1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Vakıf Malları ve Maraş ile İlgili Karmaşa
Vakıf Malları ve Maraş ile İlgili Karmaşa

Vakıf Malları ve Maraş ile İlgili Karmaşa

Eğer Maraş vakıf malıysa neden Rumlara defalarca önerildi? Ayrıca Maraş’ın vakıf malı olduğu 1970’lerden itibaren biliniyorsaydı, Maraş bölgesindeki vakıf malları neden yağmalandı?

A+A-

 

Murat Metin Hakkı
murathakki@yahoo.com

Barış Harekâtı Kıbrıs’ta birçok şey değiştirdi. Sair şeylerin yanında 1974-75 döneminde nüfus mübadelesi oldu. Ada genelinde yaklaşık 200,000 kişi yer değiştirdi ve iki kesimlilik bir sürer durum haline geldi. Ne var ki, iki kesimliliğin bugüne kadar bir siyasi çözüm marifetiyle kalıcı şekilde yasal zemin kazanamamış olması mülkiyet konusunu, toplumlararası ilişkileri zaman zaman zehirleyen en önemli hususların biri haline soktu.

Rum toplumu bağlamında Kilise, Türk toplumu bağlamında da Evkaf adadaki en büyük iki maldar olarak kabul edilmektedir. Bu cihetle, bu iki dinî kuruluşun mal varlıklarının boyutu siyasi ve hukuki tüm inceleme ve hesaplamalarda önemli bir yer tutmuştur. Türk tarafındaki muhtelif siyasi ve tarihçiler belirli aralıklarla adadaki İngiliz idaresi döneminde uygulanan “Türk-İslam düşmanı” icraatlar çerçevesinde vakıf mallarının Rumlara peşkeş çekildiğini, Evkaf’ın büyük zararlara uğratıldığını ve Kapalı Maraş’ın da Rumlaştırılmış vakıf toprağı olduğunu öne sürmektedir. Bu iddialarla ilgili gerçekler nedir? Tarihsel ve hukusal süreç nasıl gelişmiştir?        

Halife Abdülhamit vakıf mallarının satışına cevaz veriyor… 19.yy sonundaki gelişmeler

Evkaf mallarının elden çıkması Osmanlı Devleti’nin adayı İngiltere’ye teslim ettiği 1878 senesinde başlamış ve zaman boyunca devam etmiştir. 1878’de Osmanlılarla İngilizler arasında imzalanan malum anlaşmadan sonra Sultan II. Abdülhamit, 1 Temmuz 1878’de adanın valisi olan Sadık Paşa’ya, mutasarrıfı olan Ahmet Paşa’ya ve adanın naibi ve müftüsüne hitaben bir ferman tebliğ etti. Bu fermanda ilgili şahısların ve diğer yetkililerin İngiliz yetkilileriyle tam işbirliği içinde olmaları talimatı veriliyordu. İlaveten İngilizler tarafından Osmanlı Hükümeti’ne ödenecek miktarın tahsilatına yardımcı olmak için gerekirse mirî ve vakıf arazilerinin serbetçe satılabilmesi konusunda yetki veriliyordu. İlgili kısımlar  şöyledir:

“……….adanın hâlâ Osmanlı Devleti’ne vermekte olduğu vergi toplamından mahalli masraflar çıkarıldıktan sonra fazla kalacak miktar her sene devletime ödenmek ve adada bulunan mirî ve Vakıf arazi serbestçe satılarak veya iltizama verilerek bunlardan hasıl olacak para bu gelire dahil tutularak ve ……….. ada geçici idaresinin adı geçen devlete teslimi münasip görünüp ………… öyle yapılması hususunda iradem çıkmış olduğundan siz adı geçen vali, mutasarrıf, naib, müftü ve saireler gerekeni yaparak istediğime aykırı, bir türlü hal ve hareket vukua gelmemesine ihtimam ve dikkat edesiniz………”(Bkz.: Kıbrıs’ta Türk Malları, Mustafa Haşim Altan, Cilt 1, 2003 baskısı, sayfa 136).

m-1-2.jpg

İngiliz Dönemine ait Kıbrıs Kanunları kitabında Sultan Abdülhamit’in fermanıyla ilgili bölüm.                                                                                                

Vakıf malları aleyhine olan süreç bilahare devam etmiştir. 24 Nisan 1886 tarih ve 4/1886 sayılı Yasa (Taşınmaz Mal Zaman Aşımı Yasası), uzun bir süre ihtilafsız ve hasmane bir şekilde (by adverse possession) herhangi bir malı işgal eden kişilere zamanla işgal ettikleri malın tapusunu elde etme hakkı tanımıştır ve bu yasadan sadece Evkaf değil, pek çok malı olan Kıbrıs Kilisesi ve özel şahıslar da olumsuz olarak etkilenmiştir. Yasanın 5. Maddesi dinî kuruluşlara (Kilise ve Evkaf), işgalcilere karşı zaman aşımı süresi dolmadan dava açma hakkı tanımış ancak geçen sürede Evkaf idarecileri bu konuda gerekli adımı atmamıştır. Buna 1914’e kadar İstanbul’dan atanan muhtelif idareciler de dahildir. Netice itibarıyla, başta Güzelyurt ve Karpaz bölgesinde birçok vakıf emlaki Rumların adına geçmiştir. Baf ve Limasol gibi kazalarda bazı bölgelerde ise birçok Türk’ün de bu yolla önemli menfaat sağladığı ifade edilmektedir. 12/1907 sayılı Taşınmaz Mal Kayıt ve Değerlendirme Yasası da arazi-mirî ve arazi mevkufe statüsündeki arazilere dair zaman aşımı ile mal iktisabını devam ettirmiştir (Bkz.: Madde 29(1)).

Tapu kayıt ve haritalama sistemi adada İngiliz idaresi ile başlamış ve bugün bile hâlâ tüm adada esas alınan kadastral haritalar 1919’da çizilmiştir. Tüm malların kaydı ve çağdaş tapu sisteminin oturması ise 1946’lara kadar gelmiştir. 1878’de Osmanlı idaresi fiilen sona erdiğinde adada ne doğru düzgün tapu kayıt sistemi, ne de haritalama vardı. Epey miktarda vakıf malı da kayıtlı değildi. Bu durumun olumsuz sonuçları olmuştur. 1886’da geçirilen Yasa ile murat edilen, adadaki taşınmazların kayıt altına alınmasında ilerleme sağlanması ve İngiliz idaresinin giderlerini karşılamak için vergi yoluyla gelir artırılması olabilir. Evkaf malları ile ilk ciddi envanter çalışması ise 1927-1938 arasında yapılmıştır (Bkz.: “İbrahim Benter’in Sıkışan Kalbi ve Vakıflar”, Öntaç Düzgün, Havadis Gazetesi, 13 Mart 2017).          

