1. HABERLER

  2. HABERLER

  3. 'Zorunlu askerlik' sivilliğin ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engel…
Zorunlu askerlik sivilliğin ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engel…

'Zorunlu askerlik' sivilliğin ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engel…

Kıbrıs’ın kuzeyindeki “gece kulüplerine” ilişkin gerekçe olarak, ülkede bulunan Türk askerinin ve yabancı öğrencilerin varlığı gösterilmektedir.

A+A-

Mert Özdağ

Feminist Atölye (FEMA) aktivisti Aslı Murat…
Hukukçu…
Hem kadın hem hukukçu hem de feminist bakış açısıyla askerliği yorumladı.
Aslı Murat’ın askerlik yorumunda dikkat çeken tespitler var.
Üstelik bu tespitleri değişik sıfatları ile ortaya koyuyor.
Zira, feminist bakış açısında askerliğin nedenlerini açıklıyor, “kadın” bakış açısıyla yaşanan travmanın toplumdaki yerine işaret ediyor, hukukçu gözüyle de yasal eksikliklere ve vicdani ret konusuna eğiliyor.
Bu bakımdan önemli bir görüş ortaya çıkıyor.
 


Üç “erkek kardeş”; cinsiyetçilik, milliyetçilik ve militarizm

Askerlik hizmeti ve buna bağlı olarak vicdani ret hakkına yönelik yürütülen tartışmalarda, militarizmi temel almak gerekir. Bu sebeple öncelikle militarizm üzerine birtakım saptamalar yapılmalıdır. Bilindiği üzere içerisinde yaşadığımız siyasi arenanın ana öznelerinden en etkin olanı ulus-devletlerdir. Milliyetçilik ideolojisi temelinde inşa edilen milletler, ulus-devletler üzerinden var olmaktadır. Diğer bir ifade ile milletlerin siyasi bir süreç sonucunda kurgulanmış olduklarını söylemek mümkündür. Bu kurgulanış esnasında aidiyet kurulan milli kimlikler, “düşman öteki” üzerinden tanımlanır. Doğal olarak milletin yaşayacağı coğrafyalar da sınır boyları aracılığıyla vatan toprağı haline getirilir. Bahsi geçen “düşman öteki” sınır dışında bırakılır ve içeride kalan toprak parçası ordu kurumu aracılığıyla korunur. Farklılıklar her daim tehdit unsuru olarak görülür ve ötekileştirme normalleştirilir. Sınırlar içerisinde yaşayan insanlar sindirilir ve onlardan her daim itaat etmeleri beklenir.

Milletin inşa edilmesi ve militarizasyon süreçleri içerisinde erkeklik, güç ile birlikte anlamlandırılır ve iktidarın temel taşıyıcısı konumunda yerini alır. Güç ve şiddet kullanarak yok etme kültürü gibi tanımlanan eril değerler vatanı – bayrağı korumak için kutsallaştırılıp, kahramanlık nişanı olarak tanımlanır. Bu aşamada şiddeti sorgulamak erkekliği eleştirmek anlamına gelir ve erkek egemen sistem içerisinde bu pek de mümkün değildir. Çizilen çerçeveden de anlaşılacağı üzere cinsiyetçilik, milliyetçilik ve militarizm kol kola giden, birbirini besleyen ideolojilerdir. “Her Türk asker doğar” lafı, bir bakıma milliyetçilik ve militarizmin ayrılmaz birlikteliğini gözler önüne serer. Bu laf aynı zamanda zorunlu askerliğin sadece erkekler için uygulandığı bizim gibi coğrafyalarda kadınları millet içerisinde yok saymaktadır.

Ataerkil sistemin sorunsallaştırılmaması, orduların sadece “güvenliği sağlamakla” görevli olduğu yanılsamasını ortaya çıkarır. Hâlbuki ordu, erkeklik kurgularının somut bir şekilde üretildiği kurumların başında gelmektedir. “Erkek adam” olmanın gereklilikleri tanımlanmaktadır. Buna göre erkeklik; güçlü, saldırgan, buyurgan, duygusal olmayan, gerektiğinde şiddet uygulayabilen, hiyerarşik itaati sorgulamayan olarak tanımlanmaktadır. Askeri hizmet esnasında bireyler, bu tek tiplik temelinde şekillendirilmektedir. Bu yapı içerisinde “eğitilen” erkekler, edindikleri sıfatları sivil hayatlarında yeniden üretmekte, kısacası her biri kendi ailesinin komutanı halinde gelmektedir. Sisteme hâkim olan hiyerarşik yapı gereği kadınlar, sayılan hususların tam tersi özellikler üzerinden ve ikincil cins olarak tanımlanmaktadır.

