1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Normalliğin Sınırları
Normalliğin Sınırları

Normalliğin Sınırları

Normalliğin Sınırları

A+A-


        
Besire Paralik
besireparalik@gmail.com

Normallik dilimize yapışan, birçok tanımlama için kullandığımız yaygın bir sıfat olmasının yanında, yarattığı rutin ve tanımlamalara getirdiği bilinirlik sayesinde, güvenli bir alan yaratır. Buna karşılık normal olmayanın tehdit olarak algılanması, bu tehdidin ortadan kaldırılması çabasını da beraberinde getirir. Bu çabanın kendi içinde yetersiz kaldığı durumlarda, normalin öteki ile olan savaşı nefret söylemini de kapsayan birçok şiddet biçimine neden olur. 1980’li yıllarda eşcinsel bireyleri aşağılamak için, sıfat bazında kullanılan ‘‘queer’’ (kuir) sözcüğü, 1990’lı yıllara gelindiğinde akademik alanda ve politik söylemlerde cinsiyet ve cinsel yönelim kavramlarına yeni bir tartışma alanı yaratır. Takip eden yıllarda gelişen queer teori, sadece heteronormatif düzene değil, lgbt politikalarının ideolojik diline de eleştiri getirerek, toplumsal normların dışladığı kimliklerin ‘‘normallik’’ algısını hedef alarak yeni bir söylem üretir. Bir başka deyişle, queer teori heteroseksüel kimliklerin egemen pozisyonda olduğu heteronormatif yapı yanında, lgbt hareketinin heteroseksüel kimliklerden farklı olmadığını savunan ‘‘normalleşme’’ politikalarına da karşı çıkar. Dünya genelinde ilk kez 1969 yılında Amerika’da başlayan lgbt hareketin, başlarda normalliğe karşı duran muhalif yapısının zaman içinde normalin bir parçası olmaya yönelik ürettiği söylemler ise dikkat çekicidir.

Queer teori genel hatlarıyla normale ve normalleştirmeye karşı durur. Bunu yaparken de sosyal ve politik güç ilişkilerinin, cinsellik olgusuna etkilerini eleştirir. Keza Foucault’nun argümanlarında cinsel arzu, kişilerin doğuştan getirdikleri bir özellikten öte, tarihsel, sosyal ve kültürel olarak yapılandırılan bir olgu olarak tanımlanır . Bununla bağlantılı olarak birer güç mekanizması olan kilise ve hukukun, cinsellik olgusunu sistemin arzu ettiği şekilde kişisel ve toplumsal algıya yerleştirdiğini savunur. Kıbrıs’taki lgbt kimliklerin bu düzlemde toplum tarafından nasıl algılandığı, otorite mekanizmalarından biri olan hukuk sisteminin incelenmesi neticesinde saptanabilir. İngiliz sömürge döneminden kalan kktc ceza yasasının, yakın geçmişe kadar eşcinselliği suç olarak tanımlaması, toplumsal algının eşcinselliğe yönelik bakış açısını olumsuz yönde şekillendirmiştir. Foucault’ya göre din ve hukuk gibi mekanizmaların cinsellik olgusuna olan müdahalesini, on dokuzuncu yüzyılda tıp literatürünün eşcinselliği patolojik bir durum olarak sınıflandırması izler. Foucault ayrıca eşcinselliğin hastalık olarak sınıflandırılmasının, kapitalist sistemle bağlantılı olarak gelişen bir ideolojinin ürünü olduğu tespitini yapar. Şöyle ki tıp bilimi, heteroseksüel pratikleri normalleştirerek üreme ve devamında işgücüne dayalı bir dinamiğin oluşmasına aracı olarak, kapitalist düzenin korunması hedefini taşır. Böylece heteroseksüel aile ve evlilik kavramları toplumlara kutsal kurum olarak empoze edilir. Psikiyatrinin temel yapı taşlarının, sistemin bir uzantısı olduğunu gösteren bu durum, zaman içinde dönüştürülüp eşcinselliğin hastalık olmadığı gerçeğini ortaya çıkarsa da, kimlikleri sisteme göre şekillendirip normallik tarafından asimile eden yapısı normali muhafaza etmeye devam eder. Bu durum Kıbrıs’ta psikiyatrinin lgbt kimliklere yaklaşımının sorgulanmasının nedenleri arasındadır. 

Diğer birçok ülkede olduğu gibi Kıbrıs’ta da kutsallaştırılan heteroseksüel evlilik, aile kurumu, ‘‘normal’’ olarak tanımlanan belli başlı cinsiyet rolleri ve kategorileri, kapitalist sistem ile yakından alakalıdır. Cinsiyet kategorilerinin içini dolduran pratiklerin toplumda içselleştirilmesine aracı olan kontrol mekanizmaları, bireysel özgürlükleri kısıtlayıp ‘‘gelenek’’ adı altında sıradanlaştırarak, toplumun geneli tarafından benimsenmesi gereken kurallar hâline dönüştürür. Daha da önemlisi, kurgulanan sıradanlık, bu kuralların zoraki olmadığı yanılgısı yaratarak, bireylerin cinsiyet rollerini doğuştan gelen özellikler olarak algılamalarına sebep olur.

