1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir Direniş Hikayesi Anlatmak:  Nehir Demirel ile Kim Bay Schmitt üzerine bir söyleşi
Bir Direniş Hikayesi Anlatmak:  Nehir Demirel ile Kim Bay Schmitt üzerine bir söyleşi

Bir Direniş Hikayesi Anlatmak:  Nehir Demirel ile Kim Bay Schmitt üzerine bir söyleşi

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu'nun bu yeni oyununun yönetmeni Nehir Demirel ile buluşup oyun üzerine sohbet ediyoruz.

A+A-

 

 

Özgül Saygun
o.saygun@hotmail.com

 

"Bay ve Bayan Belier evlerinde sıradan bir akşam yemeği yerken, bir anda telefon çalar. Fakat onların ne bir telefonları ne de telefon abonelikleri vardır. Telefondaki kişi, Bay Schmitt’i aramaktadır."

 

İşte böyle başlıyor “Kim Bay Schmitt?”  ve heyecan, merak ve düşünceler yalnız bırakmıyor izleyiciyi. Herkes hikayede kendinden bir şey buluyor. Bir kimliğin direnişini anlatıyor hikaye bize. Dışarıdan ya da içeriden gelen baskılar bizi ne kadar şekillendiriyor? Biz ne kadar direniyoruz? Yoksa pes mi ediyoruz? Bunları soruyor ve cevaplar arıyoruz oyunu izlerken.

Eugene Ionesco'nun sözü adeta özetliyor tüm oyunu;
"En kurnazları, olaylara adım uydurabilenler, başarıya ulaşıyor. Akıntıya karşı yüzmüyorlar. Böylece hep kârlı çıkıyorlar. Kazançlılar ama yaşamıyorlar, kendileri yok ortada, akımın içinde eriyorlar, onun biçimini alıyorlar, kendi biçimleri yok. Kimi için yaşamak kolay, güdülmeleri yetiyor. Kayıyorlar. Ben, bense dağları aşmak zorundayım, hiçbir zaman tırmanamadığım dağları.”

Biz de bir cumartesi öğlen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu'nun bu yeni oyununun yönetmeni Nehir Demirel ile buluşup oyun üzerine sohbet ediyoruz.

 

Biraz “Kim Bay Schmitt?” oyununu senin tarafından dinleyelim, sence Bay Schmitt kimin hikayesi? Ne anlatıyor?

Bu oyun bize dayatılan kimlikler üzerine bir oyun. Bu dayatmalara karşı bizim tercihlerimizi anlatıyor. Yani bu dayatılanları kabul edip, kendi kimliğimizi ve özümüzü kaybedip dayatılana göre mi devam edeceğiz yoksa kendi kimliğimizi seçip mücadele mi edeceğiz. Aslında bunu sorguluyor oyun. Broşürde de yazdığı gibi "Kendi kimliğinle ölmek mi yoksa başka bir kimliğe bürünüp yok olmak mı?". Bu başlık altında provalara başladık çünkü bu iki ana soruyu soruyor oyun bize. Hangisini tercih etmeliyiz... Baktığımız zaman kimlik meselesi hem özelde bizim ülkemiz için çok bariz bir problem ve hem de çok evrensel bir konu. Sizi değiştirmeye, olmadığınız insanlar gibi olmaya zorlayan ya da sahip olmadığınız bir kimliğe dönüştürmeye çalışıyorlar. Bu sadece bireyler için geçerli değil, ülkeleri de bu şekilde dönüştürüyorlar.  Ülke olarak da baktığımızda birçok örneği var bunun…  İşte buna biz ne kadar direniyoruz ya da direnmeyip kabul mü ediyoruz. Oyunu seçme sebebimiz de oyunun ana temasının kimlik meselesi olmasıdır. Beni ayrıca cezbeden faktör ise oyunun, bu anlamlı konuyu izlemeye alıştığımız biçimlerin ve üslubun dışında işlenmiş olmasıdır.

 

Sadece toplum olarak bir kimlik olmak mı? Yoksa bireysel bir kimlik mi?

