1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 3. Uluslararası Feminist Forum’dan Feminist Hâller ve Tartışmalar
3. Uluslararası Feminist Forum’dan Feminist Hâller ve Tartışmalar

3. Uluslararası Feminist Forum’dan Feminist Hâller ve Tartışmalar

3. Uluslararası Feminist Forum’dan Feminist Hâller ve Tartışmalar

A+A-

Feminist Atölye (FEMA)
info@feministatolye.org


Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM), Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları ve Kaos GL 14-16 Mart 2014 tarihleri arasında farklı feminist hâlleri bir araya getirdi. Dünya’nın birçok ülkesinden gelen feminist örgüt, aktivist, akademisyen ve siyasetçilerin katkı koyduğu Forum’da; toplumsal cinsiyet eşitliği, anti - kapitalizm, anti - militarizm ve barış inşasına dair birçok sorun masaya yatırılıp, çözüm önerilerine dair tartışmalar yürütüldü. Evrensel deneyimleri yerel gündemimize katıp sözümüzü çoğaltabilmek adına, uluslararası feminist hareketin gündemine dair edindiğimiz bilgileri sizinle de paylaşıyoruz.

15/Mart/2014 Cumartesi

Cynthia Cockburn Forum’un ilk gününde gerçekleştirdiği “Savaşın Toplumsal Cinsiyeti: Barış için Feminist Stratejiler” başlıklı sunumunda, dünya çapında yürüttüğü barış çalışmaları örneklerini dinleyicilerle paylaştı. Cockburn’un değindiği noktalarda dikkate alınması gereken ilk husus, çatışma dönemleri ardından yürütülen barış görüşmelerinde ve yeniden kurulacak düzenlerin anayasalarının içeriğinin belirlendiği süreçlerde kadınların katılımının hayati bir öneme sahip olduğuydu. Bunu belirtirken Bosna - Hersek’te bahsi geçen süreçlerde kadınların yer almamasının, sorunların yaşanmasına zemin yarattığını da ekledi. Ayrıca çözüm aşamasında “hakikat komisyonlarının” ve çatışmalar esnasında kadınların mağduriyetini giderecek “gerçek tazmin sistemlerinin” oluşturulmasının önemini ortaya koydu. Bunun içerisinde sağlık bakımı, para yardımı, adil ekonomik dağılım gibi düzenlemelerin örnek teşkil edebileceğini belirtti.

Cockburn militarizasyon uygulamalarının, toplum içerisindeki erilliği beslediğinden bahsederken, Suriye’deki kadınların deneyimlerini aktardı. Buna göre Suriye’de yaşanan çatışmalar neticesinde erken yaşta evliliklerin ve tecavüz oranlarının arttığını, hicap giymenin norm haline geldiğini, kadınların susturulduğunu – yanlarında erkekler olmadan dışarıya çıkarken sıkıntı yaşadıklarını belirtti.  Ayrıca Suriyeli kadınlar ile yaptığı toplantılarda kadınların: “Din, rejimin bize karşı kullandığı tuzaktır” dediğini de ekledi.

BMGK’nın 1325 (2000) sayılı kararından da bahseden Cockburn, BM’nin savaşın erilliği ve buna bağlı olarak yaratılan toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri üzerinden eleştiri yapamadığına dikkat çekti. Bahsi geçen görüşlerini temellendirirken BM’nin erkekliğin, savaş suçlarının üretilmesinde önemli bir etken olduğunu görmezden geldiğini belirtti. Hâlbuki toplumsal cinsiyet kurgularının savaşın yaratılmasındaki rolü hafife alınacak bir husus değildir. [BMGK 1325 (2000) ile ilgili yapılan eleştirilerden bir diğeri ise kararın, çatışma süreçlerinde yaşanan cinsel şiddeti yeterli bir şekilde ele almayışıdır].

Cockburn anti-militarist feministlerin mücadele alanları ve nitelikleri üzerinden bir sınıflandırma yaptı. Buna göre anti- militarist feminizmin; sosyalist değerler üzerinden kapitalizm eleştirisi yapması, ulus-öteki kavramlar temelinde kendini tanımlaması, haklar ve adalet kavramı zemininde liberal bakış açısını deneyimlemesi, beden ve cinsellik politikalarına bağlanan radikal duruşa sahip olması, özcülükten kaçınması ve tüm bunlar ile ataerkillik arasındaki kurulan bağı dikkate alması gerekmektedir. Savaş ile toplumsal ilişkiler ve kültürel bağlar temelinde bir paralellik vardır. Bunun içerisinde erkekler arasındaki kardeşlik ve kadın düşmanlığı önemli bir yer tutmaktadır. Az önce belirtilen hususlardan da anlaşılacağı üzere savaş bir dizi koşulun birbiri ile eklemlenmesi neticesinde var edilmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bir güç odağı olduğundan ötürü, savaşın önemli nedenleri arasında sayılmaktadır. Buna rağmen birçok noktada kapitalizm, milliyetçilik ve etnik nefret gibi koşullara ek olarak savaş nedeni olarak gösterilmemektedir.

Cockburn çatışmaların yaşanmasına zemin yaratan nedensellik bağını deşifre etmenin önemine de değindi. Buna göre üç katmanlı bir nedensellik bağı kurdu: 1- Hemen ortaya çıkan (petrol vb) nedenler, 2- Geçmişten günümüze sirayet eden koşullar (dinsel ve etnik nefret), 3- Kök/ana nedenler. 3. başlık altında sıralanabilecek örnekler arasında; eril düşünce sistematiği, militarist öğeler ve eğitim sistemi gibi hususlar sayıldı.

