1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Katledilişinin 75. Yılında Lev Troçki 20. Yüzyılın Şafağından Asrın Gece Yarısına!
Katledilişinin 75. Yılında Lev Troçki 20. Yüzyılın Şafağından Asrın Gece Yarısına!

Katledilişinin 75. Yılında Lev Troçki 20. Yüzyılın Şafağından Asrın Gece Yarısına!

Katledilişinin 75. Yılında Lev Troçki 20. Yüzyılın Şafağından Asrın Gece Yarısına!

A+A-

 

Hasan Yıkıcı
hasanykc@gmail.com

Bundan tam 75 yıl önce, 21 Ağustos 1940’da Bolşevik devrimi kuşağının son temsilcisi Lev Davidoviç Bronştayn, nam-ı diğer Troçki, Stalin’in ajanı Roman Mercader tarafından sürgünde bulunduğu Meksika’da katledilir.  Gazeteci kılığında Troçki’nin kaldığı eve gelen Mercader, okuması için Troçki’ye el yazması bir kitap uzatır. Kitaba göz atmak için boynunu eğdiği sırada, katili Troçki’nin kafasına buz kıracağı ile vurur.  Troçki’nin ölmeden önceki sözleri, “Onu öldürmeyin, anlatacak şeyleri var” ve “Dördüncü Enternasyonal’in zaferinden eminim, ileri” olur!
Katledilişinin 75’inci sene-i devriyesinde Troçki’den bahsetmek, bugün için ne anlam ifade edebilir? Nostaljik bir hatırlama ve anma eylemini mi, yoksa tarihe takılıp kalmış, geçmişi menkıbeler düzeyinde tekrar edip duran pürüzsüz bir dogmatizmi mi teşkil eder?
Kuşkusuz sosyalist hareket içerisinde her iki gediğe de düşen ve kendi yarattığı gerçeklikten çıkmaya korkan pek çok hizip, fraksiyon veya grup vardır. Bunların farklı farklı geleneklerden ve devrimci okullardan olması bu gerçekliği değiştirmez. Fakat burada Troçki’nin bir yandan Stalinizm diğer yandan da faşizmler ve kapitalist kriz koşullarında Marksizm savunusunu yılmaz bir biçimde yapması ve devrimci teoriye katkıları, bugün hâlâ Troçki’den bahsedilmesinin dayanağıdır. 1905 devriminden başlayarak Sürekli Devrim teorisinin geliştirilmesinden, ölümünün arifesinde kaleme aldığı 4. Enternasyonalin kurucu metni Geçiş Programı’na kadar Troçki, çağdaş marksizmi diri tutmanın da ötesinde ona yaptığı katkılarla adından söz ettirir. Bunları kısaca hatırlamak ve günümüz mücadeleleri için ne anlam ifade ettiğini tartışmak, sadece bir anma yazısının ötesinde, sınıf mücadelesine dair programatik zemine de dokunmak anlamına gelmektedir.

