Pandora’nın Kutusu
Kıbrıs sorununda kalıcı ve kapsamlı bir çözüme ulaşmanın temel koşulu, karşılıklı güvenin ve ortak zeminin inşa edilmesidir. Bu ikisi sağlanmadan, sorunun çözümü yönünde ilerlemek, yeni fikirler geliştirmek veya dünyadaki federal modellerden hareketle Kıbrıs’a çözüm odaklı bakmak gerçekçi değildir.
Bugün her iki toplumun büyük çoğunluğunu kapsayacak güven inşa programlarına ihtiyaç vardır. Bununla birlikte, “yüzleşme” ve karşılıklı “toplumsal muhasebe” süreçleri de ertelenemez bir zorunluluktur.
Bugüne dek hayata geçirilen tüm toplumsal diyalog ve temas projeleri, esasen iki toplumun elit kesimleri arasında kalmıştır; ne kuzeyde ne de güneyde geniş tabanın katılımı sağlanamamıştır. Sıradan temaslar, kendiliğinden gelişen diyaloglar önyargı duvarlarını yıkmakta yetersiz kalmakta; ortak noktaları, birlikte yaşama dair içeriği, farklılıkları ve beklentileri tanımlayacak düzenli bir mekanizma geliştirilememektedir.
Bu eksiklik uzun yıllardır, çözüm arayışının sorumluluğunu yalnızca liderlerin omzuna yüklemiştir. Oysa liderlik kadar toplumların bu sürece hazırlanması da kritik önem taşır. Taban hazırlığı yapılmadan katılımı sağlamak ya da hazırlıksız tabandan tavana bir dinamikle süreci yönetmek, yeni krizlerin kapısını aralayabilir. Bu bakımdan ortak kültür inşa etmek için, ortak değerlerin üretimine yeniden zemin hazırlanmalıdır.
Özeleştiri Süreçleri
Ne yazık ki sadece statükoyu koruyan kesimler değil, çözüm yanlısı çevreler de “tarihsel özeleştiri” yapma konusunda etkin olamamıştır. Kimse Pandora’nın Kutusunu açmak istemediğinden, çözüm paradigması gerektiği gibi tartışılamamaktadır.
1950’lerden bu yana Kıbrıs’ta yaşanan olaylarla ilgili belirsizlikler hâlâ konuşulmamış, gri noktalar giderilememiştir. Çok uzağa gitmeye gerek yok; 2004 ve 2017’de yaşananlara dair bile ciddi bir bilgi kirliliği mevcuttur. Bu kirlilikten arınmak, gerçekleri konuşmak ve yerleşik tabuları yıkmak hayati bir ihtiyaçtır. Yığınla yalan üzerine inşa edilen sözde tezlerle ne yeni bir toplum projesi ne de sürdürülebilir bir çözüm dinamiği kurulabilir.
Güvenin yerine korkunun, tehdidin, şantajın hüküm sürdüğü bir ortamda uzlaşı arayışı gerçekten sonuç üretir mi ? Bunu kırabilmek, ancak ve ancak ancak karşılıklı suçlama sarmalına kapılmadan, toplumların ortak bir yaşam tahayyülünü bugünden inşa etmeye başlamasıyla mümkündür. Bu noktada “ortak zemin”in temel bir gerçeklik olarak toplumsal kabulünü yaratmak öncelik olmalıdır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını ise çözümün çerçevesi bağlamında “tek, ortak zemin” olarak kabul etmek, güven inşasının ve ortaklaşmanın da temelidir.
Saplantı
Güvenlik politikaları, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ayrılıkçılığı beslemekten başka bir işe yaramayacaktır.
Bu dönemde her iki tarafın da güvenlik eksenli önceliklere sarılması, Kıbrıs’ta barışı sürekli ötelemektedir. Hristodulidis’in Güney Kıbrıs’ı ABD ve İsrail’e daha fazla açan savunma işbirliği anlaşmalarına yönelmesi; Tatar’ın ise Türkiye’nin askeri gücüne sığınması, mevcut statükoyu tahkim etmenin ötesinde bir irade taşımamaktadır.
Dolayısıyla gerçek bir barış siyaseti için, barış kültürünü ve ortak değerleri güçlendirecek adımlar atılmalı; yüzleşme süreçleri cesaretle hayata geçirilmelidir. Ancak bu şekilde Pandora’nın kutusu açılabilir ve ortak bir gelecek inşa edilebilir.