1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Örgüt Aklı
Örgüt Aklı

Örgüt Aklı

Örgüt Aklı

A+A-


Tufan Erhürman
tufaner@yahoo.com

“Senatores omnes boni viri, senatus romanus mala bestia” (Senatörlerin hepsi iyi insanlar ama Roma Senatosu sağlığa zararlı bir hayvan). Bir Roma atasözüymüş bu. Laclau, Gustave Le Bon’dan aktarıyor Popülist Akıl Üzerine adlı kitabında. Solon da Atinalılar için benzer şeyler söylemiş. Ona göre, tek bir Atinalı akıllı bir tilkiymiş ama bir grup Atinalı bir koyun sürüsü! (Ernesto Laclau, Popülist Akıl Üzerine, çev. Nur Betül Çelik, Ankara, Epos Yayınları, 2007, s. 44).

Romalılar ve Atinalılar için söylenenleri okuyunca ülkemizdeki örgütler geldi aklıma. Bazı örgütlerde çalışan Kıbrıslı Türklerle tek tek konuştuğunuzda duyduklarınız çok da hayal kırıklığına uğratmıyor sizi. Akıllı, neyin ne olduğunu, sorunların nereden kaynaklandığını, hatta nasıl çözümlenmesi gerektiğini bilen insanlarla karşılaşmak sürpriz değil. Düz mantıkla, bu akıllı insanların bir grup halinde bir araya geldiklerinde ya da ne bileyim, örneğin bir siyasal parti kurduklarında epeyce bir iş kotarmaları beklenir değil mi? Bizim atalarımız, Romalılardan farklı olarak, “bir elin nesi var, iki elin sesi var” demişler nihayetinde. Dolayısıyla bu soruya biraz da refleks olarak “evet” yanıtını vermemiz şaşırtıcı olmayacaktır.

Ama gelin görün ki çoğu zaman kazın ayağı hiç de öyle değil. Tek tek akılları bir araya getirince, “çok akıl” çıkmayabiliyor ortaya. Aslında hukukta tüzel kişilerin (örneğin siyasal partiler, sendikalar, dernekler, vakıflar, şirketler) gerçek kişiler (insanlar) gibi bir tek kişi sayılması önemlidir. Bu durumda birden çok gerçek kişinin akıllarının bir araya gelmesinden tüzel kişinin aklının, (hadi son zamanlarda çok kullanılan bir kavramla söyleyelim) “ortak akıl”ın doğması gerekiyor. Oysa bir bakıyorsunuz, onca akıllı insanın bir araya gelmesinden kaynaklanan “ortak akıl” tek tek akılların yarısı kadar bile akıllı olamıyor.

Bu durum, toplumsal bir haslet olarak değerlendirilmesi gereken örgütlenme becerisiyle yakından ilgili olsa gerek. Bu beceriye sahip olmayan toplumlarda, örgüt deneyimlerinde iki temel sorunla karşı karşıya kalınıyor ister istemez. Bunlardan birincisi yöntemsel, ikincisi kişiseldir.

Yöntemsel sorunlar birden çok aklı, her birinden çok daha aşağıda olmayacak, hatta idealde onlardan daha üstün tek bir ortak akılda buluşturmaya yarayacak yöntemler konusundaki bilgisizlik ya da beceriksizlikten kaynaklanır. Ülkemizdeki örgütlerin pek çoğunda karar alacak organlar, bırakın etkili toplantı yapmayı becermeyi, çoğu zaman toplanmakta dahi sorunlar yaşarlar. Ülkedeki siyasal parti, dernek, sendika enflasyonundan da anlaşılacağı gibi insanlarımız örgütlenmeye pek meraklıdırlar ancak örgütsel sorumlulukları üstlenmek konusunda aynı derece istekli olduklarını söylemek kolay değildir. Siyasal partilere üye yazmakta, hele de partiniz büyükse (ve/veya iktidardaysa) herhangi bir güçlükle karşılaşmazsınız; ama iş üyeleri toplantıya katmaya, hatta üye aidatlarını toplamaya gelince çuvallamak mukadderdir.