Sürekli Devrim
Troçki 1905 devrim yenilgisinin ardından, köklerini Marx’ın 1848 ve 1850 devrimlerinden çıkardığı sonuçlara dayandırdığı Sürekli Devrim teorisini geliştirmeye başlar. Troçki’nin daha sonraki tüm mücadele hayatının teorik ve pratik zeminini şekillendirecek olan Sürekli Devrim teorisi, geri kalmış veya sömürge, yarı-sömürge ülkelerdeki mücadeleler için geliştirilmişti. Ana hatları ile sürekli devrim, geri kalmış veya sömürge ülkelerde burjuvazinin, burjuva demokratik devrimlerin görevini yerine getiremeyeceği tespitinden hareket eder. Köylülüğün devrimci önemini küçümsemeyen Troçki, ancak sayısal olarak zayıf olsa bile “sadece sınıf partisi olarak örgütlenmiş proletaryanın” devrime öncülük edebileceğini savunur.
Geri kalmış ülkelerde devrim burjuva sınıfına emanet edilmek ve aşamalara bölmek yerine, devrimi demokratik aşamada durdurma değil, sürekli bir hâlde işçi sınıfı öncülüğünde sosyalist bir niteliğe büründürmeden bahseden Troçki, sosyalizmi kutsal bir ‘an’a değil, tam tersine devrimle başlayan bir ‘deri değiştirme’ sürecine benzetir.
Troçki sürekli devrim teorisinin temelini, Sonuçlar ve Olasılıklar kitabında şöyle açıklar: “Gecikmiş bir burjuva gelişimi yaşayan ülkeler açısından, özellikle de sömürge ve yarı-sömürge ülkeler açısından, sürekli devrim teorisinin anlamı... bu ülkelerde ulusal kurtuluşun ve demokratik görevlerin tam ve gerçek çözümü, ancak boyunduruk altındaki ulusun ve en önemlisi de köylü kitlelerinin önderi olarak proletaryanın diktatörlüğü ile mümkündür!”
Troçki’nin ve devrimci Marksist geleneğin sınıf uzlaşmazlığının en berrak biçimde dışa vurduğu sürekli devrim teorisi, neredeyse tüm yüzyıl boyunca stalinizmin teorize edip dünya sosyalist hareketin ideolojik temeli hâline getirdiği aşamalı devrim teziyle çatışacaktı.  Sovyetler Birliği tarafından dünyanın pek çok ülkesindeki sınıf mücadelelerine ikame ettirilen aşamalı devrim siyaseti, devrimci yükselişin olduğu ülkelerde burjuvaziyle ittifak politikasına dayanmaktaydı. Halk Cephesi pratikleri bunun en net fakat bir o kadar da trajik örnekleri olurken, Yugoslavya’da Tito, Stalin’in aşamalı devrim politikasını reddi olarak kendine özgün devrimini gerçekleştirecekti. Yugoslav devrimi her ne kadar sürekli devrim açısından bir başarı kaydetse de, devrimin ardından işleyen süreç bir başka bürokratik düzenin oluşmasına ve devrimin ilerleyememesine neden olmuştu.
Fakat sürekli devrim tezi sadece bundan ibaret değil, tamamlayıcı bir unsur olarak tek ülkede sosyalizmin de imkânsızlığına dayanmaktaydı.

Tek Ülkede Sosyalizm ve Dünya Devrimi!
Troçki iktidarın işçi sınıfının eline geçmesinin, devrimin tamamlanacağı anlamına gelmediğini, sadece işçi sınıfının devrimi başlatmış olacağı anlamına geldiğini savunur ve şöyle yazar: “Sosyalist inşa, ulusal ve uluslararası ölçekte sınıf mücadelesi temeli üzerinde mümkündür ancak. ... İster demokratik devrimi daha dün gerçekleştirmiş bir geri ülkede olsun, ister ardında uzun bir demokrasi ve parlamentarizm dönemi bulunan eski bir kapitalist ülkede, genel olarak sosyalist devrimin süreklilik niteliği de burada yatmaktadır.”
Sosyalist devrimin ulusal sınırlar içerisinde tamamlanmasının imkânsız olduğu, yaşanan pratiklerin ardından bugün artık nerdeyse herkes tarafından genel kabul görmekte.
Troçki bu satırları İstanbul’da sürgünde olduğu 1929 yılında yazar ve devam eder: “Sosyalist devrim ulusal arenada başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya arenasında tamamlanır. Böylece sosyalist devrim sürekli bir devrim hâline gelir.”
Bu görüşlerin tarihsel olarak haklılığı veya Sovyetler Birliği’ndeki tek ülkede sosyalizm tezinin ne kadar dayanaksız olduğu noktasındaki değeri ve gücü apaçık ortadadır. Fakat bugün gerek Latin Amerika’daki Bolivarcı süreçlere gerekse de Yunanistan’daki devrimci dalganın iktidara taşıdığı SYRİZA deneyimine baktığımızda sürekli devrim tezinin güncelliğini koruduğunu ve günümüzün koşullarına ve mücadelelerine özgün bir biçimde uyarlanması gerektiğini görürüz. Çünkü hem Latin Amerika devrimleri hem de Avrupa’nın zayıf halkalarında meydana gelen devrimci kalkışmalar, uluslararası alanda sınıf mücadelelerinin kat ettiği yol ile kader birliği içerisindedir.