Zaman aşımı ile mal iktisabı konusunu kapatmadan önce, 1923 sonrası Cumhuriyet Türkiye’si mevzuatının bile, bazı istisnalar haricinde, zaman aşımı ile vakıf malı ikitisabına cevaz verdiğini eklemek isterim (Bkz.: Medeni Kanun, Madde 639(1)).                                                                                           

Koloni idaresi ve Münir Bey dönemi

1923 Lozan Antlaşması ile Kıbrıs üzerindeki Osmanlı/Türk egemenlik hakları (suzereignty) resmen son bulmuş ve 1 Mayıs 1925 itibarıyla ada resmen bir taç kolonisi ilan edilmişti. Aynı yıl, Evkaf Murahhası Musa İrfan Bey vefat etmiş ve yerine ise Lefkoşa’nın en varlıklı ailesinin reisi ve ilk toplum lideri olan Müftü Ziyai Efendi’nin damadı, Mehmet Münir Bey (1947’den itibaren Sir Münir) atanmıştı. Emekli olduğu 1948 yılına kadar kesintisiz bu görevi sürdüren Münir Bey, 1925 Kavanin Meclisi seçimlerinde de başarılı olduktan sonra ilaveten 10 farklı göreve atanmış ve İngiliz döneminde Türk cemaatinden kimseye nasip olmayan bir güç ve etkinliğe sahip olmuştu (Bak: İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II, Enosis Çemberinde Türkler, Ahmet Gazioğlu, (İstanbul: CYREP, 1996), s.194). Koloni döneminde toplumun algısında Evkaf, Münir Bey ile özdeşleşmiştir. Tarihçi Haşmet M. Gürkan ile sohbetlerine dayanan Arif Hasan Tahsin, görevlendirilmelerinde önceleri Girne’de hakim olan Münir Bey’in dürüst kişiliğinin etken olduğunu belirtir (Bkz.: Hüseyin Ekmekçi röportajı “Halk kavgaya hazır, liderlerin niyeti yok”, Havadis Gazetesi, 5 Şubat 2012).

Mısırlızade Necati Özkan karşısında 1930 Kavanin Meclisi seçimlerini 440 oy farkla kaybetmiş olmasına rağmen Münir Bey diğer görevlerini sürdürmeye devam etmiştir. Kavanin Meclisi de 1931 İsyanı ve ilan xedilen olağanüstü durum çerçevesinde bilahare kapatılmış ve 1960’a kadar faaliyete geçememiştir. Koloni idaresi de Münir Bey’in bir idari bürokrat olarak donanımı, yerine alternatif ehil birisinin bulunamayışı ve hükümete sadakatini öne çıkarıp tüm muhalefete rağmen de facto cemaat reisliğini ve tüm görev ve yetkilerini devam ettirmiştir (Bkz.: CO 67/235/13, 7-8, Note by Dowe, 26/7/1930). Ne var ki, 1930 seçimlerindeki yenilgisi Münir Bey’in liderlik meşruiyetine darbe vurmuş, yapılmayan yeni seçimler, yükselen milliyetçilik akımları karşısında toplumdaki muhafazakâr kesim ile bütünleşmesi ve Necati Özkan’ın başta İsmet İnönü olmak üzere Türkiye liderliği ile samimi kişisel ilişkileri toplumsal muhalefetin Münir Bey’in şahsında odaklanmasında etken olmuştur.

1950’lerden itibaren siyasal liderliğini perçinlemek için en büyük toplumsal ekonomik güç olan Evkaf’ın idaresini ele geçirmek isteyen Dr. Küçük ise Evkaf bağlantılı yaptığı propagandalarda topluma iade taleplerini desteklemek için İngiliz idaresindeki Evkaf’ın çok kötü yönetildiğinden bahsetmiştir. Peki bu iddiaların hangileri ve ne kadarı gerçekçidir? Bu iddianın doğruluğunu tahlil etmek için hem o dönemki siyasal konjonktürü, hem de sahadaki bazı verileri tahlil etmek gerekir.    

İlk önce siyasi ortam... Takriben 1915’te İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’na İtilaf Devletleri yanında katılması karşılığında Kıbrıs’ı Yunanistan’a teklif ettiği, ancak Kral Konstantin’in Alman sempatizanı olması hasebiyle bu sürecin kadük kaldığı tarihsel bir vakıadır. Teklif sonraları geçerliliğini yitirmiştir.

Arabi isyanı bahanesiyle Mısır’ın işgali, Cihan Harbi, Kurtuluş Savaşı, gergin Lozan müzakereleri ve İngiliz destekli Şeyh Said isyanının ardından 1926’da Ankara Antlaşması imzalanmış ve Türk-İngiliz ilişkileri 1870’lerden beri ilk kez dostane ve stratejik boyuta bürünmüştü. Türkiye ve İngiltere, önce başta Mussolini İtalya’sı olmak üzere birçok ortak tehlikeye karşı işbirliğine başladı. 1937-39 döneminde bölgede Fransa-Türkiye ve İngiltere arasında resmî, üçlü bir askerî ittifak oluştu. Bu stratejik işbirliği ve İngiltere’nin Türkiye’ye askerî ve ekonomik yardımları ve hamiliği, ABD’nin Marshall Planı marifetiyle büyük oyuncu olarak bölgede sahneye atıldığı 1947’ye kadar devam etti.  Adada ise, en azından 1931 İsyanı’ndan sonra, aşırı Rum taleplerini frenlemek için koloni hükümeti Türklere daha fazla yaslanmaya başlamış ve sayısal azınlık olmalarına rağmen birçok açıdan Türkleri denge unsuru olarak öne çıkartmıştır. EOKA terörünün 1955’te başlamasının ardından 1960’a kadar gelen dönemde Türk toplumu Menderes ve Zorlu’nun Macmillan ile verimli işbirliği ve pazarlığı sonucunda Rumlarla siyasal eşitlik kazanmıştır.

Böyle bir konjonktürde, en azından Lozan sonrası dönemde, adadaki Türk mülkiyet ve siyasi etkisinin İngiliz idaresi altında sistematik saldırıya ve Rumlar karşısında eritilmeye uğradığı iddiası herhangi bir siyasi mantık veya gerçek ile desteklenmemektedir.  

Maddi veriler: 1938’de Evkaf’ın idaresinde olan Mülhaka (Meşruta ve Gayri Meşruta) vakıflarının nakdi ve senet olarak bakiyesi 6,935 Kıbrıs Lirası iken, 1947 sonuna kadar bu rakam 59,027 Kıbrıs Lirasına yükselmiştir. Bu paranın ‘faizsiz’ olarak Osmanlı Bankası’nda atıl tutulması 1949 Türk İşleri Komisyonu raporunda eleştiri konusu olmuştur. Ne var ki, 1948 senesinde İngiltere’de ortalama bir evin fiyatı 1,751 Sterlin idi. 2010’da bu 210,000 Sterlin civarındaydı (Bkz.: https://assets.publishing.service.gov.uk). Sterline denk olan K.L. bazında 59,027 Liranın o dönem alım gücü çok yüksek bir meblağa denk geldiği ve Evkaf’ın İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden ilk yıllarda çok ciddi bir nakdi kaynak sahibi olduğu kanaatine varılabilir.

