1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Dedigoduculuk” ve “Gombinacılık” Kültürü Üzerine (2)
“Dedigoduculuk” ve “Gombinacılık” Kültürü Üzerine (2)

“Dedigoduculuk” ve “Gombinacılık” Kültürü Üzerine (2)

“Dedigoduculuk” ve “Gombinacılık” Kültürü Üzerine (2)

A+A-

Mustafa Ongun

[email protected]

Kıbrıslı Türkler, bir kişinin veya grubun başka bir kişi veya grubun arkasından iş çevirmesine 'gombinacılık' adını veriyorlar. ‘Gombinacılık’ da tıpkı dedikoduculuk gibi günlük yaşamdan tutun da politikaya kadar sosyal hayatın her alanında fazlasıyla yer alan bir pratiktir. Dahası gombinacılığın adanın kuzeyindeki siyasi hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğunu bile söyleyebiliriz – veya söylersek herhalde kimseyi şaşırtmayız.

Okuyanların hatırlayacağı üzere bu yazı serisinin ilki dedikoduculuk kültürünün toplumumuzda neden bu kadar yaygın olduğu sorunuyla ilgilenmişti. Dedikoduculuğun - genel kanının aksine - küçük toplum veya ada toplumu olmamızdan değil, toplumumuzun muhafazakar otorite yapısından kaynaklandığı iddia edilmişti ilk yazıda. Ayrıca, bu açıdan bakıldığında dedigoduculuğun aslında kaderimiz olmadığını, muhafazakar otoritenin daha yenilikçi bir otorite yapısı ile değiştirilmesi durumunda bu kültürün etkilerinden de kurtulacağımız fikri ortaya atılmıştı.

İlk yazının sonucunda muhafazakar otoritenin dedikoduculuktan beslenmekle kalmayıp yukarda bahsedilen ‘gombinacılığın’ da kaynağı olduğunu söylemiştik. Bu bıraktığımız yerden devam edecek olursak, öncelikle, muhafazakar otorite derken ne demek istediğimi kez daha açarak başlamak gerekiyor. Muhafazakar otorite her şeyden önce yeniliğe karşı duran bir otorite yapısıdır. Yeni fikirlere, farklılıklara ve daha da önemlisi bireye pek de yer vermeyen bir otoritedir. Bu bağlamda, risk almaktan korkan, herhangi bir siyasi ve ekonomik girişimde bulunmaktan çekinen bir toplumsal karakter oluşturma çabası içindedir. Daha öncede vurgulandığı gibi muhafazakar otorite ailede ‘Baba’nın, mahallede ‘Abi’nin, okulda ‘Öğretmen’in, partide ‘Başkanlar’ın kurguladığı doğruların dışında da doğrular olabileceğini tasavvur etmeyen bir zihniyetten beslenir. Muhafazakar otorite, ‘anavatan’, ‘baba’, ‘müdür’ ‘başkan’ gibi otorite figürleri dışındakileri kendi doğrularını bulabilecek ‘akıl sahibi’ bireyler olarak tasarlamaz. Aksine onları, otoriteye benzemesi gereken birer çocuk gibi algılar ve kendi doğruları çerçevesinde şekillendirmeye çalışır. 

Bu noktada Adorno ve arkadaşları’nın Otoriter Kişilik (1950) adlı yapıtından yararlanmak oldukça faydalı olacaktır. Bu çalışma böyle bir yazı kapsamında adil bir şekilde değerlendirilemeyecek kadar kapsamlı olmasına rağmen, birkaç noktaya kısaca değinmek yerinde olacaktır – çünkü birazdan da anlatacağım gibi bu yapıtta tanımlanan otoriter kişiliğin yukarda bahsedilen muhafazakar otoriteyi oluşturduğunu söylemek mümkündür. Adorno ve arkadaşlarına göre otoriter kişiliğin önemli özelliklerinden birisi itaatkârlıktır. Otoriter kişilik otorite figürü tarafından idealize edilen ahlaki değerleri sorgulamadan kabul eder ve dış dünyaya (veya kendi tanıdıkları dışındaki kişilerle) karşı aşırı bir güvensizlik duygusu besler. Bu büyük ölçüde otoriter kişinin yetiştiği aile yapısından kaynaklanır. Otoriter kişilik genel olarak dominant ve statü düşkünü baba ve kısıtlayıcı bir anne tarafından büyütülür. Bu aile yapısında itaatsizlik bastırılır veya nankörlük olarak görülür. Bireyin kendi değerlerini geliştirilmesine izin verilmez. Kendi değerlerini geliştirenler, farklı düşünüp farklı yaşayanlar Kafka’nın böceğinin böceği gibi görülürler.

Şimdi, Kıbrıs’ın kuzeyinde bu tip bir aile yapısının ve kişiliğin yaygın olduğunu görmek için sanırım sosyolog olmaya gerek yoktur. Statü düşkünü babaların, kısıtlayıcı annelerin ve sorgulamadan doğruları kabul eden çocukların yer aldığı aileler, dış dünyaya güvenmeyen, herkesten kuşku duyan bireylere her yerde rastlamak mümkündür. Bunu görmemek sanırım birçok gerçeği de görmeyi reddetmek anlamına gelecektir. Sonuç olarak Kıbrıs’ın kuzeyinde otoriter kişiliğin temelinde yer aldığı muhafazakar bir otoritenin hakimiyetinden bahsetmek gerçeklerle ters düşmeyecektir.