İhanete Uğrayan Devrim
Troçki sürekli devrimden kalkarak, Stalinist rejimi ve tek ülkede sosyalizmin imkânsızlığını hayatı boyunca işler. İhanete Uğrayan Devrim kitabında Troçki, Sovyetler Birliği’ndeki bürokratizmin ve tek ülkede sosyalizmin yükselişini analiz ederek, Marksist temelde bir eleştiriye tabii tutar.
Troçki iki olasılıktan söz eder:  Sovyetler Birliği ya süreç içerisinde burjuva bir devrim ile çökecekti ya da Avrupa’da yaşanacak işçi devrimleri Sovyetlerin kendi iç dinamiklerini de etkiyecek ve devrimci süreç yeniden başlayacaktı. Yani ya Sovyetleri kurtaracak bir işçi devrimi ya da kapitalist restorasyon! Troçki “siyasal vasiyetimdir” dediği İhanete Uğrayan Devrim kitabında şöyle yazıyordu: “Bürokrat mı işçi devletini yiyip bitirecek yoksa işçi sınıfı mı bürokratın bu yıkıcılığına son verecek? Sovyetler Birliğinin kaderini bu sorunun yanıtı belirleyecek.” (i)
Yine ilerleyen satırlarda Troçki, bir işçi devrimiyle beraber Sovyetlerin kurtulamaması durumunda kapitalist restorasyonun da mümkün olduğuna değinir ve şöyle der: “Planlı ekonominin kalktığı bir Sovyetler Birliği kısa sürede onlarca yıl geriye sürüklenir. Bürokrasi bu ekonomiyi muhafaza ederken zorunlu bir işlevi yerine getiriyor. Ama bu işlevi öyle bir tarzda sürdürüyor ki, sistemin içeriden dinamitlenmesiyle devrimin kazanımlarının da tehdit altına girmesinin zeminini oluşturuyor.”
1980’lerle başlayan ve Sovyetlerin çözülmesiyle sonuçlanan Glasnot ve Perestorayka döneminin aslında bir diğer adı Troçki’nin İhanete Uğrayan Devrim’de yazdığı ‘kapitalist restorasyon’ idi aslında!
Sovyetler Birliğini Marksist bir temel üzerinden eleştiren Troçki, hiçbir zaman Sovyetlerin bürokratikleşmesini tek bir adam üzerine yıkmadı. Tam tersi batıdaki devrimlerin başarısızlığıyla Sovyet devriminin yalnızlaşması, Rusya’nın üretimden düşüşü ve iç savaşın ertesindeki yıkım koşulları, stalinizmin ve Sovyet bürokratizminin maddi zeminini oluşturur. Buradaki nokta, Stalin’in ve bürokrasinin bir karşı devrim olarak bu koşullar üzerinden yükselmesi idi.
Avrupa’daki ve dünyadaki komünist hareketler, kendi ülkelerinin koşullarına veya gerçekliğine göre değil, SSCB bürokrasisinin iktidar çıkarlarına göre kurgulanıyordu. III. Enternasyonal’in ilk dört kongresinin ardından Enternasyonal örgütü, dünya sosyalist devrimi için değil, Sovyetler Birliği bürokrasisinin uluslararası çıkarları ve güvenliği için politikalar üretmeye başlamıştı. Öyle ki Stalin günü geldiğinde ‘resmi’ olarak komünizme geçildiğini ilan ettiği gibi, III. Enternasyonal’e de artık gerek kalmadığını söyleyip kapısına kilidi vuracaktı. Tek ülkede sosyalizm, 2. Dünya savaşından sonra Sovyetlerin ileri karakollarının da varlığıyla Stalinizm tarafından daha da güçlendirilecek ve artık dünya devrimi gayesinden tamamen vazgeçilerek süreç içerisinde ‘barış içinde bir arada yaşamak’ gibi gerici tezler üretilecekti.
Troçki, Sovyet Birliği’nin ilk yıllarından itibaren yaşamı boyunca, Sovyet bürokrasisini eleştirerek alternatif devrimci hattın inşası için uğraşır.  Sovyetlerin daha ilk yıllarında yeni şekillenmeye başlayan bürokratik kastı eleştirdiği yazılarının “Yeni Yol” başlığı altında toplar. Daha sonra ise Parti içinde Sol muhalefet grubunu kurar. Fakat kısa sürede Stalin’in ipleri eline geçirmesinin ardından, Troçki için hayatının  sonuna kadar sürecek bir sürgün dönemi başlar. Bu dönem onu, bir yandan faşizme karşı mücadele stratejisini geliştirmeye diğer yandan da hayatımın en önemli işi dediği 4. Enternasyonal’in kuruluşuna götürecektir.