Ayrıyeten, toplumun ilk sosyal konut projesi olan Samanbahçe Evleri, Musa İrfan Bey zamanında başlamış, 1940’ların sonunda tamamlanmıştır. Osmanlı döneminde kadılık binasının bulunduğu araziye Lefkoşa Girne Caddesi’nde halen genel müdürlük olarak kullanılan modern bir binanın inşa edilip mülkiyetin bilahare Evkaf adına satın alınması, Müftü Raci Efendi ve Ankara Sokak’ta halen onlarca avukata ve muhtelif dükkânlara ev sahipliği yapan binalar, önce Lefkoşa Türk Lisesi, sonraları da Bayraktar Türk Maarif Koleji ve şimdilerde Turizm ve Çevre Bakanlığına ev sahipliği yapan sarı taş yapı ve Polemidya’dan Bodamya’ya kadar adanın muhtelif yerlerinde camilerin inşası da 1930’larda gerçekleşmiştir. Bugün toplumdaki kaotik, taş üstüne taş koymayı beceremeyen ve tüm kurumları batmış idare ile kıyaslandığında bu tür icraatlar küçümsenemez.   

Atatürk’ün vakıf kanunları Kıbrıs’a da uygulanıyor

Yapılan bazı incelemelerde 1920’lerin ikinci yarısından itibaren a’şarın kaldırılması, icareteyn vakıfların ortadan kaldırılması ve arazi mevkufe tahsisat kabilinden vakıflara son verilmesi İngiliz döneminde vakıflar aleyhinde gerçekleşen acımasız saldırılar olarak nitelenmektedir. Ne var ki, yapılan çoğu düzenleme Atatürk Türkiye’sinde vakıflarla ilgili 1925-37 döneminde gerçekleşen yasal değişikliklerin adadaki Türk cemaatine uygulanmasından ibarettir.

Şöyle ki,  1925 İzmir İktisat Kongresi'yle liberal bir ekonomi tasarlandığı ve liberalizmin temeli özel mülkiyete dayandığından, a’şarın varlığı bir çelişki haline gelmiştir. Yani Cumhuriyet idaresi, Sultan’ın mülkünün sahiplik sıfatını halka intikal ettirince, a’şarın alınmasının mantığı da sona ermiştir (Bkz.: Mustafa Koç (1981), “Türk Kamu Maliyesinde Kemalist Devrimler”, Maliye Tarihi, Atatürk Özel Sayısı, Ekim, 25-40). Türkiye’de a’şara dair düzenlemenin yapılmasından takriben bir sene sonra Kıbrıs’ta da benzer bir düzenleme yapılmıştır.

İcareteynli (çifte kiralı) vakıf malı müessesesinin kökeni ise Kanuni Sultan Süleyman dönemine rastlar. O yıllarda sıkça yaşanan yangınlar vakıfları mülklerinin tamiri bağlamında mecalsiz bırakmıştı. Bu da gelir kaynağı yaratmak için vakıflara de facto mal satışı yapma olanağı sağlanmasını gerektirmişti. Fakat mal satışı o dönem caiz görülmediğinden bir ara formül geliştirilmişti: alakadar malın “rakabe”si (kağıt üstünde mülkiyeti) vakıfta kalacak, fakat “tasarruf” hakkı kiracıya verilebilecekti. Kiracı, bidayette “icare-i muaccele” adıyla malın kıymetine yakın peşin bir parayı vakfa ödeyecek, ilerleyen dönemlerde de her yıl sonunda “icare-i müeccele” namıyla cüzi bir ücret ödeyecekti. Kiracı, “tasarruf hakkını” dilediği kişiye satabilecek, temlik edebilecek, ipotek edebilecek ya da veraset yoluyla çocuklarına geçirtebilecekti. Kiracının tasarruf hakkı, alacaklısı tarafından icraya da tâbi olabilecekti. Ne var ki, bu tür bir sistemin denetimi zamanla kontrolden çıkmış ve zorlaşmıştır. Evkaf tarafından yakın zamanlarda yapılan bazı açıklamalar ışığında Kapalı Maraş’taki birtakım malların da bu kategoride vakıf malı olduğu anlaşılabilir.  

1929 yılında tanınmış İsviçre hukukçularından Prof. Leeman Türkiye’ye davet edilerek eski vakıflar hakkında bir proje hazırlattırılmıştır. Leeman, Medeni Kanun’un mehazı olan İsviçre sistemine uymayan Osmanlı vakıf sistemlerinin (en azından icareteynli ve mukataalı uygulaması yönünden) tasfiyesini önermiştir (Bkz.: Hatemi, Medeni Hukuk Tüzelkişileri, 1979 Baskısı, Cilt 1, s.395-396). Sonuç olarak, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu Atatürk’ün sağlığında, 5 Haziran 1935 günü kabul edilerek yasalaşmış ve 13.12.1955 gününün bitiminde tüm icareteynli ve mukataalı vakıf taşınmazlarının mülkiyeti 20 yıllık cüzi kira bedeli (icare-i müeccele) karşılığında tasarrufçularına geçmiştir.

Benzer mantığı taşıyan ve halen ülkemizde yürürlükte olan Fasıl 225 Taşınmaz Mal (Vakıf İcareteyn ve Arazi Mevkufe Tahsisat Dönüşüm) Yasası da 1 Mayıs 1944’te Kıbrıs’ta yürürlüğe girmiştir. Bu yasanın Türkiye’deki benzerinden tek farkı 4. Maddesindeki tazminat düzenlemesidir. Türkiye’de 20 yıllık cüzi kira bedeli karşılığı bir tazminat (taviz bedeli) öngörülürken, Kıbrıs’ta ada genelinde bu tür mülklerden gelen 1 yıllık gelire denk gelen 2,230 Kıbrıs Lirasının hükümetçe her yıl Evkaf’a tazminat şeklinde ödenmesi öngörülmüştür. İlerleyen yıllarda bu rakamın güncellenmesi gündeme getirilmemiş olup Evkaf’a Kıbrıs Cumhuriyeti veya KKTC makamlarının bu yasa altında yıllık tazminat ödemeye devam edip etmedikleri meçhuldür.       

1960 Antlaşmaları ve tazminat pazarlığı: 3.9 milyon isterken 1.5’a sulh olmak!

İlk başta EOKA terörü ile başa çıkmakta zorlanmaları İngilizleri endişeye sürüklemiş, onları 1948’de Filistin’de Haganah ve İrgun terörü karşısında havlu atmaya benzer bir sonun bekleyebileceği düşüncesi sarmıştı. Bu dönemde Türk toplumu ile olan işbirliği daha da arttı. Bu süreç, 1956’da Evkaf’ın idaresinin Türk cemaatine devrini getirdi.

1956'da Evkaf’ı devralan idareciler ise yıllar yılı şikâyet yapılan konularda herhangi bir işlem yapmamıştır. İlaveten, ne 1944'te geçirilen 10/1944 sayılı Yasanın (Fasıl 225) 1960 Anayasası'na uygun olup olmadığını sorgulatmışlar, ne de arazi mevkufe tahsisat kategorisindeki malların devletleştirilmesi ve buna mukabil Evkaf’a yer yıl devletçe ödenmesi gereken tazminat konusunu veya rakamın güncelleştirilmesini takip etmişlerdir.