Devletlerin militarist yapısının somut şekilde gözlemlenebildiği baskı aracı olan ordular, kurumsal anlamda şiddet uygulamakta ve bu şiddet temelinde üretilen itaat sistemini sorgulayamayacak bireyler yaratmaktadır. Ordu, hiyerarşinin, emir-komuta sisteminin, sorgulanamaz disiplinin ve tek tipleşmenin çıplak anlamda yaşandığı bir kurumdur. Özellikle hiyerarşik düzenin eşitlik, sorgulanamaz disiplin anlayışının ise özgürlük mefhumu ve demokratik sistem ile bağdaşması mümkün değildir. Tüm bu özelliklerin toplumsal cinsiyet kurguları içerisinde şekillendirilen “erkekliğe” ait olması da, cinsiyetlendirilmiş bir yapının varlığını kanıtlar niteliktedir. Doğallaştırılmış toplumsal cinsiyet kurguları gereği ordu içerisinde savaşçı, saldırgan, egemen karakterinden ötürü erkeklik fiilen savaşan olarak inşa edilirken; kadınlık savunmasız, korunmaya muhtaç, narin, duygusal özelliklerden ötürü daha çok “yardımcı işlerde” görev alan olarak kategorileştirilmektedir. Cyntia Enloe gönüllülük esasının kabul edilmesinin ardından, ABD ordusu içerisinde faaliyet gösteren kadınların rütbe alma hakkını elde etmesinin nedeninin de, siyahların hiyerarşik sistem içerisinde üst konuma gelmesinin engellenmesi olduğunu belirtir. Kadınlar genellikle cephe gerisinde bulunmakta, hiyerarşik sistem içerisinde en üst rütbeye kadar çıkamamaktadırlar. Kadınların ordu içerisinde en çok faaliyet gösterdiği alanlar hastabakıcılık, hemşirelik, aşçılık, terzilik, temizlik görevliliği olarak sıralanabilir. Bunun temel sebebi militarizmin kendi içerisinde barındırdığı ve askeri eğitim sırasında erkeklerin içselleştirmesini sağladığı, “kadınlığa ilişkin özelliklere” karşı gözetilen mesafedir. Kadınlık halleri uzak durulması gereken, aşağılanmaya neden olan, her daim “öteki” olarak tanımlanan hususları ifade etmektedir. Fahişeler de askerlerin erkekliklerini besleyen etmenlerden biridir. Kıbrıs’ın kuzeyindeki “gece kulüplerine” ilişkin gerekçe olarak, ülkede bulunan Türk askerinin ve yabancı öğrencilerin varlığı gösterilmektedir. Buna göre ilgili mekânların kapatılması, “dizginlenemez erkek cinselliği” sonucunda tecavüz vakalarının artışına sebebiyet verecektir. Hâlbuki tecavüzün cinsel açlık üzerinden değil, kadın bedeninin fethedilmesi anlayışı üzerinden değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde ataerkil sistemin militarist yönünün tespit edilebilmesi mümkün olmayacaktır.

Askeri eğitim esnasında erkekliğin kışkırtılması için, askerlere yönelik dile getirilen aşağılama cümleleri, çoğu zaman kadınlık ve eşcinsellik üzerinden ifade edilir. Eğitimler esnasında “ibne”, “homo”, “yumuşak”, “kız gibi koşan”, “ana kuzusu”, “fahişe”, “küçük hanım”, “sen bir kadınsın” gibi ifadeler kullanılmaktadır. Kadınların düzenli olarak orduya alındığı İsrail’de, kadınların bulunduğu bölümün adının baş harflerinden oluşan kelime İbranice’de çekicilik anlamına gelen “Khen”dir ve bu birimin görevlerinden biri ordunun geri kalanının moralini yükseltip, diğer askerlere “göz kulak olmaktır”.

