1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Sözün bittiği yer…YORUMSUZ!!!
Sözün bittiği yer…YORUMSUZ!!!

Sözün bittiği yer…YORUMSUZ!!!

Bu hafta sizleri Çevre Mühendisleri Oda Başkanı Nilden Bektaş’la baş başa bırakıyorum…

A+A-

 

 

 

 

 

 

Stella Aciman

 

Bu hafta sizleri Çevre Mühendisleri Oda Başkanı Nilden Bektaş’la baş başa bırakıyorum…

 

2012 yılını çevre açısından nasıl geçirdik?

Olumlu olanları da olumsuz olanları da söyleyelim. Tabii tahmin edersiniz ki olumlu olanlar az bir yer tutuyor. Çevre yasamız geçtiğimiz yılın şubat ayında çıktı. Yasaya genel anlamda baktığınızda bizi ileriye götürecek bir yasa olduğu izlemine kapılırsınız. Ancak bu yasa altında acil çıkarılması gereken 60 tane tüzük vardır. Sadece 2 tüzük çıkarıldı. Bunlar güzel şeyler ama bizim ülke olarak en önemli sorunumuz yasayı uygulayamıyor olmamız.

Yasa neden uygulanamıyor?

Siyasi irade boşluğu diyebiliyorum. Yasanın uygulanması konusunda hükümet o iradeyi hiçbir zaman göstermiyor. Biz yasalara istediğimiz kadar şurası, burası koruma altındadır diye yazalım ama maalesef denetimlerin yetersiz kalmasına bağlıyorum bu durumu. Yasayı yaparsınız, denetlersiniz ve cezasını kesersiniz ve halkta bilinç oluşturmak istersiniz. Bunu da eğitim yoluyla verirsiniz. Ben bu ayağa baktığımda yasa zaten tamamlanmadı, denetimler zaten yapılmıyor, çevre suçluları çoğu zaman cezalandırılmıyor. Eğitim sistemimize bakıyorum; çevreyle ilgili bir şey göremiyorum. Ağaç yaşken eğilir, çocuklara çevre bilincini küçük yaşlarda vermeliyiz. Baktığınız zaman bu üç ayağın bizim ülkemizde olmadığını görüyorsunuz.

Bu tüzükleri çıkarmak çok mu zor?

Tabii ki değil. Yasa zaten bir yıl önce çıktı. Çalışmalarda birçok sivil örgütten de görüş almalarına rağmen yasa zaten bizim istediğimiz gibi çıkmadı. Biz oda olarak, çevre hakkında yapılacak projelerde çevre mühendislerinin çalıştırılmasını istedik. Düşünün ki biz çevreyi a dan z ye okuyup geliyoruz. Yapılacak işlerin projelerinin altındaki imzaların çevre mühendisi olmadığını görüyoruz. Bu durum devlet kademelerinde de, yerel yönetimlerde de böyle. Dolayısıyla bizim en büyük eleştirimiz çevre yasasına bu yöndeydi. Bir diğer eleştirimizde yetki karmaşasına sebebiyet verecek olan bazı boşluklar vardı, bunlar giderilmedi. İyi niyetle bunlar çözülebilir ama bizim ülkemizde “sen yap” diyerek top hep birilerine atılır.

Ülkede çevreyle ilgili en önemli sorun nedir?

Su bizim en büyük sorunumuz…

Yetersizliği mi, kalitesizliği mi?

Her ikisi de. Bizim ülkede bir su politikamız yoktur. Sizin şu kadar suyunuz vardır, bu suyu tarımda mı, sanayi de mi, evlerde mi kullanacaksınız? Ne kadarı tarımda kullanılmalı ve nasıl bir politika kullanmalısınız? Atık su arıtma tesislerinden ne kadar suyu geriye kazanmalı ve tarımda kullanmalısınız? Hepsine bakıyoruz, hiçbirinin olmadığını görüyoruz. Zaman zaman artifellerin tuzlandığı söyleniyor yetkililerce. Bu tuzlanmanın durdurulması için bir girişim göremiyoruz.