Hepsi dahil, bunu istediğiniz şekilde yorumlayabilirsiniz, bütün o sosyal kimlikler vardır ya; kadın olmak, erkek olmak, avukat olmak, tiyatrocu olmak, bunların hepsi birer kimlik ve “eğer bir doktor olacaksanız bu şekilde bir doktor olmanız gerekiyor”, ya da “sanatçı ancak bu şekilde olunur”, ya da “kadın böyle olunur” deniyor. Ama işte bir kadın çıkıyor ve "hayır ben bunları da istiyorum ve bunları da hissediyorum, ben sizin dayattığınız sosyal zorunlulukları değil, kendi hissettiklerimi yaşamak istiyorum" diyor ve bunun karşısında önüne zorluklar çıkıyor. Bu zorluklar da örneğin, yalnızlaştırma, dışlanma, ötekileştirme, gelenek görenek baskıları ve bunun gibi zorluklar. Bu zorluklarla yalnız başınıza ne kadar mücadele edebilirsiniz? Oyun da bize bununla mücadele etmemizi söylüyor, ama bunu tek başımıza yapmak yerine bunu ancak hep birlikte yapabiliriz diyor aynı zamanda.

 

Neden bu oyunu seçtiğinizi ve oyunun hazırlık sürecinden biraz bahseder misin?

Aslında bu oyunu bulmamız biraz tesadüfen oldu. Ben yazarla yeni tanıştım, yani ilk defa bir oyununu okumuş oldum ve çok sevdim. Başka bir proje üstüne çalışıyorduk ve bir şekilde o olmadı, aramıza yeni katılan Pınar "böyle bir tekst var, bakmak ister misiniz?" dedi, ben de oyunu bir solukta okudum ve hemen sahnelemek istedim. Oyunu sahnelemek istememizin temel nedeniyse daha önce de bahsettiğim kimlik sorgulamasının ülkemize ve ülkemizde yaşadığımız sorunlara, çözüm süreci vs gibi, konulara yakın olmasıydı. Oyunda anlatılan hikayenin de Kıbrıs'ta yaşadıklarımızla çok örtüştüğünü düşünüyorum.

Hazırlık sürecindeyken her yönetmenin yaptığı gibi önce bir kadronuza bakarsınız ve oyunları da ona göre düşünürsünüz, kimin hangi role daha uygun olabileceğine bakar öyle karar verirsiniz, oyuncular genelde merak eder neden bu rolde ben ya da ben değil diye, ama bir yönetmen için bunun birçok nedeni olabilir. Ben de çok şanslıyım ki, Belediye Tiyatrosu’nun yetenekli ve tecrübeli oyuncularıyla çalışabiliyorum ve bu tecrübenin getirdiği ortak dili konuşabilmek de aramızdaki iletişimin bağını oluşturuyor. Bu iletişim sayesinde ben istediğim bir şeyin çoğalarak bana döndüğünü görüyorum, bir yönetmen daha ne isteyebilir diyorum böyle olduğu zaman da.

 

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu bu oyunla yeni bir üslup denedi, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu bu tarza ve değişime nasıl bakıyor? Bu değişimin devamı gelecek mi?

Bu metin iyi ve derdi olan bir metin, sadece üslup olarak farklı bir metin. Absürt kara-komedi. Tüm LBT ekibiyle oyunu ilk okuyuşumuzda ve daha sonra provalarda da en büyük meselemiz, bu yeni üslupla seyirciye derdimizi temiz bir şekilde anlatabilecek miyiz ve oyun seyirciyle buluşabilecek mi, en çok da bunlar üzerine kafa yorduk. Sonuçta temalar insanımıza çok yakın fakat farklı bir dille anlatılmış. Farklı üslupta bir oyun sahnelenmesine herkes olumlu bakar yeter ki iş iyi olsun.

 

Peki seyircinin tepkisi nasıl oldu?

