluk yıllarına ait bir anısını anlatırken: “O zamanlar çocuktum, hamile bir kadın geçiyordu dükkanının önünden. Karşıda arabacıkların içinde satılan kavunu tartmadan, fiyatından daha fazla ödeyerek alıp hamile kadına vermiş. Kadın şaşırmış tabii ki… Dedem “kokusu var hanım. Sevaptır” demiş. 
Sevil hanım’ın anlattığına göre her yıl otuz kırk kadar çocuğu sünnet ettirip onlarca fakir çocuğu okutuyordu. Fakirlere ve çocuklara yardımı adet edinmişti. Bunun için kazancının bir miktarını biriktirir, maddi gücü olmayan fakir ailelerin çocuklarını okutuyordu. Bir gün Sevil hanım, bir kutunun içine para attığına şahit olunca: “Dede niçin atan bu paraları!” diye sormuş. O da: “Bunlar fakir çocuklarındır” demiş. Bugün birer yetişkin olan bu çocuklar bu hayırlı insanı hatırlıyorlar mı acaba?  

Küfür değil, sevgi sözcükleri
Nasıl bir adamdı bu Çoronik? Sarayönü’nde gelene geçene ‘Be p…k, be koç!’ diye millete bağırsın, küfretsin, diğer taraftan gönlü bollukla, yüreği toklukla sarsın herkesi… Yüreği ne kadar da asil ne kadar merhametliymiş. Meğer onun bu küfür sözcüklerini bir çeşit sevginin farklı yansıması olarak değerlendirmek gerektirdiğine değiniyor Sevil hanım. İnsanlarla iletişimin farklı bir versiyonu olmalı bu!.. Alışılmışın dışında… Sövmeli, küfürlü ve eğlenceye dönüşümlü… Zaten böyle olmasaydı Çoronik de olmazdı Sarayönü’nde ve hayatımızda… Kötülük olsaydı yüreğinde kim bakardı yüzüne? Kim oyunu verip onu Belediye Meclis üyesi seçerdi? Koskoca mahkemeyi kim ‘susa’ durdurabilirdi? Herkesin sevgilisiydi Çoronik. O sevgisini dışarıya Kıbrıslıca yansıtıyordu. Ve bugüne kadar hiç eksilmeyen bir ilginin odağı olmayı başarmıştır. Onu tanımayan insanlar ona mahkemede dava açarlar, ancak sonunda o kazanırdı. Yine kendi usulüyle herkesin sevgisi ile hoşgörüsünü kazanarak... Büyük bir milliyetçiydi, milli bayramlarda en önde yürüyüp herkese heyecan katardı. Manevi oğlu Muharrem beyin anlattığına göre, Belediye Meclis Üyeliği yaptığı yıllarda bir de bando takımının kurulması için girişimler başlatmıştı.

