1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kosova Üzerinden Kıbrıs’ı Anlamak
Kosova Üzerinden Kıbrıs’ı Anlamak

Kosova Üzerinden Kıbrıs’ı Anlamak

Kosova Üzerinden Kıbrıs’ı Anlamak

A+A-


Cemaliye Beysoylu
c.beysoylu@gmail.com

Uzun bir süredir Kosovo Sorunu üzerine çalıştığımdan, Kıbrıs’a dair gelişmeleri takip edemez olmuştum. Bu sebepledir ki, son zamanlarda Kıbrıs’taki sürece yabancılaştığımı düşünüyordum. Ta ki birkaç gün önce Orli Fridman  tarafından kaleme alınan bir makale karşıma çıkana kadar. Makalenin sonuçları, bize dair ve daha önce birçok kez duymuş olduğunuz ama bambaşka bir coğrafyada yaşanan bir hikâyeyi anlatmam konusunda bana yardımcı olacak.

Fridman’ın makalesi, Sırpların toplumsal belleğinde, 1999 yılında 78 gün süren NATO müdahalesine dair resmi devlet söyleminden farklı algıların da var olabileceği varsayımından hareketle Belgrad’da yürütülen bir araştırmayı konu alıyor. O dönemde Belgrad’da ikamet edenlerin NATO müdahalesini anlamlandırma biçimleri üzerine yürütülen çalışmanın sonuçları ilginç ve çok tanıdık.

Araştırmanın sonuçlarına geçmeden önce, Kosova Sorunu’ndaki son duruma bakıldığında, sorunun tarafları olan Belgrad ve Priştina Hükümetlerinin son birkaç yılda, ikili ilişkilerde epey bir yol aldıkları göze çarpar. İkili ilişkilerdeki bu ilerlemenin ise iki tarafın da AB ile olan ilişkileriyle yakın bir ilgisi var.

Kosova sorununun tarafları olan Belgrad ve Priştina Hükümetleri, AB’nin 2003 Selanik Konseyi’nde aldığı karardan beri, diğer Batı Balkan devletleriyle birlikte potansiyel aday ülke sıfatıyla entegrasyon sürecine dahil edildiler. Kosova-Sirbistan ilişkilerinin son birkaç yılına bakarsak, hem devam etmekte olan bir AB entegrasyon süreci hem de 2011 yılından beri AB’nin arabuluculuğunda devam eden bir müzakere süreci var. Birbirine paralel her iki süreçte bazi aksamalara rağmen 2011 yılından bu yana oldukça yol alındı.

Belgrad ve Priştina arasındaki müzakere sürecinin ana hedefi, aslında bizdekinden çok farklı. Kıbrıs müzakereleri kapsamlı çözüme yönelikken, oradaki süreç ilişkilerin normalleştirilmesini hedefliyor. Normalleşme ile kastedilen, bir taraftan Belgrad ve Priştina’nın Batı Balkanlar bölgesini ve ayrıca etnik kimlik gözetmeksizin tarafların sınırları içerisinde ikamet eden insanları ilgilendiren konularda işbirliğine gitmelerini sağlayacak temel koşulları oluşturmaktır. Bir diğer mevzu ise Kosova’nın uluslararası statüsü konusundaki anlaşmazlıklardan kaynaklanan Sırp engellemesini ortadan kaldırarak, Kosova’nın uluslararası kurum ve kuruluşlarda temsiliyetinin önünü açmaktır. İlişkilerin normalleşmesini amaçlayan görüşmelerde, Belgrad ve Priştina temsilcilerinin siyasi duruşlarından görünürde taviz vermelerini gerektirmediği için, teknik kabul edilen birçok mevzuda bu güne kadar ciddi ilerleme kaydedildi.

Son olarak daha önceden Priştina’dan gelen temsilcilerin varlığından bile rahatsız olup, bölge devletleri arasında düzenli gerçekleştirilen toplantılara katılmayı reddeden Sırbistan, bu Mart ayında Priştina’nın ev sahipliği yaptığı toplantıya Kosova bayrağı ve diğer bağımsızlık ima eden simgelerin kullanılmaması şartıyla katıldı. Arnavutluk, Bosna, Makedonya ve Karadağ temsilcilerinin de katıldığı ve bölgenin kara ve tren ulaşım ağlarının nasıl geliştirileceğinin konu alındığı toplantıda Sırbistan’ı, Dışişleri Bakanı Ivica Dačić temsil etti.

Söz konusu çerçeveden baktığımız zaman, Kosova-Sırbistan barış sürecinin Kıbrıs’tan iki farkı olduğunu görüyoruz. Birincisi müzakere sürecinin hedefi kapsamlı çözüm değil, parçalı çözümdür. İkincisi ise özellikle 2008 yılından beri AB entegrasyon sürecinin, iki taraf arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesinde ciddi bir katalizör rolü oynamasıdır.

Peki Kosova sorununun bize benzeyen tarafı nedir? Ya da bu hikâyeden çıkarılacak bir ders var mıdır? Fridman’nın NATO müdahalesi sırasında, Belgrad’da ikamet edenlerin algısı üzerine yaptığı çalışma işte bu noktada çok önemlidir. Çünkü bahsi gecen çalışma, barış inşasının aslında siyasi bir pazarlık ya da bir al ver süreci olmaktan daha derin bir mevzu olduğunu ortaya koyan çarpıcı sonuçlar içerir.