Militerleşme ve savaşın yöneldiği genel olarak üç temel alan belirlendi. Bunlar ekonomi (işçiler), etnik – ulusal gruplar (yabancılar) ve toplumsal cinsiyet iktidarıdır (kadınlar). Yaşanan çatışma koşulları bahsi geçen üç gruba dayanarak meşrulaştırılır. Bu güç odakları toplumun eril niteliği üzerinden tanımlanır. Özellikle aile, okul ve kapitalist şirketler bu yönde oluşacak siyasetin hayata geçirilmesi için uygulama alanlarını oluşturur. Bu sebeple çatışmanın önlenmesi ve barışın tesis edilebilmesi için toplumsal cinsiyet ilişkilerini dönüştürmek büyük bir öneme sahiptir.

(Cockburn’un vicdani retçi kadınlar ile ilgili yorumu şu şekildedir: “Vicdani retçi kadınlar neye karşı olduklarını açık bir şekilde ifade etmelidir. Mesela İspanya’da ödedikleri verginin bir kısmı silahlı kuvvetlere verildiği için vergi ödemeyi reddeden kadınlar var. Aksi takdirde eşit olmayan bir durum ortaya çıkar. Askere gitmeyi reddeden vicdani retçi erkeklerin yaşadıkları mağduriyetler yanında, vicdani retçi kadınlar herhangi bir bedel ödememektedir. Eşit olmayan iki mesele, eşit gibi aksettirilemez. Aksi takdirde erkeklerin yaşadığı mağduriyet anlamsızlaştırılıp, militarizmin eril yapısı iktidar tarafından görünmez kılınabilir”).
Oturum esnasında toplum içerisinde erkekliği sorgulamaya açan erkek örgütlerine dair bir tartışma da yürütüldü. Bu noktada Cockburn “White Ribbon Campaign (Beyaz Kurdele)” diye bir oluşumdan bahsetti. (Daha ayrıntılı bilgi almak için organizasyonun web sitesini ziyaret edebilirsiniz : http://www.whiteribbon.ca/). Cockburn söz konusu örgütün kadına yönelik erkek şiddetine karşı mücadele ederken, barış süreçlerine da katkı sağladığını belirtti. Bu noktadan hareketle barış hareketi içerisinde yer alan erkeklerin, ataerkilliğe karşı analiz yapmalarının önemli olduğuna işaret etti. Erkeklerin savaşın cinsiyetçi işleyişini ve üretilen ataerkil yapıları sorgulamalarının gerekliliğinden bahsetti.

Gerçek anlamda savaşın sona erdirilebilmesi için toplumsal cinsiyet algısının ve eşitsiz güç ilişkilerinin ters yüz edilmesi gerektiğini vurguladı.

II. Oturum

“Feminizm ve Anti-militarizm: Kadınların Barış Mücadeleleri” başlıklı bölümde, Handan Çağlayan ve Alev Özkazanç Türkiye’deki örnekler üzerinden barış arayışı ve ataerkil anlayışı sorguladılar. Cockburn’un yaptığı sınıflandırma burada da tekrarlandı. Kültürel alanda barışı – savaşı besleyen faktörler üzerine yürütülen tartışmada, bahsi geçen süreçlerde söylem – dil – yöntem ve gruplar arasında kurulacak iletişimin önemine vurgu yapıldı.

Taban örgütlenmelerinin toplum içerisinde yaygınlaşması neticesinde iktidarın daha işlevsel bir şekilde dönüştürülebileceğinden bahsedildi. Barış – demokrasi- toplumsal cinsiyet arasındaki bağın kurulmasının önemine değinen konuşmacılar, anti-militarist değerlerin mücadeleye anlam katacağını belirttiler.
Bu bağlamda savaşın yaşattığı tahribatlar yanında, o tahribatlara neden olan koşullar da konuşuldu. Sadece mağduriyetlere odaklanan bir siyasi yaklaşımın, çözüm süreçlerinde engelleyici bir tercih olacağından bahsedildi. Bu noktada Cockburn’un konuşması esnasında kurduğu nedensellik ilkesinin önemi ortaya çıktı. Çatışma dönemlerinden sonra tesis edilecek yeni toplumsal inşanın, toplumsal cinsiyet eşitliğini içerisinde barındırmasının önemine vurgu yapıldı.

Barış sürecinin şeffaf yürütülmemesi ve yeterli toplumsallaşmaya imkân yaratılmaması hususunda eleştiriler yapıldı. Barışın dar anlamda ele alınmaması, muhakkak demokrasi, özerklik, göç, yoksulluk ve patriyarka ile birlikte düşünülmesinin önemi vurgulandı. Tekel ve Gezi direnişlerinin barış için alternatif inşa sürecinin örnekleri olduğu belirtildi.

Kıbrıs’ta yaşayan feministler olarak, dünyanın birçok noktasında benzer sorunların vuku bulduğunu gözlemleyebilmek önemli bir deneyim oldu. Özellikle çatışma sonrasında barışın inşa edilme süreçlerine dair yapılan saptamaların, adadaki iki toplumlu görüşmeler esnasında göz önünde tutulması gerektiğini düşünüyoruz. Tüm anlatılanlar çerçevesinde Kıbrıs’ta kurulacak barışın; anti-militarist, anti- kapitalist ve federal kültür çerçevesinde şekillenecek değerler yanında ataerkillik eleştirisine dayanması gerektiğini söylemek mümkündür.
(Devam edecek…)

Bu haber toplam 1452 defa okunmuştur
Gaile 257. Sayısı

Gaile 257. Sayısı