Öte yandan, 13 Ocak 1960’ta  Kıbrıs üzerine oluşturulan Londra Komitesine 3.9 milyon Sterlinlik tazminat talebi sunulmuştur. Bunun 3 milyon Sterlinlik bölümü 1878’den beri kaybedilen mülkiyet hakları, 900 bin Sterlin ise mezkur 10/1944 sayılı Yasanın işleyişi sonucu ortaya çıkan zarar iddialarıyla bağlantılıdır (Bkz.: London Joint Committe on Cyprus: Note by the Secretariat, MED 155/1/01, sayfa 254).  Temmuz 1960’ta ise topluma toplam 1.5 milyon Sterlin kıymetinde yardım vaadi karşısında sulh olunmuş ve uluslararası hukuğun parçası haline gelen, Kuruluş Antlaşmalarına mütemmim, meşhur “Appendix U” belgesi imzalanarak İngiliz yönetimi ibra edilmiştir. Yani İngilizlerle olan hesap, koloni hükümetinin usulsüzlüklerle ve/veya kötü yönetimle ilgili herhangi bir açık ikrarı olmadan kapanmıştır. İngiliz Vali’ye verilen taahhütnamede 3. paragraf hükümleri gayet açıktır. Orada Evkaf Yüksek Konseyi’nin de adı geçmektedir ve imzacıların birisi hem toplum lideri, hem de Evkaf Yüksek Konseyi Başkanı’dır.

m4-049.jpg

Evkaf’ın tazminat talepleriyle ilgili 13 Ocak 1960 tarihli İngiliz gizli belgesi, s: 6.

Esasen Evkaf’ın hakkı olan bu tazminatın kaçta kaçının Evkaf’a kullandırıldığı hususu bir yana, dönemin ileri gelenlerinden birisinin vakıf malı olan Mevlevi Tekkesi’nin arazisinin bir bölümünden haksız menfaat sağladığı da birçok yerde yazılmıştır. Lefkoşa, Girne Kapısı’ndaki ve Yenicami’deki Osmanlı mezarlıklarının yıkılması, Söğüdün Ahmet Kahvehanesi’nin yerine dönemin siyasilerinin eğlenmeleri için Anadolu Kulübü’nün yapılması, birçok Osmanlıca evrakın gereksiz oldukları gerekçesi ile varil içinde yakılması, Hala Sultan Tekkesi’nin yanında pavyon inşası, 1958’e kadar onlarca kısıtlı imkânlı genci okutan Debbağ Derviş Efendi burslarına son verilmesi, bugünkü Escape Plajı’ndaki Milk Bar’ın işletilememesi, din görevlilerinin maaşlarını ödemekte acze düşen Evkaf’ın ‘din vergisi’ adı altında toplumu vergilendirmeye kalkışması yönetimi devralan “halkçılar”ın ilk icraatları arasındadır. İdareyi İngilizlerden devraldıktan sonra her yıl Türk cemaatine vakıf malları üzerinden 100 milyon Kıbrıs Lirası gelir aktarma hedefi de yanına bile yaklaşılamayan hedeflerden birisi olarak tarihte yerini almıştır (Bkz.: “Allah’ın izniyle Mevlevi Tekkesini de Yıkacağız!”, Dr. Turhan Korun, Poli Dergisi, 1 Temmuz 2012).

Netice itibarıyla, Evkaf’ın Türk toplumuna kayıtsız şartsız devrine karşı çıkan ve “KATAK’ı batıranlara Evkaf’ı teslim etmeyin” diyerek koloni hükümetinin Evkaf’ı denetlemeye devam etmesini savunan Necati Özkan’ın bazı endişeleri bazı açılardan gerçek olmuştur. (Bkz.: Necati Özkan’ın İstiklal Gazetesinde Yayınlanan Siyasi Yazıları (1952-54), Naciye Kazaz, Yakın Doğu Üniversitesi Fen ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Edebiyatı Ana bilim Dalı (Yüksek Lisans Tezi: 2002), sayfa 41-42). Belli dönemlerde Evkaf’ın ve iştiraklerinin siyasi ve ekonomik istismarı benzersiz şekilde tavan yapmıştır. 

1960 ve sonrası dönemde Evkaf’a ödenen tazminat konusunu kapatmadan önce bir noktayı anımsatmakta yarar vardır: Vakıflar İdaresi’nin şimdiki Genel Müdürü Sayın Benter, göreve geldikten sonra yerel basına verdiği ilk röportajında Evkaf’ın Osmanlı ve İngiliz dönemi arşivlerinin tamam, 1956-62 dönemi arşivlerinin ise kayıp olduğunu söyledi (Bkz.: “Benter: Vakıflar ne Cumhurbaşkanının, ne de Başbakanın malı değildir”, Yurdagül Beyoğlu, Star Kıbrıs Gazetesi, 16 Haziran 2013). Geçen 8 senede bu arşivler bulundu mu? Bu arşivler hem bağımsızlık sürecinde yapılan pazarlıkların boyutu ve içeriği, hem de toplumsal menfaatler için yapılan yardımların nasıl harcandığı bağlamında önem arz etmektedir.

Zaman aşımı mevzuatı

1960 Antlaşmaları hâlihazırda yapılan ve mülkiyeti yitirilmiş vakıf mallarının istirdatıyla bağlantılı muhtelif iddiaları engelleyen yegâne sıkıntı değildir. Her hâlükârda, Fasıl 15 Zaman Aşımı Yasası Madde 4 Hükümleri, esasen Osmanlı Sivil Hukuk Mevzuatı (Mecelle)'nın 1660-1661. maddelerini esas almaktadır ve vakıf malı olduğu iddia edilen mallarla ilgili olarak dava açma süresini 36 yılla sabitlemiştir. Bu durum ahkam-ül evkaf kuralları 438. Mesele altında da aynen vardır. Dolayısı ile, vakıf malları konusunda zaman aşımı yoktur iddiaları hukuki gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Maraş veya sair bölgelerle ilgili artık dava açılamaz, yapılmış geçmiş işlemler sorgulanamaz. Açılmış davanın hukuki statüsü de, aşağıda belirtilecek gerekçelerden ötürü sıkıntılıdır.

“Tersefan Çiftliği Davası” olarak bilinen Minas Sylvestrou and Others v. The High Council of Evkaf, CLR 1959 - 2960, Vol 24, page 153 referanslı Kıbrıs Yüksek Mahkemesi kararında da, söylenenin tersine, genel olarak zaman aşımının vakıf mallarına uygulanamayacağına dair tek bir cümle yoktur. Evkaf bu davayı herhangi bir hasmane tasarruf (adverse possession) olmadığı ve Rum davacıların haklarını tanıdıkları Evkaf’a kira ödüyor olmalarından dolayı kazanmıştır (Bkz.: sayfa 164 ve 172). Bu dava da vakıf malları zaman aşımına tâbi olmaz iddialarını hiçbir şekilde desteklememektedir.