Militarizm kadın bedenini nesneleştirir

Kadın bedeni militer yapı içerisinde erkeğin mülkü, koruması / işgal etmesi gereken sınırları belirlenmiş bir “vatan toprağı” şeklinde tasavvur edilmektedir. Sınır çizgileri iktidarın egemenliğinin tehdit edileceği yerlerdir. Ataerkil sistem içerisinde de “namusu korunması gereken kadın bedeni” olarak kurgulanması neticesinde militarizm içerisinde “vatan-namus borcu” diye tanımlanan askerlik görevi ortaya çıkmıştır. Bu sebeple özellikle savaş dönemlerinde tecavüz, savaş silahı olarak kullanılmaktadır. “Düşman öteki” millete mensup kadınlar, savaşın diğer tarafının askerleri tarafından tecavüze uğramaktadır. Kadın bedeninin milliyetçilik ve militarizm üzerinden nesneleştirilmesi ve bir bakıma fethedilmesi gereken bir coğrafya olarak kurgulanmasından kaynaklanmaktadır. Kıbrıs’ta yakın geçmişte yaşanan çatışma dönemlerinde, Kore’de, Somali’de, Ruanda’da, Bosna – Kosova’da,

Afganistan’da, Irak’ta, Mısır’da, Suriye’de benzer mağduriyetler yaşanmıştır. Ülkeler içerisinde yaşanan iç savaşlarda da gerek iktidar gerekse muhalifler bu gibi olayların yaşanmasına neden olmaktadır. Ortaya çıkan şiddetin temel kaynağı bedene sahip olmak, işgal etmek ve üzerinde hâkimiyet kurmak olduğu için söz konusu olaylar barış dönemlerinde de tekrardan yaşanmaktadır. Bir başka ifade ile kadına yönelik şiddetin üretilmesindeki en önemli ayaklardan bir tanesinin de askerlik hizmeti içerisindeki erkekleştirme süreçleri olduğu söylenebilir. Kadınlar ayrıca çoğu noktada militarist şiddeti meşrulaştırma aracı olarak da kullanılmaktadır. Özellikle şehit ya da kayıp yakını kadınlar “vatan sağ olsun” noktasına getirilmektedir. Aksi yönde tavır almaları halinde hain olarak tanımlanmaktadırlar. Çünkü onlara göre barıştan yana olmak, yaşanan şiddete karşı durmak ve hayatı savunmak kabul edilebilir bir husus değildir.

*************************************

Militarizmin sivil hayattaki yansımaları

Militarizm sadece savaş dönemlerinde hâkim olmamakta, sivil hayatımızda da birçok alanda kendini var etmektedir. Milletin en küçük yapı birimi olduğu iddia edilen aile ve eğitim kurumu içerisinde militarist öğeler yeniden üretilmektedir. Bu nedenle militarizme karşı yürütülecek mücadelenin, salt savaş karşıtlığı üzerinden değil, ayrıca sivil hayata egemen kılınmış askerî zihniyet, yorumlama ve davranış biçimlerinin de ortadan kaldırılması üzerinden şekillenmesi gerekir. Çünkü militarist ideoloji, sadece askeri hizmete tabi kılınan bireyleri değil, toplumun birçok kesimini çeşitli şekillerde militarizasyon sürecine dâhil ederek şekillendirmektedir. Militarizmin sivil hayata empoze ettiği özellikler, devlet içerisindeki birtakım kurumlar vasıtası ile somut olarak tespit edilebilir. Özellikle ordu, eğitim ve aile kurumu meseleye ilişkin incelenmesi gereken alanlardır. Louis Althusser bahsi geçen üç kurumu, modern devletin baskı ve ideolojik aygıtları olarak isimlendirmektedir. Her üç kurum da bünyesinde hiyerarşik yapıyı, itaat ilişkisini, sorgulanamaz disiplini, tek tipleşmeyi ve cinsiyetçiliği barındırır. Mesela milli törenler, savaş müzeleri ve şehitliklere yapılan gezilerde öğrenilen “kutsal şehitlik” kavramı tahayyül edilmiş bir kurgudan başka bir anlam ifade etmeyen “ulusal” değerler uğruna ölmeyi yüceltmekte, savaşın yok edici yüzünü görmemize fırsat tanımamaktadır. Bu da sivilliğin ne kadar mümkün olduğu sorusuna verilecek yanıtın karmaşıklığını ortaya çıkarmaktadır. Zorunlu askerlik hizmetinin varlığı, sivilliğin ve demokratikleşmenin önündeki en büyük engeldir. Bu sebeple vicdani ret hakkının tartışma konusu dâhi yapılmaması abesle iştigaldir.

