1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Su küçüğe söz büyüğe!
Su küçüğe söz büyüğe!

Su küçüğe söz büyüğe!

Bu köşede aynı konuyu daha önce de yazmış ve imzalanmış sözleşme ve yayımlanmış Bakanlar Kururlu kararının detaylarını paylaşmıştım. Konu, Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a gelecek su projesi. Türkiyeli yetkililer bu projeye “barış suyu̶

A+A-

 

 

 

Bu köşede aynı konuyu daha önce de yazmış ve imzalanmış sözleşme ve yayımlanmış Bakanlar Kururlu kararının detaylarını paylaşmıştım.

Konu, Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a gelecek su projesi.

Türkiyeli yetkililer bu projeye “barış suyu” projesi demeyi çok seviyorlar, zira gelecek suyun adanın tamamının kullanımına verilmesi hedefleniyor.

Hatta ada dışında Ortadoğu’ya yönlendirilmesi konuşuluyor.

Dünyada ilk kez denenecek bir yöntemle suyun yanında elektrik enerjisi üretilebileceğini de açıkladı ilgililer.

Önceleri gerçekleşmesi konusunda çok da ilgili davranmadığıız konu dün ilk kez meclis gündemindeydi.

Oysa söz konusu proje ile ilgili start verileli çok oldu. Konuyla ilgili Bakanlar Kurulu kararları üretilip sözleşmeler imzalanmasının üzerinden de epey zaman geçti.

Türkiye Başbakan’ı Erdoğan bir törende projenin Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun doğumgününe denk getirilerek, 7 Mart 2014’de hatta saat 13.00’de hayata geçeceğini bile açıkladı.

Bunun için gerekli ihaleler çoktan açıldı.

Dün ise meclis gündeminde aslında son derece de göstermelik olarak söz konusu sözleşmenin onayı vardı.

Oysa hükümetteki iktidar partisinin gerekli çoğunluğu var. Ne zaman meclis gündemine gelse konu biliniyor ki, onaylanacak.

Sözleşmenin gerekleri ile ilgili düzenlemeler üreten 8 Haziran 2011 tarihli Bakanlar Kurulu kararları alınmadan da bu onay meclise getirilemez miydi?

Neden Bakanlar Kurulu kararlarından 8 ay sonra?

Ne yazık ki bu işin siyasi etik kısmı. Muhalefet bunun hesabını yeterince sormadığı hallerde bu neredeyse normal bir işleyiş kabul edilmiş durumda.

Dünkü oturumda CTP konuyla ilgili eleştirilerini sıraladı. Temel olarak odaklandığı konu ise projede mülkiyetin tamamen Türkiye’ye ait olması.

Ancak konu mülkiyetten de öte Kuzey Kıbrıs’ın bu projeden sağlayacağı kazancın somutlaştırılması ve bunun ek anlaşmalarla teyit edilmesi gerekliliğidir.


Çiçek ve Küçük arasında imzalanan sözleşme, boru hattını yapacak olan ülkenin mülkiyet hakkını da alacağını söylüyor.

Aynı zamanda taşınacak olan suyun buraya satılacağını.

Üstelik başka ülkelere de satılacağını.

Kıbrıs Erdoğan’ın dediği gibi gerçekten de son derece stratejik bir  konuma sahip. Yani Anamur’dan getirilecek su, hem Güney Kıbrıs’a, hem de İsrail başta olmak üzere, çeşitli Ortadoğu ülkelerine satılabilir.

Tabii ki bu su, Anamur’dan gelecek ve Türkiye’ye ait olacak. Buraya kadar her şey normal görülebilir. Ancak normal olmayan su gibi son derece stratejik bir konuda öncelikle bir bağımlılık yaratılırken, mülkiyetin de Türkiye’ye ait olmasıdır. Bu su Kıbrıs geçişi olmadan aslında para etmezken, şimdi Kıbrıs geçişiyle Türkiye’nin bu taşımacılık ve satıştan bölgesel gücünü daha da artırıcı bir konuma yükselmesidir.

Bir çözüm olması halinde, AB üyesi bir toprakta kendi mülkiyeti dahilinde son derece stratejik öneme sahip bir kaynağa, ekonomik ve siyasi bir enstrümana sahip olmasıdır.

Kuzey Kıbrıs böylesi özellikli bir projeyi inşa edip, mülkiyetini alabilecek teknik altyapıya sahip olmayabilir. Bu bağlamda mülkiyetin Türkiye ya da bir başka özel şirkete ait olması da normal karşılanabilir ancak, eğer Kıbrıs konumu itibariyle siyasi ve stratejik bir enstrümansa, kendisinin de bu enstrümandan faydalanma talebi mutlaka olmalıdır.

Bunlara ek olarak bu projede kullanılacak her türlü mal ve hizmetin ithali her türlü vergiden muaf tutulurken (bunlarla ilgili Bakanlar Kurulu kararları çoktan alındı) bu anlaşma da 30 yıl süreyle geçerli olacaktır deniliyor.

Proje için 30 yıl uzun bir zaman olmayabilir ancak bütün bu muafiyetler ve projede çalışacak işçilere özel muamele de 30 yıl boyunca geçerli olacak.

Böyle projeleri yürütecek ekiplerin Kuzey Kıbrıs’ta olmadığı savunması yapılabilir. Ancak bu bugün gerçek olsa bile, 30 yılı bağlayacak şekilde yer alması ne kadar doğrudur bunu da düşünmek gerekir.

Devletler yap işlet devret modellerini aslında tam da bu durumlar için kullanıyorlar.

Ancak Kuzey Kıbrıs’ın böyle bir kapasitesi olmadığı noktasından hareket edilse bile, bu sözleşmede yer almayan, ancak mutlaka yer alması gereken bir faydalar bölümü altında, bu stratejik projede Kuzey Kıbrıs’ın da konumu düşünülmeli.

Ve bu projeden Kıbrıs’ın su almak dışında, nasıl bir fayda sağlayabileceği üzerine mutlaka çalışılmalı.

75 milyon metre küp suyun sadece tarla sulamak için kullanılmayacağı ortada.

Örneğin eğer bu su, başka ülkelere verilecekse mesela transit harcı alma konusunda bir talepte bulunulabileceğini söylüyor uzmanlar.

 Bunun ötesinde dağıtım konusunda yetki talep edilebilir ya da özel istisnalarla kullanım hakkı ve ücretlendirmesi de istenebilir.

Kuzey Kıbrıs bu suyu efektif şekilde kullanmanın ötesinde kendi üzerinden dağıtımı yapılma hedefi taşıyan bir projede mutlaka maksimum faydalarını da gözetmelidir.

Ve muhalefet partileri de en azından bu noktadan sonra buraya taşınacak olan sudan parasını ödeyip tarlasını sulamanın ötesinde bu devletin (varsa) nasıl bir fayda sağlayacağına ilişkin ek anlaşmaları kesinlikle zorlaması gerekiyor.

Türkiye petrol konusunda da su konusunda da izlediği yöntemle bütün stratejik noktalarda geri dönüşü olmayacak şekilde tek söz hakkını eline alıyor.

Peki ya sonrası?

Birilerinin burada Kıbrıslı Türkler de yaşıyor ve bu coğrafyada onların da hakkı vardır diyebilmesi gerekiyor artık.

Küçüğe verilen su, büyüğe sonsuz bir söz hakkı tanımamalıdır.

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1263 defa okunmuştur