Evkaf’ın seçilmiş Türk yöneticilere devri 1956 senesinde gerçekleştiğine göre, İngiliz idaresinden bağımsız hareket ettiklerini iddia eden yöneticiler aldıkları yetkiler ile en azından 1920 ve 1956 arasında gerçekleştiği iddia edilen usulsüzlüklerin üzerine gidebilir ve olası mülkiyet kayıplarının tersine çevrilmesi, hatalı muamelelerin iptali için mahkemelere başvurabilirlerdi. Bunların hiçbiri yapılmamış, atılan ateşli nutuklar havada kalmıştır. Eğer bir ihmal varsa ve bu sorgulanmamışsa konu ciddidir.

Maraş’taki inşaatların ezici çoğunluğunun 1959-74 döneminde yapıldığı, iki toplumlu mahkemelerin de 1966’ya kadar sorunsuz çalıştığı (yani iki toplumlu mahkemelere erişim olanağının mevcudiyeti) düşünüldüğünde ortaya iki ihtimal çıkmaktadır: Ya 1920-56 döneminde mahkemeye başvuru gerektiren bir ihmal olmamıştır ya da seçilmiş yeni yöneticiler zaman aşımı süresi dolmadan işlem yapmamak suretiyle bir önceki idarecilerin ihmaline ortak olmuşlardır.

Abdullah Paşa Vakfı ile ilgili Evkaf yazışmaları (Bkz.: Mustafa Haşim Altan: Belgelerle Kıbrıs Türk Vakıflar Tarihi, Cilt 2, 1986 Baskı, sayfa: 1262-1281).

Takriben 18. yüzyıldan beri kayıtları mevcut Abdullah Paşa Vakfı’nın zamanında Maraş’ın önemli bir bölümü ve Mağusa-İskele tarafındaki birçok arazide hakları olduğu malumdur. 1974 Barış Harekâtı sonrası vakıf evladı olduklarını iddia eden kişilerin bazıları Kıbrıs Türk Federe Devleti Başbakan Yardımcılığı ve Savunma Bakanlığı’na mektup yazarak Türk kesiminde kalan Vakfın gelirinden, masraflar çıktıktan sonra vakıf şartları mucibince hisselerine düşen payın kendilerine ödemesini talep etmişlerdir. Bakanlık da akabinde zamanın Evkaf Müdürü Nail Asaf Bey’e mektup yazarak gerekenin yapılmasını istemiştir. Rahmetli Nail Asaf da Bakanlığa cevaben aynen 3.6.1975 tarihli şu yazıyı göndermiştir:

“Es-Seyit Abdullah Paşa Vakıfı aşar üzerine tesis edilmiş Vakıf olup 1933 senesinde nakde tahvil edilerek o zamanın mütevellisi bulunan İstanbul’da Mehmed Remzi Bey’e defaten 18,467,16.8 K.L. (On Sekiz bin Dört Yüz Altmış Yedi lira on altı şilin ve sekiz kuruş) tazminat ödenmek suretiyle Kıbrıs’taki vakıf kapanmış olduğundan Kıbrıs’ta böyle bir vakıf kalmamıştır.

          Durumu saygı ile bilgilerinize arz ederim.

                                                                                 (imza)

                                                                                Nail Asaf

                                                                                (Müdür)”    

 

Yukarıda alıntısı yapılan yazı Başbakan Yardımcılığı ve Savunma Bakanlığı tarafından alındıktan sonra Bakanlık, Evkaf Dairesi’ne konu ile ilgili 11.6.1975 tarihli şu yazıyı göndermiştir: ‘

 

“ İlgili yazınızda bahse konu olan es-Seyyit Abdullah Paşa Vakfının aşar üzerine tesis edilmiş Vakıf olduğu ve 1935 senesinde nakte tahvil edilerek mütevelli Mehmet Remzi Bey’e defaten 18,467,16.8 KL tazminat ödemek suretiyle Kıbrıs’taki Vakfın kapanmış olduğu belirtilirken, nakte tahvil işlenmesinin kanunen mi, yoksa anlaşma yoluyla mı yapıldığı açıklanmamıştır.

       

                Yukarıdaki hususun açıklığa kavuşturulması saygı ile rica olunur.” 

 

Bu yazıya da zamanın Evkaf Müdür Muavini rahmetli Turgut Süleyman Bey 13.6.1975 tarihli şu cevabı yazmıştır:

“Eldeki verilere göre Abdullah Paşa Vakfı ile ilgili nakde tahvil işleminin anlaşma yolu ile yapılmış olduğu saptanmıştır.

         İlişikte sunduğum konu ile ilgili yazışmaların fotokopilerinde de görüleceği üzere, o zaman ki İngiliz Hükümeti nakde                                               .        tahvil işleminin hak sahiplerine bir ‘Ex Gratia payment’ olarak tanımış ve bu şekilde işleme tabi tutmuştur.

                                Saygı ile arz ederim            

                                                                                      Turgut Süleyman

                                                                                      Müdür Muavini”

Benzer yazışmalar, takriben 1969 senesinde titizlik ve dürüstlüğü ile maruf Evkaf Müdürü merhum Ahmet Sami ve Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği arasında da gerçekleşmiştir. Kayıtlara göre, alakadar dönemde Evkaf’ın tüm ada genelinden yaklaşık iki yılda elde ettiği toplam gelire denk gelen bu meblağ, mütevelli Mehmet Remzi Bey’e ödendikten sonra takriben 1936 senesi boyunca vakıfta hak iddia eden onlarca kişi arasında bölüşülmüştür. (Bkz.: “Abdullah Paşa Vakfı diye bir vakıf yokmuş”, Cenk Diler, Havadis Gazetesi, 4 Temmuz 2019).                                                                                                     

Yukarıda yazılanlardan da görülebileceği üzere, rahmetli Nail Asaf Bey ve Rahmetli Turgut Süleyman Bey de mektuplarında ‘nakte tahvil’ kelimesini kullandılar. Evkaf mevzuatına göre bu mümkün müdür?

Abdullah Paşa Vakfı ile arazilerin önemli bir bölümünün “arazi mevkufe” statüsünde olduğu görülmektedir. Türkiye ve Kıbrıs’ta da arazi mevkufe statüsündeki malların çoğu “tahsisat” kategorisindedir. Özellikle Osmanlı döneminde belli eğitim kurumlarına, aşevlerine, ibadethanelere, darüşşifalara vakfedilen araziler bu statüye dâhildir. İşletme ve maldan gelir elde etme hakları devamlı surette ilgili vakfa devredilmiş olur. Arazi-i emiriye-i mevkufe statüsüne de girerler. Bu araziler; vakfın mülkiyeti kamuya yani devlete ait var sayıldığından dolayı devlete ait sayılırlar. 1858 yılında Osmanlı Devleti tarafından yayınlanan bir kanunla bu arazilerin işleyişi ve kuralları düzenlenmiştir (Bkz.: Minas Sylvestrou and Others v. The High Council of Evkaf, CLR 1959 - 2960, Vol 24, page 166).