Bakanlar Kurulu kararıyla kuyu izinlerine yasaklama getirilmiş, sonra yine Bakanlar Kurulu kararıyla aynı bölgede kuyu açma izni verilmiş. Aslında çok büyük bir otorite boşluğu var ülkemizde ve bu durum her konuda kendini gösteriyor. Çevre bizim ülkemizde lüks gibi görünür ki değildir. Bu hayatta en önemli şey sağlıksa, temiz olmayan bir çevrede sağlıklı olmayı bekleyemezsiniz. Günün sonunda kanser de olursunuz, temiz su içemezsiniz, çöpünüzden de hastalık kaparsınız.

Su konusunu biraz açar mısınız?

Maalesef su konusunda bizi ileriye götürecek adımlar atılmıyor. Şu anda Türkiye’ den gelecek suya bel bağlamış durumdayız. Tabii buna kötü anlamda bakmamak lazım ama biz elimizdeki suya sahip çıkamıyoruz. Mesela suyumuzu toplayıp, arıtmadan geçirip tekrar kullanmıyoruz. Bu bir su tasarrufu yöntemidir. Denizden su arıtılabiliyor, biz bunu da yeteri kadar yapmıyoruz. Ya da yaptığımızı doğru yapmıyoruz.

Ada da deniz suyundan arıtma tesisi var mı?

Bafra Bölge’sinin suyu arıtmadan sağlanır. Ama onu kullanmanın da şartları vardır. Arıttığınız suyun %70 ini kullanır, %30 unu denize geri verirsiniz ama geriye verdiğiniz su çok tuzludur ki, o da denizin eko sistemini bozar. Dolayısıyla o suyu derinlere veya seyrelterek vermelisiniz. Bu da ülkemizde uyulmayan kurallardan biridir.

Suya dönersek…

Biz suyumuzu tasarruflu kullanmak adına girişimlerde bulunmuyoruz. Mesela tarımda yaklaşık %80-90 oranında su kullanıyoruz. Tabii ki tarımı kalkındırmalıyız ama bunun için farklı yöntemler vardır. Damla sulamaya geçilebilir, yağmur yağdığı zamanlarda sulamaya izin vermezsiniz. Bir sürü ileri teknikler vardır kullanabilecek. En önemli olan da; biz atık su tesislerimizi yeterince kullanmıyoruz, dolayısıyla arıtılan sudan faydalanamıyoruz.

Bu söylediğiniz her şey düzenli olarak yapılsa, Kıbrıs’ın suyu kendine yeter diyebilir misiniz?

Bu sorunun cevabını ülkesel su politikasını oluşturduğunda alabilirsiniz. Tarımda ne kadar su kullanıyorsunuz, tarıma ne kadar gidiyor, şehirlere ne kadar su veriyorsunuz, bu suyun ne kadarı içme, ne kadarı kullanım suyu gibi… İşte bu soruların yanıtlarını bir su politikanız olduğunda görebilirsiniz. Su hayattır, dolayısıyla ben suyu bu memleketin en büyük sorunlarının en başında olarak görüyorum.

Atık su kirliliğinden söz eder misiniz?

Ülkemizde atık su kirliliği çok fazladır. Ülke geneline baktığımız zaman Lefkoşa Bölgesi’nde, %70 e yakın kanalizasyon sistemi vardır. Girne Bölgesinin bir kısmı, Bafra’ da ki oteller bölgesinin ve Lapta’ da ki otellerin bir kısmında kanalizasyon sistemi vardır. Bu yıl içerisinde Mağusa ve Güzelyurt Bölgesi’nde de kanalizasyon sistemi kuruldu ve kısmen de olsa çalışmaya başladı. Geride kalan yerlerde ise atık sular hala daha septik tank ve vidanjör ile taşınıyor. Bu da çok büyük bir atık su kirliliğine sebep oluyor. Çünkü zaman zaman bu septik tanklardan yer altına sızmalar oluyor. Dolayısıyla su kaynaklarımız kirleniyor, ya da buralardan vidanjörle çekilen sular yasak olduğu halde boş alanlara, dere yataklarına  boşaltılıyor.