Hadi üyeleri toplantıya katmayı becerdiniz diyelim. Bu durumda da toplantıya katılanların tümünün belli bir gündem etrafında konuşmasını sağlamak olanaksız hale gelir. Zaten, toplantıları yönetenler çoğu zaman önceden sınırları belli bir gündem oluşturmak ve toplantıda bu gündemin dışına çıkılmasını engellemek gibi görevleri yerine getirmeleri gerektiğini unuturlar. Ama bunu unutmasalar da, bir toplantıda herkesin kendi gündemini dayatması ve “evet siz bu gündemi belirlediniz ama bence benim gündemim çok daha öncelikli” diyerek bildiğini okuması adeta her toplantıda yaşanması gereken bir hal gibi önümüze çıkar. Toplantı adabı denilen mevhum ülkede yapılan hemen her toplantıda başlangıçtan kısa bir süre sonra tasını tarağını toplar ve toplantı mahallini terk eder.

Toplantı adabına uyulmadan yapılan bir toplantının kaçınılmaz sonucu, gündem olan veya olması gereken konuda karar verici organın karar üretememesidir. Bir tüzel kişinin karar verici organının karar verememesi, o tüzel kişinin karar verememesi anlamına gelir elbette. Bu durumda tüzel kişi doğal olarak kararsız kalır ki kararsız bir tüzel kişinin kamusal anlamda pek de manalı olduğunu söylemek mümkün değildir.

Kişisel sorunlar ise bazen yöntemsel sorunların bile önüne geçer. Birden çok “akıllı insan” bir araya geldi mi, rekabetin sonucu olarak, kıskançlık, haset, kin, garez gibi duygular sanki bir düğmeye basılmış gibi hemen devreye girer. Devreye girmeleri için mutlaka bir mukayeseye ihtiyaç duyan bu duyguların akıllı insanın karşısına en az bir kişinin çıkmasını gerekli kılması bunu en azından buralarda doğallaştırır. Bu duyguların devreye girmesiyle o akıllı insanlar tabir-i caizse birden cozuturlar. Öyle ki ortama dışarıdan bakan biri, kısa bir süre sonra konuşanların akıllarının değil, bu sayılan duyguların etkisi altında konuştuklarını fark etmekten kendini alamaz. Konuşmacı, bir konuda aklından geçenleri toparlayıp etkili bir biçimde söylemek yerine, rakibe, kıskançlığının, kininin, garezinin, hasedinin muhatabına gol atma hırsına ve kendi sözünün şehvetine kaptırır kendini. Kaptırdıkça egolar şişer, egolar şiştikçe toplantı mekanı daralır, nefes almak güçleşir, bir süre sonra beyne oksijen gitmemeye başlar ve tüzel kişi beyinsiz, dolayısıyla akılsız kalır.

Kısacası Kıbrıslı Türklerin toplantılarında yöntemsel ve kişisel sorunlar adeta birbiriyle yarışır. Bir tanesi bile “ortak akıl”ın ortaya çıkmasını engellemeye yeten bu sorun gruplarının birlikte yaşandığı bir ortamda tüzel kişinin akıllı kararlar almasını beklemek elbette mümkün değildir. Bu durumda, Romalıların bu yazının başında aktardığım ata sözü, Kıbrıs’ın kuzeyinde hiç durmaksın, yorulmaksızın doğrulanır: Örgüt üyeleri tek tek, iyi, akıllı insanlardır; ancak itiraf edilmelidir ki geniş anlamlıyla kamu yararı için kurulan Kıbrıslı Türklerin örgütleri hızla kamuya zararlı hayvanlara dönüşmektedir.

Bu haber toplam 1391 defa okunmuştur
Gaile 282. Sayısı

Gaile 282. Sayısı