1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Yaşamın Sessiz Ritüelleri
Yaşamın Sessiz Ritüelleri

Yaşamın Sessiz Ritüelleri

Yaşamın Sessiz Ritüelleri

A+A-

Tuğba Özer 

Bir sabah uyanırsınız…

Güneş perdelerden süzülür, dışarıda hayat telaşı başlar. Ama sizin için hiçbir şey eskisi gibi değildir.

Çünkü dün bıraktığınız yerde bir şey eksilmiştir: Belki bir dostluk, belki bir hayal, belki de yıllardır  sırtınızı yasladığınız bir alışkanlık  vs…

İşte o an fark edersiniz: Hayat, yalnızca doğumla başlamıyor ve ölümle bitmiyor. Bu çemberin içinde yüzlerce küçük doğum, yüzlerce küçük ölüm saklı.

Peki bu noktadan baktığımızda  hiç düşündünüz mü; insan hayatı aslında kaç defa başlıyor ve kaç defa bitiyor?

“Doğum ve ölüm” yalnızca en büyük başlangıç ve bitişlerdir diye  düşünülür belki de…

Ama aralarda, defalarca kez doğarız ve defalarca kez ölürüz. İlkokula adım attığımız gün başka bir hayata doğarız, mezun olduğumuz gün ise çocukluğumuzun ölümüyle, yani hatıralarda kalışıyla karşılaşırız. Artık anılardadır yaşanmışlıklar ve o küçük çocuk.

Yeni bir hayat vardır bir adım ötede ve yeni oluşacak ve de olgunlaşacak benlik.

Bir dostluk başlar, başka bir dostluk biter. Hiç bitmez denilen bir sevda başlar, bir sevda biter.

Hayat, baştan sona küçük doğumlar ve küçük ölümler zinciridir aslında. Ve belki de bir denklem; tıpkı Sezen Aksu’nun şarkısında söylediği gibi hep vurgularım bunu: “Düğün ve cenaze misali yaşam” diye…

İşte bu yüzden hayatı tek bir çizgi gibi görmek yanıltıcıdır. Çünkü her kırılma, beraberinde bir başka doğuşu getirir.

Simone de Beauvoir bu döngüyü şöyle anlatır: “İnsan sadece bir kez doğmaz; hayat boyunca defalarca doğar, defalarca ölür.” Gerçekten de öyledir. Gün doğumlarıyla umut doğar, gün batımlarında hüzün çöker. Ve biz, bu döngünün içinde hem sevinci, hem acıyı, hem umudu, hem de özlemi aynı yolun yolcusu gibi taşırız. Hatta yorulur, vazgeçer, tökezleriz yaşam yolunda çoğu zaman…

Ama kabul etmek gerekir ki, bu yol kolay değildir. Zaman zaman bitmeyecekmiş gibi gelen yokuşlara çıkarız. Sırtımızdaki yükler ağırlaşır. Çoğumuz bu yoldan geri döner ya da tamamen vazgeçer. Weber’in dediği gibi: “Modern insan, sorumlulukların demir kafesi’ne sıkışıp kalır!”

Yine de sabah olur. Yeni bir gün başlar. Yeni bir ihtimal filizlenir. Güneş yeniden doğar ve biz yeniden yürümeye başlarız.

Hayat işte tam da burada seslenir bize: “Bitmedi… devam et!”

Durkheim’a göre: “Toplumun devamını sağlayan şey ritüellerdir.”

Bizim bireysel hayatımızda da başlangıçlar ve bitişler, adeta kişisel ritüellerimizdir. İlk günün heyecanı, son günün hüznü… Bireylerin  içinde yaşadığı bu küçük seremonileri, aslında toplumsal yapının da sessiz yankılarıdır.

Ve sonra bir an gelir; geriye dönüp bakarız. “Ben bunca yolu nasıl yürüdüm?” diye hayret ederiz. Ya da nasıl dayandım. Hayatımızdaki her olgu için geçerlidir; sağlık, aile, eğitim, eş, çocuk vs... Ve zaman akar gider geçer…

Özlemler sarar içimizi… Dün gibi sandığımız anıların aslında yıllar öncesine ait olduğunu fark ederiz.

