1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 1 Mayıs’ta Yurttaşların Barışı
1 Mayıs’ta Yurttaşların Barışı

1 Mayıs’ta Yurttaşların Barışı

1 Mayıs’ta Yurttaşların Barışı

A+A-

İlksoy Aslım
ailksoy@yahoo.com

Antlaşma yapmanın mutlaka barışmak anlamına gelmediğini hem dünya hem de Kıbrıs pratiğinden biliyoruz. Antlaşma yaparak da barışa ulaşmak mümkündür ancak antlaşmanın yurttaşların barışı olabilmesi için yapılması gereken yapay “güven artırıcı önlemler” yerine, barış faaliyetlerinin artırılmasıdır. Ekonomik kazanım önemli ama barışa ulaşmak “keselerin” buluşmasıyla değil, halkların kalplerinin ortak atmasıyla mümkün olabilecektir. Aşağıdaki yazıda yaşadığımız 1 Mayıs kutlamalarını bu anlamda değerlendirmeye ve liderler ile halkların buluşması arasındaki farkları anlamaya çalıştım.      

1 Mayıs Öncesi

İçtenlikle ifade etmeliyim ki, benzer düşünen örgütlerin aynı gün farklı eylem/etkinlik yapmalarına oldum olası “sinir” olurum ve çoğu zaman boykot ederek katılmam. Bu 1 Mayıs’ta öyle olmadı, “akıl” galip geldi ve yalnız Kıbrıslı Türkler değil, tüm Kıbrıslılar adada yaşayan tüm renkleri de yanlarına alarak çalışanların bayramını kutlamak için Taksim Stadyumunda buluşma kararı aldılar. Taksim Stadyumu böylece bölünmenin değil, birleşmenin sembolü oluyordu. Bu gelişmeye çok sevindim ve 1 Mayıs’ın gelmesini sabırsızlıkla bekledim. Bazı öğrencilerim “Hocam siz de 1 Mayıs’a katılacak mısınız? Muhittin Hoca’nın katılacağı garanti de, sizin ne yapacağınızı tahmin edemiyoruz” şeklinde ağzımı aradılar. Cevap vermedim, yalnızca gülümsedim. Ve her gülümsememde geçmişteki bir 1 Mayıs’ta Atatürk Meydanına akın eden öğrencileri ve onlara önderlik eden, saçları omuzlarında devrimci Muhittin’i hatırladım.


Türkiye’de tahsildeyken “legal” 1 Mayıs kutlamalarına hiç katılamadım. Dokuz aylık boykot nedeniyle 1977 yılında kazandığım ODTÜ’ye ancak 22 Nisan 1978 tarihinde gidebildim. O dönemde üniversiteye yeni giden öğrencileri eskiler karşılar ve yerleşmelerine yardımcı olurlardı. Beni karşılayanlar KÖGEF’li öğrencilerdi. Havaalanından doğruca Kızılay’daki AKÖK merkezine gittik. Dernek binasındaki kalabalık harıl harıl Türkiye İşçi Partisinin Ankara’daki “NATO’ya Hayır” mitingine hazırlanıyordu. Dernek binasındaki arkadaşlar beni de mitinge götürdüler. Polis kontrolleri, itişme-kakışma-yumruklaşmalar ve sloganlar... Ankara’daki ilk günümde nereye gelmiştim? Anlaşılacağı gibi gerçekten korkmuştum. KÖGEF’li abilerim de bunu hissetmiş olacaklar ki onlar 1 Mayıs kutlamalarına giderken ben ODTÜ yurtlarının önündeki çimlerde gazete-kitap okuyarak günümü geçirmiştim. O yıl 1 Mayıs’a katılamamıştım ama bir sonraki yıl devrimcilerin Dikmen’de organize ettikleri mitingdeydim. O bir yıllık süreçte yeni bir şey daha öğrenmiştim: Korku yenilebilirdi.