NATO müdahalesi, Sırpların kimlik algısında ve AB sürecini anlamlandırmalarında önemli yere sahiptir. Müdahale uluslararası hukuka uygunluğu başta olmak üzere, birçok farklı açıdan tartışılabilir. Ama Rambouillet Antlaşması’nın Yugoslavya tarafından reddedilmesi ve akabinde Sırp lider Slobodan Milosevic yönetimindeki Yugoslav ordusunun Kosovo müdahalesiyle bağlantısı su götürmezdir. Araştırmaya gore NATO müdahalesi öncesindeki haftalarda, Belgrad sakinleri aslında mevcut gerginlikten ve bir müdahale ihtimalinden haberdardırlar. Ama çarpıcı olan bir gerçek vardır ki, ona göre; hayatının 78 gününü bu bombardıman altında geçiren Belgrad halkının, NATO müdahalesiyle Kosovo’daki çatışmalar arasında neredeyse hiçbir bağlantı kurmamasıdır. Sırpların kolektif tarih algısı, kendi taraflarının saldırgan bir tavır içerisinde bulunmadığı ve Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde yaşanan savaşların mağduru oldukları yönündedir. Kısacası o dönemde kurulamayan bağlantı, 2015 yılında taraflar arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yönelik müzakere süreci hızla yol alırken ve Radikaller (SRS) dışında tüm Sırp siyasi partilerin AB entegrasyonu ve Kosova’yla ilişkilerin normalleşmesi gerektiği argümanını öne sürerken bile hâlâ kurulamamıştır. Sırp halkı kendi yakın tarihleriyle bir yüzleşme süreci yaşamamıştır.

Aslında durum Kosova Arnavutlarının tarafında da pek farklı değil. Arnavutlar da özellikle Yugoslavya için kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’yle işbirliği konusunda ciddi sıkıntı yaşamış ve NATO müdahalesi sonrasında Miloseviç’in orduları çekilince bölgede yaşayan Sırp halkın maruz kaldığı şiddeti, kendi mağduriyetleri üzerinden haklı çıkarmayı seçmişlerdir. Bundan ötürüdür ki, Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nden gelen talepler doğrultusunda savaş suçları üzerine soruşturma yürütmekle yükümlü Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Yönetimi (UNMIK) ve AB Kosova Hukuk Misyonu (EULEX) ile uzun süreler gergin ilişkiler yaşanmıştır.

Yani, AB’nin ciddi bir katalizor rolü oynadığı ve parçalı çözüm anlayışının taraflar arasındaki sorunlara çözüm üretebildiği bu coğrafyada, barış kültürü aynı hızla ilerleyememektedir. Sırp ve Kosova Arnavutlarında toplumsal düzeyde travmaya sebep olan çatışmaların, iki tarafın kolektif bilincinde anlamlandırılması, resmi makamların ürettiği etnik milliyetçi söylemler üzerinden şekillenmiştir. İki taraf da birbirlerinin yaşadıkları travmalara yabancı kalmıştır.

Kosovo sorununun çözümünde ufukta görünen çözüm, iki devlet esasına dayanır. Yani Kıbrıs’ın aksine, Sırp ve Kosovalıların federal devlet çatısı altında bir arada yaşamaları, şimdilik ihtimal dâhilinde değildir. Buna rağmen toplumsal yüzleşme sürecinin yaşanmamış olması, özellikle kuzey Kosova’da ikamet eden ve Kosova’nın bağımsızlık ilanından bu yana azınlık konumuna düşen Sırplar’ın, Kosova kurumlarına entegrasyonunda ciddi sorun teşkil etmektedir.

Hikâye aslında çok tanıdık değil mi?

Kıbrıs’ta da hâlâ Sırbistan ve Kosova’dakine benzer şekilde -siyasiler tarafından sürdürülen çözüm süreci ve AB’ye dair umutlara rağmen- yakın geçmişten bugüne sirayet eden olayların anlamlandırılması ve ortak hafızanın kurgulanmasında, etnik milliyetçi bakış açısı ve mağdurlaştırma politikaları belirleyici rol oynuyor. Bu şekilde yaratılan ortak hafıza ise toplumsal yüzleşme süreçlerinin gerçekleşmesini engelleyerek, her iki soruna da kalıcı çözüm bulunmasının önünü tıkıyor. İşte Kosova sorunu, bu noktada bize çok benziyor ve her iki coğrafyada da önümüzde iki seçenek sunuyor.

Hem Kosova’da hem Kıbrıs’ta etnik milliyetçi bakış açısıyla yaratılmış tarih algısı ve bu durumun körüklediği ayrılıkçı politikaları normal saymaya devam edebiliriz. Bu durumda mevcut resmi söylemler üzerinden tarih algımızı kurgulamaya ve toplumlar arası çatışmayı hiç yaşamamış nesillere de böyle aktarırız. Böylece hem bölünmeyi sağlamlaştırır hem de barışı bir al-ver süreci olarak algılayıp, kırk yılı aşkın süredir devam eden müzakere maceramıza bir kırk yıl daha da devam ederiz. 

Ya da barış inşasının, salt müzakere sürecine indirgenemeyecek kadar ciddi bir sorun olduğundan hareketle, sadece al-ver süreci sonuncunda imzalanacak antlaşmayla çözümlenemeyeceğini kabulleniriz. Böylece sorunun, kimlik algımızın derinlerinde yer aldığını kavrayıp,  toplumsal algımızı yeniden kurgulamaya başlayabiliriz.

Neyi bekliyoruz?

 

-------------------------------------------------------

Dr. Orli Fridman Surrey Universitesi, Medya ve Iletisim Fakultesi ogretim uyesidir. Bahsi gecen arastirma British Academy tarafindan finanse edilmis ve Surrey Universitesi Uluslarasi Mudahale Merkezi catisi altinda Dr. FRidman tarafindan yurutulmustur.

Bu haber toplam 2277 defa okunmuştur
Gaile 313. Sayısı

Gaile 313. Sayısı