Walter Benjamin’in dediği gibi: “Geçmiş, sadece hatırladıklarımızdan ibaret değildir; hatırlayamadıklarımızla da şekillenir.” İşte o yüzden geriye bakmak, her zaman eksiktir.

Ama şunu da biliriz; hiçbir bitiş mutlak değildir. Sizce de öyle değil mi?

Bauman’ın “akışkan modernlik” dediği çağda hiçbir şey sabit kalmaz. Bir dostluk biter, yenisi başlar. Bir işten ayrılırız, başka bir kapı aralanır. Bir gün biter, başka bir gün doğar. Tıpkı güneşin batışının ertesi sabahın doğuşunu gizlemesi gibi.

Aslında hayat, bize hep şunu fısıldar: “Her son, yalnızca yeni bir başlangıcın kapısıdır.”

Nietzsche, “Yaşamak, sürekli yeniden doğmaktır” der. O halde mesele, başlangıçlarla bitişleri rakip değil, birbirinin kardeşi gibi görmektir. Çünkü her son, yeni bir başlangıcın önsözüdür. Her bitiş, başka bir doğuşun çağrısıdır. Yeter ki bu döngüden çıkmayalım; yeter ki inanmaktan vazgeçmeyelim. Bazen kendimizle, bazen karşımızdakilerle savaşırız; ama bu savaş topla tüfekle değil, tam tersine güzel söz ve iyiye olan inançla verilir.

Ve evet…

Yol yorucudur. Bazen özlemler kambur olur, yorgunluk diz çöktürür. Ama yine de insan yürür. Çünkü insan kalbi, ne kadar kırılırsa kırılsın yeniden sevmeye; ne kadar düşerse düşsün yeniden kalkmaya; ne kadar bitiş yaşarsa yaşasın yeniden başlamaya meyillidir.

Ve belki de en güzeli şudur; hayat bize her defasında “yeniden” deme cesaretini verir.

Hayat; sessizce akıp giden bir nehir gibi. Bazen kıyısında durur, kaybettiklerimizi seyrederiz; bazen de cesaretle ileriye doğru yelken açarız. Her bitiş, ister bir ilişkinin sonu olsun, ister bir sevdiğimizin sessizce uzaklaşışı, yüreğimizde bir boşluk bırakır. Bu boşluk ilk başta ürkütücü, soğuk ve karanlık gelir. Ama zamanla fark ederiz ki, o boşluk yeni başlangıçlar için bir davettir.

Vazgeçmek, çoğu zaman zayıflık değil; kalbin kendini koruma biçimidir. Sevdiklerimizi kaybetmek, acıyla sınanmak; ama her kayıp, ruhumuzda yeni bir yer açar. O yer, belki yeniden sevmeye, belki yeniden güvenmeye, belki de kendimize daha derin bakmaya hazırdır.

Bazen gözyaşlarıyla sulanan toprak, en güzel çiçekleri taşır. Ve biz, bitişlerin ardından yeniden doğmak için hazır olduğumuzda, hayatın bize sunduğu yeni sayfaları yazmaya başlarız. Her kayıp, her vazgeçiş, her bitiş; aslında bize cesaretimizi hatırlatır: Hayat bitmez, sadece şekil değiştirir ve bize yeniden başlama fırsatı sunar.

Her kayıp bir boşluk bırakır yüreğimizde.

Her vazgeçiş, her bitiş, acıyla örülmüş bir davet…

Yeni başlangıçlara, yeniden sevmeye, yeniden güvenmeye.

O yüzden ne sonlara çok üzülmeli ne de başlangıçlardan korkmalıyız. Çünkü her bitişte yeni bir yol, her başlangıçta gizli bir umut vardır. Ve biz, bu umudu taşıdığımız sürece yol hiçbir zaman tükenmez.

Peki siz bugün ya da bugünlerde hangi kapının eşiğinde duruyorsunuz; kapanan bir kapının hüznünde mi, yoksa açılacak yeni bir kapının heyecanında mı?

Satırların yarenliğinde yeniden görüşmek üzere…

Hoşça ve umutla kalın…

Bu haber toplam 5907 defa okunmuştur