
'Kendinize İyi Davranın'!
Türkçeye bir yerlerden sızmış, abuk subuk sözlerden biridir başlıktaki. Son dönemde insanlar, ağız birliği etmişçesine, birbirlerine, “kendine iyi bak”, “kendine iyi davran”, “bugün kendin için bir şeyler yap”, “m
Türkçeye bir yerlerden sızmış, abuk subuk sözlerden biridir başlıktaki. Son dönemde insanlar, ağız birliği etmişçesine, birbirlerine, “kendine iyi bak”, “kendine iyi davran”, “bugün kendin için bir şeyler yap”, “mutlu ol” falan diyorlar. Duyan da bu sözlere muhatap olanların, gece gündüz kendileri dışındaki birilerini mutlu etmek amacıyla çalıştıklarını, kendilerine hiç zaman ayırmadıklarını, ne yapıyorlarsa toplum ya da başkaları için yaptıklarını sanacak! Sanki diğerkâmlığın dibine vurmuş âlem!
Aslında bu tip sözlerin bu kadar yaygınlaşmasıyla, bazı kitapların “çok satanlar” listelerinde en üst sıraları işgal etmesi arasında da bir koşutluk aramak gerekir belki. İnsanlar, gittikçe daha fazla içlerine dönmekte, “maneviyat”a yönelmekte, ruhlar âlemine dalmakta, hatta meleklerle ilişkiye geçmek için hiç okumadıkları kadar çok okumaktadırlar. Ara sıra uğradığım kitapevlerinde rastladığım, “melek kartları”nın peşine düşen, bulamadığında sipariş veren, pozitif enerji alacağım diye kendini paralayan, “memleket ve dünya ne hâlde olursa olsun ben mutlu olmalıyım” diye yırtınan, hatta bu arayışa bir sosyal içerik katmak amacıyla “her birey kendi kendiyle barışırsa dünyaya barış gelir” diye nutuklar atan insanların asabıma dokunduğunu itiraf etmek zorundayım.
Nasıl da kaçıyoruz hüzünden, gamdan, tasadan! Nasıl da esiri olmuşuz bireysel mutluluk arayışının!
Oysa Nâbî, yüzyıllar öncesinden uyarıyor bizi:
Cihânda âdem olan bîgam olmaz
Anınçün bîgam olan âdem olmaz
diyor. Bu dünyada insan olanın gamdan, tasadan kurtulması mümkün değildir Şair’e göre. Onun içindir ki dertsiz, tasasız, gamsız kişiye insan demekten kaçınmak gerektiğini söyler. Belli ki Burroughs gibi, onun için de, “insan cins isim değil sıfattır”. Anasının apış arasından çıkar çıkmaz ciyaklayan ve nefes alıp vermeye başlayan her varlığı, sırf bunları yaptı diye insan sıfatına layık görmez ikisi de. Varlığı insan yapan, bu sıfatı hak edecek hâle getiren özelliklerin peşine düşerler. İşte Nâbî’ye göre, bîgam olmamak bu özelliklerin başında gelir.
Eşitsizliğin, birileri açken tok yatmakta beis görmeyenlerin, tahakkümün hüküm sürdüğü bir dünyada “gam, keder, elem, tasa” biter mi? Dünyanın bu hâli değişmedikçe, bu rezaletin içinde bîgam olmayı başaranlara insan denebilir mi? Hiroşima’da yanarak ölen kız çocuğuna ağıt yakan, kalbi her şafak vakti Yunanistan’da kurşuna dizilen, fakir milletine, ikram edebileceği tek varlığını, o kırmızı elmayı, kalbini sunan Nazım’ın şiirleri bu şartlar altında bir şey ifade eder mi?
Ama herkes aklından hoşnut tabii! Kimseye, sırf bizim keyfimiz olsun diye, “tasalan, gama, kedere boğul, mutsuz ol” diyecek hâlimiz yok. Ben ve benim gibi düşünenler de, aynen melek kartlarının peşine düşenler gibi, akıllarımızdan hoşnutuz. Ve hoşnut olduğumuz tek şey de akıllarımız galiba. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu dünyadan zerrece hoşnut değiliz. Mutsuzuz ve gam, keder, elem, tasa bırakmıyor peşimizi. Biz galiba mutluluğu değil, hüznü ayırdık payımıza.
Hilmi Yavuz’un Nazım Hikmet için yazdığı o muhteşem şiirde söylediği gibi:
O “hüzün ki en çok yakışandır bize”...