Peki ama bütün bunların ‘gombinacılıkla’ ne alakası var diye soracaksınız şimdi. Cevap çok açık olmasa da, ‘gombinacılık’ ile yukarda anlatılan muhafazakar otoritenin yakından ilişkili olduğudur. Muhafazakar otorite her ne kadar farklılığa ve yeniliğe tahammül edemese de, farklılıkların ve yeniliklerin toplumun kıyısında köşesinde oluşmasına engel olması mümkün değildir. Şu veya bu şekilde yeni değerler, yeni yaşam biçimleri, ortaya çıkacaktır. Bu yenilikler de her yenilik gibi toplumda daha önemli bir yere gelme çabası içine girecektir. Muhafazakar otoritenin hakim olduğu bir toplumda ise yeni değerlerin, bakış açılarının ve oluşumların tartışılmasına, yaşanmasına ve hatta göz önünde bulunmasına izin verilmeyecektir. Yeni ve farklı olana korku ve şüphe ile yaklaşılacak ve eğer otorite figürlerine karşı oldukları düşünülürse dışlanmaları sağlanacaktır. 

Böyle bir toplumda otorite figürünün dışında kalanlar için kabul görmek ve sesini duyurmak zordur. Otoritenin dışında olanların sesini duyurması için geriye iki yöntem kalmaktadır. Birincisi (ve bence yapılması gereken) muhafazakar otoriteyi ve otoriter kişilik yapısını değiştirmeyi hedef alan bir örgütlenme. İkincisi ve genel olarak tercih edilen ise ‘gombinacılık’. Yani bir yanda otoriteyi onaylarken, diğer bir yandan onun arkasından iş çevirmek ve onun yerine geçme çabası içine girmek. Genel pratik, yani ‘gombinacılık’, iki seçenekten birisidir. Muhafazakar otoritenin hakim olduğu toplumda bu tür bir pratiğin siyasi arenada oldukça önemli ve yaygın olmasında aslında şaşırılacak pek de bir şey yoktur.

Sonuç olarak 'gombinacılığın' bu kadar yaygın olması, otoriter kişilik yapısının - siyasi örgütlenme başta olmak üzere - toplumun önemli yerlerinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Böyle bir toplumda erkek arkadaşları ile buluşamayan genç kızlar, eleştirel düşüncelerini yapılaşamayanlar, siyasi hiyerarşinin altlarından siyasete atılan ‘yeniler’ ve hatta TC ile ilişkiye giren politikacılar ancak ‘gombinacılık’ yaparak istediklerine ulaşmaya çalışacaklardır. Ancak çıkarılan bu sonuçta önemli olan ‘gombinacılık’ kültürünün çelişkisini ve tek seçenek olmadığını görmektir. ‘Gombinacılık’ kültürünün parçası olanlar, muhafazakar otoritenin sistemsel ve kapsamlı bir sorun olduğunun ya farkında olmuyorlar ya da farkında olsalar bile günün sonunda bu farkındalığı yitirmek durumunda kalıyorlar.

Bunun önemli bir nedeni de muhafazakar otoriteyi yeniliğe açık, özgürlükçü bir otorite modeli ile değiştirmek gibi bir kaygı güdülmemesidir. Böyle bir anlayıştan yoksun olmanın sonucunda ise ‘gombinacılık’ muhafazakar otoritenin kendisi olarak karşımızda sürekli olarak çıkmaktadır. Durumumuzu bir analoji yaparak düşünecek olursak, babası tarafından arkadaşlarıyla dışarıya çıkılmasına izin verilmeyen bir çocuk düşünebiliriz. Bu çocuk babasının arkasından iş çevirerek bir şekilde arkadaşları ile dışarıya çıkmayı başarıyor. Ancak bir gün bu çocuğun kendisi baba olduğunda, babasının ona yaptığının aynısını kendi çocuğuna yapıyor: Çocuğunun dışarı çıkmasına izin vermiyor. ‘Gombinacılık’ kültürü günün sonunda bizi bu çocuğun durumuna getiriyor.

Son söz yerine ‘gombinacılığın’ ötesine geçip, gombinacılığın birincil nedeni olan muhafazakar otoriteyi özgürlükçü bir otorite ile değiştirmedikçe ne ‘gombinacılık’ kültüründen, ne de ‘dedikoduculuktan’ kurtulmamızın mümkün olduğunu hatırlatalım. Bu durumda bu yazı serisini bitirmeden önce nasıl bir özgürlükçü otoriteye ihtiyacımız var sorusuna da değinmemiz gerekmektedir. Ancak bu konuyu serinin bir sonraki yazısına bırakmak daha doğru olacaktır…

Bu haber toplam 1639 defa okunmuştur
Gaile 213. Sayısı

Gaile 213. Sayısı