Faşizme Karşı Birleşik Cephe!
Troçki, faşizmi kısaca ‘devrim karşısında burjuvazinin nihai çözümü olarak’ tanımlar. Sermaye birikimi yapamadığı koşullarda burjuvazinin faşizme sarıldığını ve parlamenter demokrasinin burjuvazinin iktidarını sürdürmesinin tek yolu olmadığını savunan Troçki, burjuvazinin işçi hareketini ve devrimi sadece polis veya asker yoluyla ezemeyeceğini bunun için kitle hareketine de ihtiyaç duyduğunu yazar.
Almanya’da Nazizmin yükselişi sırasında III. Enternasyonal sosyal demokrasi ile faşizmi bir tutan ‘üçüncü dönem’ politikaları izlemeye başlar. Buna göre sosyal demokrasi de faşizmin bir türü olarak sosyal faşizm diye nitelendiriliyor ve Alman Komünist Partisi’nin sosyal demokratlarla iş birliği yapmaması gerektiği savunuluyordu. Bununla da kalmayarak sosyal demokrat sendikalar içerisinden Komünist Partiye üye binlerce işçinin ayrılması ve başka sendika kurmaları yönünde strateji geliştiriliyordu.  Böylece Almanya’daki işçi hareketi bölünmüş ve işçilerin faşizme karşı tabanda birlikte hareket etmesi neredeyse imkânsız hâle gelmişti. Troçki, tabanda işçilerin faşizme karşı ortak mücadelesini savunuyor ve bunu da birleşik işçi cephesi olarak tanımlıyordu.
Troçki Birleşik İşçi Cephesi taktiğini faşizm tehlikesi olan tüm ülkeler için savunurken stalinizm Halk Cephesi formülünü icat ederek, başta Fransa ve İspanya olmak üzere, faşizme karşı mücadelede Sovyet çıkarlarını ön plana atarak, söz konusu ülkelerdeki mücadelelere önemli ölçüde zarar verdi. Troçki ‘Birleşik İşçi Cephesi’ ile sınıf dinamizmi ve devrimciliğini ön plana çıkartırken, Halk Cephesi politikaları düzen içerisinde faşizme karşı mücadele zemininde kalıyordu. Bunun en dramatik örneğini İspanya’da yaşandı.

IV. Enternasyonal’in Kuruluşu
1938 yılında Paris’te küçük bir mekânda kuruluşunun temelleri atılan Dördüncü Enternasyonal’i Ernest Mandel kuruluş kongresini şöyle tanımlıyor: “Bu kongre, daha önce komünist partiler içindeki Sol Muhalefet saflarındaki aktivistlerce, uluslararası işçi sınıfı öncüsünün 1933 Hitler öncesindeki Alman işçi hareketinin çöküşünden gerekli sonuçları çıkarması için harcanan çapaların doruk noktasıydı. İkinci ve üçüncü enternasyonaller dünya sosyalist devrimi önünde dev birer bürokratik engel hâline gelmişti. Devrimin zaferi için gerekli yeni bir araç yaratılmalıydı: Proletaryanın yeni bir devrimci enternasyonali.”
Ernest Mandel IV. Enternasyonalin 40.yıl dönümünde bu satırları kaleme almıştı. Fakat ‘proletaryanın yeni devrimci enternasyonali’ esas gailesini yerine getirememişti. Buna ne nesnel koşullar izin vermişti ne de öznel koşullar. Yeni kurulan enternasyonal Troçki’nin öngörülerinin aksine hiçbir zaman kitleselleşememişti.
François Sabado IV. Enternasyonal’in tarihsel misyonu ve işleviyle ilgili şu tespitlerde bulunmaktadır:
“IV. Enternasyonal, ‘asrın gece yarısında’, faşizm zincirlerinden boşanırken, stalinizm işçi hareketini nefessiz bırakırken kuruldu. Önceki Enternasyonallerden farklı olarak arkasında büyüyen bir işçi hareketi yoktu ve sınıf mücadelesi dalgalarının üzerine oturmamıştı. I. Enternasyonal Avrupa’daki 1848 devrimci patlamalarını takip etmişti. II. Enternasyonal 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında işçi hareketinin büyümesini ve örgütlenişini cisimleştirmişti. III. Enternasyonal ise Rus devriminin ardından atılım yaşamıştı. Fakat IV. Enternasyonal işçi hareketinin büyük çaplı tarihsel yenilgiler yaşadığı bir dönemde akıntıya karşı yüzmek durumunda kaldı. Ve tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nın ve Rus devriminin sonrasındaki 3. Enternasyonal gibi IV. Enternasyonal’in de savaş sonrasında bir kitle enternasyonaline dönüşeceğine dair kimi öngörülerin (özellikle de Troçki’nin) aksine bizim enternasyonalimiz bir azınlık örgütü olarak kalacaktı.
Ama esasında, IV. Enternasyonal’in kuruluşunu haklılaştıran, dönemin konjonktürüne verilen yanıtlar veya öngörüler değil, sosyal demokrasinin ve stalinizmin ihanetleri karşısında tarihsel bir alternatifi, devrimci işçi hareketinin teorik, politik, programatik canlılığını ve sürekliliğini sağlayacak yeni bir siyasal akımı oluşturma gerekliliğiydi. Söz konusu olan bir ‘troçkist enternasyonali’ ilan etmek değil, savaşla birlikte her şeyin darmadağın olduğu bir dönemde, devrimci marksizmin kazanımlarını muhafaza etmekti. Fakat amaç elbette bu kazanımları, daha iyi günleri bekleyerek “dondurmak” değil, siyasal mücadeleye ve devrimci partilerin inşasına katkıda bulunmaktı.
Fakat devrimci marksizmin mirasının günümüze aktarımı ve güncellenmesi noktasında paha biçilmez bir tarihsel öneme sahiptir.”
IV. Enternasyonalin programatik zemini olarak Troçki tarafından kaleme alınan “Geçiş Programı”, bugün ana hatlarıyla hâlâ güncelliğini koruyan bir belge olup Enternasyonalin kuruluş aşamasında reformizm-sosyal demokrasi ile stalinizim arasına sıkışan işçi hareketine sınıf mücadelesinin ilkesel zeminini sunmaktaydı. Geçmişte Latin Amerika ve yarı sömürge ülkelerde ve günümüz mücadelelerinde pek çok kez bu “Geçiş Programı’nın izlerini görebiliriz.
Troçki’nin ölürken söylediği son sözler, onun bu örgüte ne kadar değer verdiğinin bir göstergesiydi. Enternasyonalin tarihsel başarısı işçi sınıfının yeni zaferlerine imza atmak olmadı belki ama teorik ve ideolojik mirasın aktarımı ve dogmatizme bulaşmadan güncellenmesi, zenginleştirilmesi oldu. IV. Enternasyonal kadroları, her şeye rağmen bugün sınıf temelinde ekoloji, LGBT, feminizm mücadelelerinde yer almakta, hatta bazı ülkelerde etkileri de güçlenmektedir.