Kapitalist ve ataerkil sistemin cinsiyetleri kontrol etmek üzere yapılandırdığı bu düzen, normal olarak tanımlananın, öteki olan üzerinde egemenlik kurmasına imkân yaratır. Böyle bir ortamda normalin ötekiyi ezmek üzere geliştirdiği argümanların; eşitlikçi görüşten uzak, içi boş ezberlerden ibaret olduğunu söylemek yanlış olmaz. Örneğin Kıbrıs’ın kuzeyinde baskın bir din faktöründen söz edilemezken, söz konusu lgbt kimliklere karşı bir duruş olunca, savunulan argüman dine aykırılık üzerinden ilerleyebilir. Aynı şekilde lgbt kimlikler din, özcülük ve ahlaki açıdan değerlendiriliyorsa, devamında ‘‘insan doğasına aykırıdır’’ görüşü savunulabilir.

İnsan doğasının belli başlı kategorilere sığdırılması toplum içerisinde normalin ve buna bağlı olarak nasıl yaşanması gerektiğinin tanımını daha görünür kıldığından, çoğu zaman bu kategorilere ihtiyaç duyulur. Belirsizliğin, isimsizliğin ve tanımlanamazlığın insanları ürküten faktörler olduğu bazı bilimciler tarafından araştırılmış ve kişilerin kendilerini ve toplumdaki diğer bireyleri kategorize etmek istemelerinin altında benzerlik ilişkisi, beraberlik ve kabul görme gibi faktörlerin rol oynadığı bulunmuştur . Öte yandan tüm cinsiyet kategorilerine karşı çıkan queer teori, lgbt bireylerin kendilerini kimliklerle açıklamalarına karşı çıkarak, kimliklerin sınırları olduğunu, lgbt kimlikleşmesinin tıpkı heteroseksüel kimlikleşmede olduğu gibi kendi içerisinde normatif değerler oluşturacağını söyler. Öyle ki homonormatif değerlere sahip olan bir lgbt algısı ya da politik hareketi, kendi içinde oluşturduğu normlar aracılığıyla ötekinin ötekisini yaratarak normalin içine dâhil olmayı hedefler. 2013 yılında yapılan bir araştırma sonucunun bulgularına göre, kendilerini ‘‘maskülen eşcinsel erkek’’ olarak tanımlayan bireylerin, aynı zamanda kendilerini ‘‘normal’’ kategorisine yerleştirdikleri rapor edilirken, bu kişilerin ‘‘feminen’’ olarak tanımladıkları eşcinsel erkekleri normal kategorisinden dışlayarak öteki konumuna yerleştirildikleri ortaya çıkmıştır .

Queer teorinin önemli temsilcilerinden biri olan Butler, durağan ve katı cinsiyet kategorilerine karşı duran görüşe ek olarak, lgbt bireylerin toplumda yaşayabilmelerinin şartını, sistem tarafından öteki olarak tanımlanmasına bağlar . Keza kelime anlamı tuhaf, garip, sapkın olarak açıklanan queer, hiçbir şekilde normallik tanımının içine sığdırılamayan akışkan bir özellik taşır. Cinsiyet kavramını günlük yaşamda performe edilen davranışların bütünü olarak açıklayan Butler, cinsiyeti ve cinsel yönelimi durağan kalıplarından çıkararak ucu açık bir tanımlama getirir. Bu noktada kritik bir soru işaretinin belirmesi kaçınılmazdır: Normalliği öğreten, normal davranıp düşünülmesi gerektiğini belirleyen kuralların, kategorilere getirdiği sınır çizgileri, insan doğasına getirilen bir müdahale olarak açıklanabilir mi?

--------------------

Spargo,T (1999). Foucault and Queer Theory.
  Turner, J. C., Brown, R. J., & Tajfel, H. (1979) Social comparison and group interest in ingroup favouritism. European Journal of Social Psychology, Vol. 9, p. 187-204.
Cobb, R. A., Walsh C. E., & Priest J. B. (2009). The Cognitive-Active Gender Role Identification Continuum. Journal of Feminist Family Therapy Vol 21, Issue 2.
  Bogetić K. (2013). Normal straight gays: Lexical collocations and ideologies of masculinity in personal ads of Serbian gay teenagers. Gender & Language; Vol. 7 Issue 3, p. 333.
  Butler, J. (2004). Undoing Gender. New York: Routledge.

Bu haber toplam 3377 defa okunmuştur
Gaile 313. Sayısı

Gaile 313. Sayısı