1 Mayıs Günü

Her yeni gün yeni bir umuttur; daha iyiye, daha güzele doğru. 1 Mayıs 2014 sabahı ancak gençliğimde yaşadığım bir heyecanla güne merhaba dedim. Bayrama gider gibi hazırlandım kutlamalara. Traş oldum, spor ayakkabılarımı, kot pantalonumu giydim: Kardeşimin doğum günümde aldığı tişörtlerden birini de giyince kendimi iyice hazır hissettim.

Tüm aile kontrol noktasına vardığımızda inanılmaz bir karmaşa ile karşılaştık. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Upuzun kuyruklar ve bayrama giden insanlara işkence yapmaya azimli güvenlik güçleri!... Polise elimdeki evrakları uzattım ki şu soruyla karşılaştım: “Hangi gruptansınız?”. Şaşırdım, “hiçbirinden-hepsinden” diye geveledim. Polis “yok öyle bağımsız takılma falan, biz grupları içeri alıyoruz şu an” deyince Barikat grubuna “kaynak” yapıverdik.

Akın Olgun, Birgün’deki 2 Mayıs tarihli yazısında hapishane-otorite-özgürlük duygusu çatışmasını çok güzel yazdı. Lefkoşa’nın ara bölgesine girerken Olgun’un yazdıklarına benzer duygular yaşadım. Üç odalı koca bir hapishanede yaşıyorduk: Kuzey, Güney ve ara bölge. Ne zaman kendi yurdumda özgür olabileceğimi düşündüm. Antlaşma imzalansa Kıbrıs özgür olabilecek miydi? Olgun’un yazısı otoriter bir yönetimin her zaman mümkün olduğunu hatırlatıyordu. Bunu ben de biliyordum ama hatırlamak hiç de fena olmuyordu. Hele günümüz dünyasındaki neo-liberal dönüşümde, yönetenler rıza-zor tercihlerinde “zor”a daha çok yönelirken; demokrasi “merkezi” Avrupa Birliği ülkelerinde dahi “zor” artık bir politika seçeneği olarak gündeme gelirken! Biliyorum ki Kıbrıs’ta sorun çözülse bile özlenen demokrasi hemen gelmeyecek. Nasıl barışı inşa etmek çok zahmetli olacaksa, gerçek demokrasiye ulaşmak da birçok engeli aşmayı gerektirecek. Bunun bilinciyle yılların yorgunluğunu taşıyan belimi tutarak stadyuma girdim.

Stadyumda karşılaştığımız beyaz saçlı dostlarla tokalaşarak, selamlaşarak tribündeki yerlerimize oturduk. Saat 19:00’a geliyordu ve kutlamanın başlamasına az bir zaman kala stadyumda çok az insan vardı. Çoğunlukla beyaz saçlı Kıbrıslılar... Belli ki Kıbrıslı Türkler kontrol noktasında esir alınmışlar, Kıbrıslı Rumlar da “Organizasyon Komitesi”nin miting çağrısına yeterince icabet etmemişlerdi. Dışarıdan bakan birisi olarak organizasyon değil, organizasyonsuzluk olduğunu görüyordum. Baria’dan bir dost “iki toplumlu organizasyon yapmak ne kadar zormuş” deyiverince yüreğim burkuldu. Zafere giden yolda küçük küçük başarı örneklerine ihtiyacımız varken yine “çuvallamıştık” galiba. 1958’den beri beklenen şarkı (coşkuyla) söylenemiyor, sevdalılar yine buluşamıyordu.

Mutlu sona doğru mu?