Son Söz
Troçki’nin ölümüyle birlikte Devrimci Marksist gelenek pek çok kez parçalanacaktır. Öyle ki farklı farklı Troçkizmler türeyecek ve sekter, aşırı programatik kaygılar hatta dogmatizme kadar varan siyasal biçimlere bürünecek. Nesnel nedenlerin yanında bu ve bunun gibi ‘hastalıklardan’ dolayı da devrimci Marksist hareket, Fransa merkezli IV. Enternasyonal kanadı dışında kurumsal bir büyüme yaşayamayacak. Buna rağmen özellikle Ernest Mandel, Michael Löwy, Daniel Bensaid ve François Sabado gibi uluslararası alanda da tanınırlığı olan Marksistler, Troçki’nin mirasının günümüz mücadelelerine güncellenerek aktarılması noktasında önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Tek bir marksizmden bahsetmek, dün olduğu gibi bugün de imkânsız. Tarihsel süreç içerisinde gerek nesnel gerekse de öznel koşul ve etkenlerden dolayı farklı marksist gelenekler gelişmiş; yine tarihsellik içerisinde marksizm olarak lanse edilen fakat bir karikatürden öteye geçemeyen pratikler trajik biçimde iflas etmiş ve yok olmuştur. Bu hiçbir zaman marksizmin veya ideolojilerin öldüğü anlamına gelmemelidir. Bundan dolayı sadece tarihsel süreçleri, ‘Sovyet Yüzyılı’nı veya ‘kısa 20. Yüzyılı’ değerlendirirken değil, aynı zamanda günümüz mücadelelerine de ışık tutması ve geliştirilmesi anlamında, 1920’lerin Sol Muhalefeti’nden IV. Enternasyonal’in teorik ve Pratik mirasına, bunun günümüz mücadelelerindeki yansımalarına kadar devrimci Marksist geleneği dikkate almalıyız.

 

------------------------------------------

(i) İhanete Uğrayan Devrim, sayfa 389, Alef Yayınları.

Bu haber toplam 12013 defa okunmuştur
Gaile 332. Sayısı

Gaile 332. Sayısı