Dolayısı ile çoğu durumda vakfa ait olan hak, toprak mülkiyeti ve/veya aidiyeti (rakabe) değil (bu Sultan ve/veya Hazineye ait kabul edilir) sadece toprağı işletme ve ondan gelir toplama hakkı idi. 1922’de Türkiye’de saltanatın kaldırılması, 1923’te adanın resmen taç kolonisi ilan edilmesi, Mağusa bölgesinde koloni idaresinin yaptığı altyapı yatırımları, inşa ettirdiği kamu binaları sebebi ile arazilerden vakıf mütevelli ve/veya galleharlarının istifade etmekte sıkıntılar yaşadığı ve hükümetten toplu bir ödeme talep edip binlerce dönüm araziye dair işletme ve gelir haklarından feragat ettikleri ve/veya öşür ile ilgili düzenlemelerin kaldırılmasını müteakip uğradıkları kayıptan ötürü devlet tarafından tazmin edildikleri düşünülmektedir.

Evkaf kayıtlarındaki mevcut belgeler ışığında Abdullah Paşa Vakfı adına hâlâ daha nasıl bir hak iddiasında bulunulabildiği muamma olarak durmaktadır. 1930’larda yapılan işlemlerin son 90 yılda hiçbir şekilde mahkemeye taşınmadığı, sorgulanmadığı ve iptal edilmediği burada tekrar not edilmesi gereken hususlardır.      

Öte yandan, ‘A Treatise on the Laws of Evqaf by Omer Hilmi Efendi, Translated by Tyser and Demetriades’ isimli eserde (Lefkoşa:1899 baskısı), sayfa 106’da, Madde 419’da  yan başlık ‘Exchange for cash’da aynen şöyle denmektedir: “it is allowed to change dedicated property for cash.” Kıbrıs Vakıflar İdaresi’nin 2003 yılında bastırdığı Ahkamül Evkaf isimli eserde sayfa 459’da Mesele 422 başlığı altında konu ile ilgili ‘Nakit ile İstibdal’ diye aynen şöyle denmektedir: “Bir Vakıf mülkün nakit para ile istibdalı hukuken geçerlidir.” Yani, halen geçerli olan vakıf mevzuatı belli koşullarda nakte tahvile cevaz vermektedir.

‘İstibdal’ mekanizması Türkiye’de zamanla cami ve mescidlerden başka her türlü eser ve arsayı re’sen satabilme olanağını yaratmıştır. O yönde tefsir ve tatbik edilmiştir. Konu, Osmanlı Devleti’nde menfaatsiz ve harap vaziyette bulunan vakıf arazi ve binalarının satışını teklif eden Hammadezade Halil Hamdi Paşa ile gündeme gelmiş, bilahare M. Hayri Efendi’nin Evkaf Nazırlığı döneminde yasalaşıp mevzuata girmiştir (Meclis-i Mebusan/MC 1327:2/103- 3129). Bu konudaki prensibi devam ettiren Türkiye Cumhuriyet dönemi mevzuatları 1926 yılı Evkaf Umum Müdürlüğü Bütçe Kanunu Madde 6 ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu Madde 10 ve 12’dir (Bkz.: Dr. Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, (Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 1995), sayfa 268-276).   

Mağusa Kaza Mahkemesi kararı, Arestis davası…..

Loizidou v. Turkey (Başvuru No. 15318/89), Kıbrıs Rumlarının adanın kuzeyinde bıraktıkları mülklerle ilgili hak ihlali iddiasıyla ve bireysel başvuru yoluyla AİHM’e götürdükleri ilk dosyadır. Esası ile ilgili karar 18 Aralık 1996’da açıklandıktan sonra benzer nitelikli onlarca başvuru Strasbourg’daki mahkemenin gündemine taşınmıştır. Maraş konulu ilk pilot dosya da 46347/99 sayılı başvuru numarasıyla gündeme alınıp karara bağlanan Myra Xenides-Arestis v. Turkey davasıdır.

Bu davada da Türkiye hükümeti başvuru konusu malların esasen vakıf malı olduğunu, İngiliz döneminde yapıldığı iddia edilen tapu muamelelerinin usulsüz ve yok hükmünde olduğunu ve böylelikle başvuranın mağdur statüsünün olamayacağını ön itiraz olarak dile getirmiştir. Ne var ki AİHM, başvuranın elinde Kıbrıs Cumhuriyeti Tapu ve Mesaha Dairesi tarafından isdar edilmiş resmi mülkiyet hak belgeleri olduğuna işaret etti ve bu cihetle o argümanı reddetti (Bkz.: Kabul edilebilirlik kararı, sayfa 19). Bu kararla hemen hemen eş zamanlı olarak ve Aralık 2005 tarihinde ise Mağusa Kaza Mahkememizin Kapalı Maraş ile ilgili mülkiyet durumuna dair verdiği tek taraflı ilam kararı açıklandı.

Vakıflar İdaresi, Kapalı Maraş arazilerinin mülkiyeti ile ilgili olarak 1990’ların ortalarından beri KKTC mahkemelerinde muhtelif işlemler yapmıştır. Edinilen bilgiye göre, ilkin 1974 tapu kütük kayıtlarının iptali ile ilgili olarak tapu makamlarını taraf yaparak Yüksek İdare Mahkemesi nezdinde talepte bulunuldu. Fakat dava sonuca bağlanmadan geri çekildi. Bilahare ise Mağusa Kaza Mahkemesi nezdinde, Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa Vakıflarıyla ilgili hak iddiasında bulunan, 270/2000 ve 271/2000 sayılı davalar ikame edildi.

Bu davalarda ise tapu kayıtlarının iptaline dair herhangi bir talepte bulunulmadı.  Sadece davalarda listelenen taşınmazların bu iki vakfa ait olduğuna dair bir ilam (tespit) kararı talep edildi. Taraf olarak davada Vakıflar İdaresi’nin karşısında sadece KKTC Başsavcılığı vardı. 1974 itibarıyla kayıtlı mal sahibi görünen gerçek ya da tüzel kişilerin hiçbirine söz hakkı verilmedi. Davaya taraf yapılmadılar. Bu dava üzerinde de uzun süre işlem yapılmadı. Ancak, Arestis davası ile ilgili ilk kararın açıklandığı günlerde Kaza Mahkemesi talep edilen ilam kararlarını verdi. Duruşma celsesinde sadece Başsavcı ve Evkaf yetkilileri tek taraflı beyanlarda bulundular. Kapalı Maraş dışındaki alanlara dair iddia ve talepler haklara halel gelmeksizin geri çekildi. Bu makalede yapılan muhtelif hukuksal, olgusal iddialar da hiçbir şekilde gündeme getirilmedi ve incelenmedi. Kararın zamanlaması birçok açıdan düşündürücüdür ve konuya dair takdir okuyucunundur.

Netice itibarıyla, 1974 tapu kayıtlarıyla ilgili bir değişiklik ya da düzeltme bu karara rağmen gerçekleşmemiştir. Kapalı Maraş ile ilgili tapu kütüklerinde halen 1974 kayıtlı mal sahibi gerçek ve tüzel kişiler ile KKTC Anayasası’nın 159. Maddesi hükümleri gereği Devletin adı geçmektedir.