1960 yılında Kıbrıs’ta bir cumhuriyet kurulmuş ama farklı tahayyüller nedeniyle Cumhuriyet çökmüştü. Ayrılıkçı elitler kendi projelerini hayata geçirmeye çalışırlarken “yurttaşların barışı” yaratılamamış, Cumhuriyet sahipsiz kalmıştı. Bugün liderler federal devlet kurma çalışmalarını sürdürürlerken (!), sürekli bir eksiklik olduğu hissine kapılmaktayım. Muhtemelen sebep, Kıbrıslı yurttaşların görüşme sürecine aktif olarak katıl(a)mamalarıydı. Belki de sadece bu nedenden dolayı 1 Mayıs’ın, yurttaşların sürece aktif katılımının bir aracı olabileceğini düşünüyordum. İçimdeki çoşku günün ışığı gibi azalıp sönmeye başlarken sloganlar ve trompet sesleri duyulmaya başlandı. 19 yaşımın çoşkusu yeniden yüreğimi kavradı, damarlarımdaki kan daha hızlı akmaya başladı. Geliyorlardı!.. Rengârenk pankartlarla, umudun türküsünü söyleyerek geliyorlardı. Solcu Kıbrıslılar, Türkiyeli (ve belki Yunanistanlı) dostlarıyla tek bir yürek olmuş “halkların kardeşliği” sloganlarıyla geliyorlardı. Tüm hayatı boyunca solun eylem birliğini savunan biri için bu muhteşem bir görüntüydü.

Organizasyon komitesi iyi çalış(a)mamış, alana giren gruplar iyi sıralanamamış ve coşku yeterince artırılamamış olabilirdi. Beceriksizlik nedeniyle grupların duracakları yerler de ayarlanamamış olabilirdi. Kısaca aksayan çok şey olabilirdi. Yurttaşlar/halklar deneye-yanıla öğrenecekler. Tanışamadılar ki daha önce... Hep üçüncü şahısların aracılığına muhtaç oldular. Tokuşa-tokuşa da olsa, el yordamıyla da olsa ortak iş yapmayı, ortak örgütlenmeyi ve ortak yaşamayı da öğrenecekler. 1958’den sonra işçi bayramında ikinci kez buluşuldu. Bu yılki 1 Mayıs daha kalabalıktı, bir sonraki daha görkemli olacak. Son yaşadığımız 1 Mayıs sadece bir başlangıçtı ve yapay ayrılıkların bitebileceği, aradaki setlerin yıkılabileceği mesajını verdi. Halklar buluştu, ortak mücadele için bir adım daha atıldı, tüm dünyaya birlik mesajları verildi... Önemli olan da bu... Önemli olan halkların buluşması.

Gruplar meydana girerken gözlerimi kapadım. Değişik grupların sloganlarını dinledim. Tüm o sloganları ben de atabilirdim. O kadar benzer sloganlar atıldı ki... Eminim birçok lider kendi gözlerini kapasa benim gibi düşünürdü. Fakat toplum liderleri, parti liderleri sadece masa başında güven artırıcı formülleri bulmayı düşünüyorlarsa, yani teori ve pratiğin beraber yürüdüğünü bilmiyorlarsa/unutmuşlarsa işleri gerçekten çok zor. Güven eylemle ve dayanışmayla artırılır. 1 Mayıs barış faaliyetlerinden sadece biriydi. Orada tüm hatalara rağmen halkların birbirine güvendiği, kaynaştığı anlaşıldı. Ayrıca, eylem sürecindeki eksiklikler de saptandı. Sonrası, daha zor biliyorum. Halkların barışı ilmek-ilmek işlemesi gerekecek. Kıbrıs’ta kurulu sistem yeniden düzenlenecek, eğitimden ekonomiye her şey barışın korunması amacıyla yeniden şekillenecek... Ve bu kadar yıllık “düşmanlıktan” sonra hiç kolay değil!

Ancak!... Kervan bir kez yola çıkmışsa, bir kez saflar düzülmüşse, karar bir kez verilmişse, tüm zorluklar aşılır. Korkmuyorsan eğer, özgürlüğün kokusunu hapiste bile unutamazsın. Ve özgürlük duygusu özgürlük kokusuyla birleşirse eğer, hiç bir güç halkların birleşik gücünü durduramaz, tüm yapay engeller kâğıttan duvarlar gibi yıkılır gider.

Bu haber toplam 1292 defa okunmuştur
Gaile 264. Sayısı

Gaile 264. Sayısı