********************************

Vicdani Ret bir insan hakkıdır

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vicdani ret hakkının kabul edilmemesi durumunu, alternatif sivil hizmetin caydırıcı ve cezai nitelikte olmasını “sosyal ölüm” olarak tanımlamaktadır. Bu alanda birçok davada devletler mahkûm etmiştir. Kıbrıs’ın kuzeyinde en kısa zamanda vicdani ret hakkının anayasal koruma altına alınması gerekmektedir. Askerlik süresinin kısaltılması sistem içi iyileştirme olarak değerlendirilebilir ama insan hakları alanında bir adım atıldığı anlamına gelmez. Çünkü ataerkil şiddete, militarizme ve milliyetçiliğe karşı olan; bu gibi hususların yeniden üretilmesine katkı sağlamak istemeyen bireylerin hakları göz ardı edilmiş olur.

Askerlik hizmeti üzerine yürütülen tartışmalar, vicdani ret hakkı yanında profesyonel askerliği de konu alıyor. Bu konu üzerine de birkaç saptama yapmak önemlidir. Yukarıda ayrıntısı ile anlatıldığı üzere ordu tarafından üretilen militarizm, günümüzde kabul edilebilir bir hâl almak için çeşitli alternatifler üretiyor. Bu doğrultuda “yeni küresel güvenlik stratejisi” profesyonel ordu aracılığıyla özel eğitimden geçirilecek askerler yetiştirmeyi amaçlamaktadır.  Bahsi geçen özel birliklerde görev alacak bireyler, “süper savaşçı askerler” olarak yetiştirilecektir. Sözü edilen birliklerde askerlik, vatandaşlık görevi değil de para karşılığı yürütülen bir iş olarak tasarlanmaktadır. Birçok durumda siyasi ve hukuki denetim mekanizmalarındaki eksikliklerden ötürü, bu gibi birimler insan hakkı ihlallerine sebep olmaktadır. Özellikle ABD profesyonel ordusu, Orta Doğu’da “demokrasi ve güvenlik” tesis etmek amacıyla gerçekleştirdiği askeri harekâtlar neticesinde birçok insan hakkı ihlaline neden olmuştur. Bu sebeple profesyonel askerliği önerirken çok dikkatli olmalı ve tüm olumsuz sonuçlarını göz önünde tutmalıyız.

**********************************

Anti-militarizm Feminist Atölye’nin en önemli değerlerinden biridir

Anti-militarizm, militarist ideolojinin ürettiği ve çeşitli kurumlar aracılığıyla toplum içerisinde yaygınlaştırdığı tek tipleşme, itaate dayalı sistem, hiyerarşik yapı, otorite, baskı, şiddet gibi etmenlere karşı şekillenen bir mücadele alanıdır. Eril tahakkümün yeniden üretilmesinde önemli bir mekanizma olan militarizmin sayılan özellikleri düşünüldüğünde, feminist politikanın anti-militarist niteliğe sahip olması, militarizmin cinsiyetçi yapısının çözümlenmesi açısından büyük bir öneme sahiptir. Barışı kurabilmek için savaşı aşmak gerekir. Bu da sadece sıcak çatışmaların sona ermesi anlamına gelmez. Ayrıca militarizmi sorgulamak ve nasıl işlediğini deşifre etmek gerekir. Böylece onu üreten nedenler ortadan kaldırılabilecektir. Askerlik hizmeti ataerkil, kapitalist, milliyetçi ve militarist sistemlerin dayattığı hiyerarşik kültürün bir tezahürü olup, başta erkekler olmak üzere, tüm insanlığı çatışmacı, ötekileştirici ve eril bir düzen içerisinde yaşamaya mahkûm etmek demektir. Ordular ürettikleri şiddet kültürü ile barışçıl, adil ve eşitlikçi bir dünyanın oluşmasını engellemekte ve erkek egemenliğinin en saldırgan biçimini sistematik olarak yeniden inşa etmektedir. Feministler olarak dini, ahlaki ya da politik gerekçelerle dar anlamda “zorunlu askerlik hizmetini reddetmek” olarak tanımlanan vicdani ret hakkının bir insan hakkı olarak kabul edilmesini talep ediyoruz. Vicdani ret bir insan hakkıdır; öldürmeyi reddetmektir; yaratılan düşmanlıkları yok ederek barış kültürünün yaratılmasına katkı sağlamak için adım atma istencidir.

Bu haber toplam 4158 defa okunmuştur