Aralık 2005 tarihli kararın ise uluslararası hukuk teamüllerine göre yok hükmünde olduğu değerlendirilmektedir. Çünkü mezkur karar, hak sahibi Rumlara hiçbir tebligat yapılmadan, söz hakkı verilmeden ve doğal adalet ilkeleri hilafına alınmıştır. KKTC Yüksek Mahkemesi, ve muhtelif geçmiş Kıbrıs Yüksek Mahkeme kararlarında da bir çok kez bu yolla elde edilmiş hükümlerin onlara resmen taraf yapılmayanları hukuken bağlamadığı değerlendirilmiştir (Bkz.: Charalambos Petrou Hadji Loizou and Another v. Anthony De Bono (V24) 1 CLR 92, Birleştirilmiş Yargıtay/Hukuk 2/85, 15/85; D.22/85).

Bu karardan 5 sene sonra AİHM’de sonuçlanan Case of Lordos and Others v Turkey davasında (Başvuru No. 15973/90) bir kez daha Evkaf ile ilgili argümanlar benzer gerekçelerle reddedildi (Bkz.: 2 Kasım 2010 tarihli karar, sayfa 30).

KKTC Yüksek Mahkemesi: Taşınmaz Mal Komisyonu 1974 tapu kütük kayıtları ile bağlıdır 

Mart 2010 tarihli Demopoulos and Others v Turkey (Başvuru No. 46113/99, 3843/02, 13751/02 et al) Taşınmaz Mal Komisyonu’nun (TMK) AİHM tarafından kuzeydeki mülkiyet hakkı ihlalleri için etkin bir iç hukuk yolu olarak tanındığı önemli bir karardır. Bu kararı müteakip Komisyon nezdinde binlerce başvuru dosyalandı. Bunların takriben 400 tanesi Kapalı Maraş ile ilgilidir.   

Hissedar ve yöneticileri Kıbrıslı Rumlardan müteşekkil KV Mediterranean Tours Ltd., Maraş bölgesindeki bir apart otelle ilgili hem malın iadesi, hem de kullanım kaybı tazminatını Temmuz 2010’da talep etti. Ne var ki tüm diğer başvurular gibi bu da bir ilerleme kat edemedi.  2011’de Andreas Lordos’un TMK’ya büyük yankı uyandıran bir başvurusu oldu, çok ciddi tazminat miktarı istendi. Lordos başvurusundan sonra sistemin Maraş konusunda ürkmüş olması muhtemeldir.

KKTC Başsavcılığı tarafından KV Mediterranean Tours Ltd.’in başvurusu hakkında yıllarca bir görüş dosyalanmadı. Mevzuata göre 51 gün içinde başvuruya bir cevap verilmesi gerekir (Bkz.: 2006 Taşınmaz Mal Komisyonu Tüzüğü, Madde 3). Cevap gelmeyince başvurunun belgeler ışığında ispat edilebilmesi ve karar çıkması için bir ihbarlı dilekçe dosyalandı. O da TMK’da görüşülmedi, defalarca ertelendi ve Başsavcılık da bu konuda herhangi bir itirazname dosyalamadı. 10 kez ertelemeden sonra Komisyon hem yeni bir tehir verdi, hem de Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi’ni ilgili şahıs olarak davaya dahil etti. Bunun üzerine Rum şirket KKTC Yüksek İdare Mahkemesi’ne başvurdu.

Başvuruda, 10’dan fazla tehirin adli sürecin istismarı olduğunu, tehir mekanizmasının adli denetime tabi olması gerektiğini ve Vakıflar Örgütü ile Din İşleri Dairesi’nin taraf yapılmasıyla iade yolunun kapanacağı gerekçesi dile getirildi. Çünkü, Komisyon’un işleyişini düzenleyen 67/2005 sayılı Yasa, Madde 7 hükümlerine göre bir kişinin “ilgili şahıs” olarak kabul edilmesi o kişinin başvuru konusu malın “mülkiyet ya da kullanım hakkını elinde bulunduran kişi” olarak kabul edilmesi anlamını taşır. Bu durum ise aynı yasanın 8(1) Maddesi tahtında söz konusu malın iadesi için bir engel teşkil eder. 

Tek yargıçlı İdare Mahkemesi kısmen Rum şirket leyhine karar verdi (Bkz.: YİM 262/2012; D.32/2015). “Tehirlerle ilgili icrai karar söz konusu değildir, dolayısıyla bu adli denetime tâbi değildir” denilip ilk talep reddedildi. Ancak, ilgili şahıs konusunda şirket haklı bulundu ve Vakıflar Örgütü ile Din İşleri Dairesi başvurudan ihraç edildi.

Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi karardan memnun olmayarak temyize başvurdu, şirket de tehirlerle ilgili konuda temyize gitti. Üç kişilik Yüksek İdare Mahkemesi istinafları konsolide edip Mayıs 2016’da bunu ele aldı, Kasım 2016’da karar açıklandı ve her iki noktada 1974 kayıtlı mal sahibi aleyhine karar çıktı (Bkz.: YİM İstinaf 12-13-14/205; D.6/2016). Bu karar çok sıkıntılı hususlar içermekteydi. Bu kararla Komisyondaki gecikmelerin de adli denetimden çıkması sağlandı ve TMK’daki gecikmeler konusunda AİHM başvurularının önü açılmış oldu. Nitekim, adı geçen Rum şirket, Kapalı Maraş konusunda AİHM tarafından pilot dava seçilen başvuruyu dosyaladı. Hem başvurulardaki olağanüstü gecikmeler, hem de Evkaf’ın başvurulara müdahil olması yakınma konusu yapıldı (Bkz.: 41120/17 sayılı başvuru).

Bu dava halen AİHM gündemindedir. Taraflar arası evrak ve hukuki görüş teatisi hemen hemen tamamlanmış olup 2022 senesi içinde mahkemenin nihai kararını açıklaması beklenmektedir. Yakın zamanda gerçekleşen ve davanın akıbetini etkileyebilecek bazı gelişmelere de burada değinmek yerinde olacaktır. Bunların ilki, KKTC Bakanlar Kurulu’nun Temmuz 2021’de aldığı ve kapalı bölgenin bir bölümünü askerî bölge statüsünden çıkaran karardır. %3.5 olarak açıklanan serbest alanın ilerdeki siyasi-diplomatik konjonktüre göre genişlemesi olasıdır. Askerî bölge statüsünden çıkarma, TMK mevzuatı bağlamında, başvuru konusu bir malın iadesi önündeki en büyük engellerden birisini kaldırmaktadır. 