Dediğim gibi, biz bir heyecanla bu oyunu oynamaya karar verdiğimizde ilk aklımıza gelen şey, seyirciyi yeni bir üslupla buluşturacağımız olmuştu. Fakat prömiyer gecesinden itibaren fark ettiğimiz şey seyircilerin oyunun sürprizli hikayesini çözmeye çalışması oldu. Oyun bitişi kapının önünde seyircilerin birbirine oyun hakkında yorumlar yaptığını duyuyorum. Seyircinin bunu sorgulaması da bizi çok mutlu ediyor. Tabii ki derdimizin temiz ve net anlaşılmasını isteriz, fakat kurgusal olarak da, oyunun içindeki absürtlükler açısından da, oyun seyirciyi hakkında düşünmeye zorluyor. Biz oyunun anlatmak istediğini seyircinin ağzına hap olarak atmıyoruz, düşünmeye ve sorgulamaya zorluyoruz.  Yaptığımız anketlerde de seyirciden temelde yeniliklerle ilgili olumlu dönütler alıyoruz. Seyircinin de kanına girmişken belki bu tarz oyunlara devam ederiz.

 

Daha genel bir soru soracak olursam, Kıbrıs'ın kuzeyinde tiyatroyu nasıl değerlendiriyorsun?

Tiyatro bir okul, biz de Lefkoşa Belediye Tiyatrosu olarak bir repertuar tiyatrosu olmalıyız, ben sanatta yarış olması gerektiğini düşünüyorum, rekabet daha fazla üretimin yolunu açıyor. Fakat, maalesef ülkemizde çok da yarışabileceğimiz bir ortam yok, dolayısıyla Belediye Tiyatrosu çok uzun zamandır var olan ve köklü kurumsal bir tiyatro olduğundan bir repertuar tiyatrosu olmak zorunda. Biz bir dolantı komedisi de oynamalı, müzikal de oynamalı, yeni şeyler de denemeliyiz. Dediğim gibi tiyatroya bir okul diyorsak biz seyircilerden bir adım önde olmalı ve onlara ne sunacağımızı önceden bilmeli birlikte gelişmeliyiz. Tabii bunların olabilmesi için daha çok üretim şart. Daha çok üretim için ise, daha iyi fiziksel şartlar, daha kalabalık teknik ve oyuncu kadrosu gerekiyor.

 

Bu üretim nasıl olmalı? Sence Kıbrıs'ın kuzeyinde bu üretime engel olan sıkıntılar neler?

Örneğin ben yönetmen olarak önümde geleceğimi göremiyorum, mesela Osman Ateş emekli olduğunda yerine kimin geleceğini biz bilemiyoruz. Evet kurumsal bir tiyatroyuz ancak kimin kadrolanıp kadrolanamaycağına kimin alınıp kimin alınamayacağına biz karar veremiyoruz. Ve yeni geleni de, maddi olarak tatmin etmek zorundayız ki bizimle kalabilsin. Çünkü herkes geçimini sağlamaya çalışıyor. Bu sadece oyuncular için değil, dekor tasarımcısı da emekli olsa yerine kimin geleceği belli değil, aynı şey teknik ekip için de geçerli. Örneğin oyunculuk okuyan ya da okulunu bitirmiş Kıbrıslı gençler var. Fakat Kıbrıs’a dönmeyi genel olarak tercih etmiyorlar, çünkü öncelikle maddi olarak onlara bir garanti veremiyoruz.  İnsanlar da gelmiyor haklı olarak. Gelmedikçe de geleceğimizle ilgili ciddi endişeler duyuyorum şahsen.

Bunun yanında fiziki şartlar da bizi zorluyor. Oyuncularımız az ancak var olan oyuncularımızla çalışırken de en çok teknik sıkıntılar yaşıyoruz. Örneğin, dekor, hafta içerisinde üç oyun oynadığımızda dekor söküp takmak konusunda sıkıntı yaşıyoruz mesela. Bunun çözümü çok basit dışarıdan biri tutulur ve ödenip yapılır ya da belediye size bunu bir şekilde karşılar. Bunun gibi çözümü basit olan birçok şey bir kaosa dönüşüyor. Bunları söylemek gerekiyor.

Aynı şekilde, biz oyuna çalışırken Aralık, Ocak aylarıydı, dışarısı ılık salonda soğuk olur kış aylarında.  Salona girdiğinizde klima bozuksa ve salon ısınmıyorsa ve oyuncu karşımda kat kat giyinmişse ve kendini rahat hissetmiyorsa nasıl çalışabiliriz. Biz iki ay klima problemi yaşıyoruz ve klimalar bir türlü düzeltilmiyor, problem neyse köklü çözülmüyorsa, bu bizim motivasyonumuzu kırıyor. Ekipteki herkes prova sürecinde tiyatroda hasta oldu. O zaman da işte "ben neden burdayım?" sorusunu soruyoruz. Sıcak ortamda çalışmak istemek bir lüks değil, en insani haklarımızdan biri.