Dr. Küçük ve Çoronik
Hele bir de Dr. Fazıl Küçük ile aralarında olan, kendiyle özdeşleşen diyaloglar havada uçuşurdu. Dr. Fazıl Küçük ile yapılan karşılıklı atışmalar bugün bile anımsanmaktadır. Ne enteresandır ki Dr. Fazıl Küçük’ün de Çoronik’den aşağı kalır yanı yoktu. Dr. Küçük için Çoronik’siz bir günün geçmesi, verimsiz bir günün başlangıcı demekti. Adeta bağımlılık yapmıştı özellikle, Dr. Fazıl Küçük ve Rauf R. Denktaş’ta… Siyasilerin odak noktasıydı Çoronik… Çoronik de onları rahat bırakmazdı.
Anlatıldığına göre Dr. Fazıl Küçük gazetesinde çalıştığı sıralarda bunaldığında gidip Çoronik’e takılır, böylece kendine geldikten sonra tekrar işinin başına dönerdi. Çoronik her sabah Dr. Fazıl Küçük’ün dükkânının önünden geçerdi. Fakat, bir gün, önceden ne olduysa olmuş, ertesi sabah Çoronik yola birkaç sandalye koymuş. Dr. Fazıl Küçük yolun ortasındaki sandalyeleri görünce öfkeyle durmuş, o gün de çok önemli bir toplantısı varmış Dr. Fazıl Küçük’ün. Çoronik sandalyeleri bir türlü çekmiyormuş, ta ki Dr. Fazıl Küçük’le yaptığı düellodan zaferle çıkına kadar, yolu kapalı tutmuş…
Bir dönemin Lefkoşalıları onun Sarayönü’nde küçük bir dükkanda tellalık yaptığını bilirler. Lefkoşa sakinlerinin tanıdığı Çoronik kel kafalı dazlaktır. Sırf böyle olsun diye hergün berbere gittiği söylenirmiş. Oysa onun kel kafalı olmasının nedeni, kırklı yaşlarda tifoya yakalanmış bu yüzden kel oluncaya kadar saçları dökülmeye başlamıştı… Hiç evlenmemişti. Sabahları bir bardak Gıbrıs Gonyağı ve yanında ise bir kuru baklavayla güne başlar, akşam üzeri de dükkanının önünde masa kurup Kıbrıs usulü içmeye başlardı. Ama Ramazan geldi mi orucunu tutar, her akşamüstü elinde birkaç Ramazan çöreğini Avukat Ali Dana ile Avukat Menteş Aziz’in evlerine götürürdü. Herhangi bir ihtiyacından değil, saygıdan… Kalanları da gelene geçene ve manevi ailesinin evine götürürdü.
Hayatı ile ilgili kimseyle konuşmayan Çoronik, hayatındaki çok bilinmezlerle birlikte 11 Ekim 1977 yılında vefat etmiştir.
Mustafa Çoronik, Ciğerci Ahmet’in yakın arkadaşlarından biriydi. Ciğerci Ahmet’in anlattığına göre sürekli mekanına gider, yer içerdi.  Aralarında herhangi bir küfür diyaloğunun hiçbir zaman yaşanmadığını söylemektedir.  Nedeni ise Ciğerci Ahmet’ten yaşça çok büyük olmasıydı. Yani nerede duracağını iyi biliyordu Çoronik. Küçüklerine saygılı ve merhametli biriydi.
İşte bu özelliklerinden dolayı, Sarayönü’nün ünlü kişileri arasında Dellal Salim, Garanfilli, Osman Gezer, Eczacı Macit ve daha nicelerinin olmasına rağmen Çoronik’in yeri ayrıdır onlardan. Onların da hakkını vermek gerek. Onlar da bir renk cümbüşüydü Sarayönü’nde ama Çoronik’in asil ruhunu taşımak herkese nasip olamamıştır.  

***

Çoronik ve hikayeleri

Çoronik ve Dr. Küçük arasındaki fıkra gibi olaylardan biri;

Gün gelir Çoronik pek görünmez olmuş! Çoronik ortalarda yok! Nereye gitmişti? Herkes merak içindeymiş… Aslında Çoronik dükkanındaymış ama o meşhur sözlerini söylemez, şakalarını yapmaz olmuş. Sarayönü hüzüne boğulmuş. Dr. Küçük’e haber vermişler, o da hemen harekete geçmiş. Çoronik dürtülmeli! Küfürlü ve nükteli laf atması sağlanmalıydı!
Dr. Küçük, Lefkoşa Sarayönü’ne gider; Çoronik’in önünden bir aşağı bir yukarı geçer; ancak Çoronik hiç oralı olmaz. Çoronik’in ilgisizliğine çok içerler!
Dr. Küçük dönemin Yüksek Mahkeme Başkanı Zeka Bey’i arar, sorgulanması için Çoronik’i tutuklatır. Zeka Bey’in başkanlığında Lefkoşa’da Mahkeme kurulur, polis Çoronik’i mahkemeye çıkarır. Dr. Küçük de mahkemede oturmuş bekliyormuş!
Çoronik Mahkeme huzurunda Dr. Küçük ile göz göze gelmiş!
Ve Dr. Küçük’e şöyle demiş: “Ne yaparsan yap, sana sövmeyeceğim be p…..nk!.”

***

Çoronikle ilgili yaşanan başka bir olay daha anlatılır;

Bir gün Çoronik birine p…nk diye sövünce, kendisini mahkemede bulmuş...
Hakim, Çoronik’i haksız bularak 5 Kıbrıs Lirası para cezasına çarptırmış...
Çoronik cezaya bozulmuş ama çıkarıp 5 lirasını ödemiş…
Sonra bir 5 lira daha çıkarıp hakime vermiş...
Hakim şaşırıp sormuş: “Bu niye?..”
Çoronik: “Madem p….enk diye sövmenin cezası 5 liradır, sen da p…..ksin hakim bey” demiş...

Nükteli hikayeleri o kadar çok ki, toparlanabilse kitaplar yazılır. Sarayönü bu güzel insanın esprileriyle hala çınlar durur. O hayatını sadece bu noktada kurar. Sanki bu noktadan başlanmasını ister gibi…

Bu haber toplam 8966 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 119. Sayısı

Adres Kıbrıs 119. Sayısı