İkinci olarak, yeni verilen bir Yargıtay kararı… 2017 senesinde Kapalı Maraş’taki Argo Hotel’in sahibi Akinita I. Th. Ioannou & Yi Limited, Maraş’ın kendini ilgilendiren bölümünün Abdullah Paşa Vakfı’na ait olduğunu ilan eden 271/2000 sayılı davadaki Mağusa Kaza Mahkemesi kararının doğal adalet ilkelerine aykırı temin edildiği gerekçesiyle bertaraf edilmesi (quash) ve uygulanmasının yasaklanması (prohibition) için asli yetki kullanan Yargıtay nezdinde bir adli süreç başlattı. Bu süreç, 21 Ekim 2019 tarihinde çoğunluk kararını Yüksek Mahkeme Başkanı’nın yazdığı bir karar ile sona erdi.

m5-019.jpg

KKTC Yüksek Mahkemesi 21 Ekim 2019 tarihli karar.

Asli Yetki/İstida/İstinaf 1-2/2018; D.2/2019 referanslı karar, başvuran şirketin “mağdur kişi” statüsünde olamayacağına hükmederek Mağusa Mahkemesi kararı ile ilgili başvurusunu reddetti. Bunu yaparken ise Kapalı Maraş’ın Anayasa’nın 159. Maddesi kapsamında olduğu, TMK’nın zaten inceleme yapar ve iade-tazminat-takas çareleri kapsamında bir karar üretirken 1974 tapu kütük kayıtları ile bağlı olduğu ve usulsüzlük iddialarıyla ilgili geriye dönük inceleme yapamayacağını kayda geçirdi (Bkz.: Karardaki 13-14. sayfalar). Bu ilk nazarda TMK’nın gelecekte Kapalı Maraş ile ilgili olarak münhasıran Rum başvuranları muhatap alacağı, Evkaf’ı kaale almayacağı anlamındadır. Nitekim, bu karar AİHM’e “Maraş ile ilgili etkin iç hukuk yolu açıldı” şeklinde lanse edilmiştir.

Lakin, verilen bu karar mülkiyet kavgasına nihai bir son niteliği taşımamaktadır. Gelecek yıllarda Evkaf’ın bu kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak 2005 Kaza Mahkemesi kararının Kapalı Maraş’ı Anayasa’nın 159. Maddesi ve dolayısı ile TMK’nın yetkisinden çıkartıp çıkartmadığı hususunda yorum talep etmesi ihtimal dışı değildir. Müstakbeldeki siyasi konjonktür yaşanacak gelişmeler açısından belirleyici olacaktır.   

Çelişkilerden bir demet: Maraş 1978-2003 döneminde 7 kez Rumlara teklif edildi.

“Maraş vakıf malıdır” iddiası 1975’ten beri belirli aralıklarla gündeme getiriliyor. Örneğin 1979’da Kiprianu ile imzalanan Doruk Anlaşmaları ile aynı dönemde, geçenlerde hayatını kaybeden, çok dürüst ve saygıdeğer bir hukukçu olan Oktay Feridun’a Maraş’ın vakıf malı olduğu iddiasını ileri götüren bir dava açması söylendi (Bkz.: İdare Meclisi Başkanı Ahmet C. Ataker’in 11 Haziran 1979 tarihli talimat yazısı). Bu dava açıldı, hatta hükümet aleyhine bir ara emri alınarak Maraş konusunun toplumlararası görüşmelerde tartışılmaması sağlandı.

m6-012.jpg

Maraş’la ilgili 11 Haziran 1979 tarihli ilk dava talimat yazısı.

Ancak Kiprianu ile yapılan Doruk Anlaşması’nın 5. Maddesi Maraş’ın yasal sakinlerine iadesiyle ilgili çalışmalar yapılmasını öngörüyordu. Aslında bu kendi kendimizle tutarlı olmadığımızı ve “Maraş vakıf malıdır” iddiasına inanmadığımızı gösteriyor. 1979’dan 2004’e, Arestis davası AİHM’in gündemine gelene kadar, 25 yıl boyunca “Maraş vakıf malıdır” edebiyatı gündeme getirilmedi. 1979’dan 2004’e kadar olan süreçte, Türkiye hükümetleriyle istişare halinde, Maraş defalarca (7 kez) Rumlara önerildi (Bkz.: “Rumlar, Maraş önerilerini tam yedi kez reddetmişti”, Cemal Akay, Kıbrıs Gazetesi, 27 Temmuz 2021).

1978’de Türkiye aleyhine olan Amerikan askerî ambargosunun kaldırılması gündemde iken Maraş’ın tek taraflı bir Türk açılımıyla geçici olarak BM idaresine devredilmesi ve toplumlararası görüşmelerin başlamasıyla 35,000 civarındaki Rum göçmenin mülküne dönmesi çok ciddi bir olasılık olarak belirdi. Lakin, Rum siyasi liderliği bu fırsatı heba etti (Bkz.: Turks Offer Cyprus Plan as Arms Embargo Vote Nears, Dusko Doder, The Washington Post, 21 Temmuz 1978).   

Eğer Maraş vakıf malıysa neden Rumlara defalarca önerildi? Ayrıca Maraş’ın vakıf malı olduğu 1970’lerden itibaren biliniyorsaydı, Maraş bölgesindeki vakıf malları neden yağmalandı? Bizim mevzuatımıza göre bir toprağın üzerinde bina varsa, o bina toprak sahibine aittir (Bkz.: Fasıl 224 Taşınmaz Mal (Tasarruf, Kayıt ve Değerlendirme) Yasası, Madde 2). Yani eğer Maraş’taki toprak vakıf malıysa, üstündeki oteller de vakıf malıdır. İlaveten, bu argümanlara göre Maraş’ın ve genel olarak Mağusa Kazası’nın iskâna açık olan bölümü de bir zamanlar vakıf malıydı. Üzerinde halen başkalarının yaşadığı bu mallara sahip çıkıldı mı? İşgalcilere dava açıldı mı? Vakıflar İdaresi, Mağusa Kaza Mahkemesi kararının verildiği 2005 senesinden itibaren Maraş bölgesinin tahliye edilmesi için askerî makamlar veya Bakanlar Kurulu nezdinde herhangi bir girişimde bulundu mu? Bunlar, Maraş’taki mülkiyetin özünde Türk olduğunu iddia eden hiçbir kimsenin cevap veremediği sorulardır.

Türkiye ve KKTC makamlarının Kapalı Maraş mülklerinin Taşınmaz Mal Komisyonu vasıtasıyla 1974 kayıtlı mâlikleri veya vârislerine iadesi yönünde sergilemeye çalıştığı irade AİHM mevzuatına uygundur. Fakat Türkiye’nin dış politikada modern tarihinin en yalnız dönemlerini yaşadığı bu devrede belirtilen açılımı iyi izah edemediği, üstüne üstlük bu yüzden Avrupa Birliği’nin yaptırım tehditlerine maruz kaldığı gözlemlenmektedir. Özetle, Türk tarafı ne ada ne de dünya kamuoyunu tatmin edebilmiştir. Açılımın kadük kalması ise AİHM nezdinde Maraş kaynaklı baş ağrılarının devamına sebebiyet verecektir. Geleceğin nelere gebe olduğunu birlikte göreceğiz….

Bu haber toplam 7940 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 488. Sayısı

Gaile 488. Sayısı