Bunları anlattığımız zaman abartı gibi duyuluyor ancak bu gibi küçük dertler oyunlarımızın aksamasına daha geç hazır olmasına neden oluyor.  Gerçi tüm bunlar var olan sıkıntıların çok azı…

 

O zaman sence bu gibi sorunların temelinde tiyatroya bir ilgisizlik mi yatıyor? Her sene Eylül ayında Tiyatro Festivali'nin biletleri çıktığı anda bitiyor, Belediye Tiyatrosu haftalarca kapalı gişe oynuyor, bunun seyircilerden yana bir ilgisizlik olmadığı aşikar. Devlet ya da Belediye tiyatroya ne kadar ilgili?

Evet, bu zaten seyircinin yapabileceği ya da seyircinin çözebileceği bir sıkıntı değil. Bu maddi kaynaklarla ve niyetlerle alakalı bir sıkıntı. Şu anki Belediye Başkanımızın da hakkını vermek gerekir, Tiyatromuza sahip çıkıyor ve teşvik ediyor bizi. Fakat, kurumsal olmanın verdiği bir zorunluluk da prosedüre uygun olmak. Örneğin az önce bahsettiğim örnekteki klimanın alınabilmesi için bile bir sürü prosedür... Bunların daha erken tespit edip hemen işleme sokması gereken bir mekanizma da gerekli.

 

Diğer tiyatroları nasıl değerlendiriyorsun?

Devlet Tiyatrosunun yıllardır salonu yoktu eski binalarının girişini salon yaptılar, ama hala müdürleri yok. Bunu çok enteresan buluyorum. Devlet nasıl kendi tiyatrosuna hiç bakmaz, oyuncular ve tüm ekip için idari sıkıntıları çözebilecek birini atamaz. Bunu yıllardır söylüyoruz hiçbir şey olmuyor ve yıllardır sanatçılar bir şeyler üretmek için kendi kendilerine uğraşıyor.

Çeşitli bölgelerde de bunun gibi zorluklara rağmen üretimler yapılmasını çok umut verici buluyorum. Mesela Çatalköy’de artık bir tiyatro salonu var. Bu çok güzel. Ama öteki yandan da, Lefkoşa Sanat Tiyatrosu gibi bir tiyatromuz var, profesyonel bir ekipten oluşan fakat çalışacak bir yerleri olmadığı için bu yıl oyun yapamadılar. Bu bizim trajedilerimizden biri. Klasiktir biri tiyatro okumak istediğinde "iş yok" denir ancak bu bir kısır döngü, birileri sahip çıkıp okuyup üretmezse, üretene destek olunmazsa, nasıl gelişebilir ki…

 

Peki sen nasıl ilerlemek istiyorsun? Gelecek projeler şimdiki projeye benzeyecek mi yoksa yeni şeyler mi denemek istiyorsun?

Benim tek bir konuya takılıp kalmam mümkün değil, ama dertlerim/dertlerimiz neyse onlara uygun metinler seçmeyi uygun görürüm her zaman. Çalışmalara başladım bile. Yeniliklerle devam edebilmeyi ve her zaman bir önce yaptığımdan daha iyi bir iş çıkarabilmeyi umuyorum.

 

Oyunun broşüründeki yazında "Kendi Kimliğinle ölmek mi? Yoksa Başka bir kimliğe bürünüp yok olmak mı?" diye soruyorsun izleyicilere. Peki sence hangisi?

Direnmek gerek. Oyunun da çok basit bir şekilde anlattığı gibi, kendi kimliğimizi kaybetmemek için direnmeliyiz. Ve bunu sadece bireysel olarak değil, toplum olarak, insanlık olarak yapmamız gerekiyor.

 

“Kim Bay Schmitt?” her Cuma ve Cumartesi saat 20:00’de Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda. Bilgi ve rezervasyon için telefon numarası : 2278782.

Bu haber toplam 5102 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 409. Sayısı

Gaile 409. Sayısı