Bu atık suların nerelere boşaltılması gerekiyor?

 Baktığınız zaman normalde septik tankınızın olmaması gerekiyor, gelişmiş ülkelerde bu çoktan kalktı .Kanalizasyon vardır, arıtma sistemine bağlanır  ve o su buradan arıtılır. Bizim ülkemizde vidanjörle çekilen sular uzun yıllar Dikmen çöplüğüne boşaltıldı. Bu gerçekten insanı dehşete düşürüyor. Orada çok fazla katı atık kirliliği var zaten ve siz oraya yıllarca gidip, oralarda gördüğünüz çukurlara, derelere bu vidanjör suları boşaltıldı. Bunun sonucunda da oraya boşaltılan vidanjör suları zaman zaman yağmurlarla, yüzeysel akışlarla şehirlere kadar taşındı. Dereler denize bağlanırlar her zaman ve pis sular oralara kadar ulaştı. Uzun yıllar Lefkoşalılar olarak sinek problemi yaşadık bu yüzden. Büyük tesisler kuruluyor ve vidanjörler suları oraya getirip boşaltıyor, bunun için de büyük alanlar vardır ileri ülkelerde. Ama bu da kanalizasyon sistemini kurana kadar geçici bir çözümdür. Ülkemizde artık Dikmen çöplüğü ıslah edildi ve çöpler Dikmen çöplüğüne dökülmüyor. Şimdi Haspolat arıtma tesisine dökülüyor.Önceleri biz buna olumsuz bakmadık.

Bu arıtılan sular nerede kullanılıyor?

Tarımda kullanılıyor bu sular. Dejarj limitinde arıtım yapılıp yapılmadığını söyleyemem. Bu konuyu belediyeye sormak lazım. Biliyorsunuz belediyede bu sene çok kez grev oldu, oradaki arıtma tesisinde çalışan da grevde miydi bilmiyorum. Defin işlemleri ve arıtma tesisindeki görevlilerin grevde olmadığını söylediler. Tesiste günlük numunelerin alınması lazım, tahlillerinin yapılması lazım, bunlar hep ayrı insanların sorumluluğunda olan şeyler. Gerekli kimyasal araştırmaların yapılması lazım, bu yapıldı mı düzenli olarak bu gerçekten de soru işareti. Dikmen çöplüğü kapatıldıktan sonra vidanjörlerin taşıdığı sular Haspolat’ın kapasitesini zorladı ve taşıyamaz oldu. Haspolat, Lefkoşa için kurulmuş bir tesisti, vidanjör suları hiç hesaba katılmamıştı. Dolayısıyla bu yıl içinde zaman zaman taşmalar oldu, hiç arıtım olmadan K anlıdereye verildiğini işittik, Kanlıdere’nin güzergahı boyunca  etrafında yer alan yerleşim yerleri ve köylerin bu kokudan çok rahatsız olduğunu ve balık ölümlerinin yaşandığını da duyduk.

Nerelerde arıtma tesisi var?

Lefkoşa’da Haspolat, Girne’de Kaşgar, Bafra’daki, Bafra ve civar köylerin arıtması değildir. Bafra Bölgesi’nde ki otellerin arıtma tesisidir, ancak oralarda da sorunlar var.

Ne gibi sorunları var?

Mesela Girne şehrindeki atık su arıtma tesisi kapasitenin çok altında. Girne sürekli genişliyor.  Bizim suyumuzun niteliği evsel nitelikli atık sudur ama biz nüfusumuzu kestiremiyoruz. Nüfus konusunda açıklanan değerler de hiçbir zaman gerçek değerler olmuyor. Bizim arıtma kapasitemizin yetersiz kalması da beklenen bir durum. 5-6 yıl önce arıtma duvarı yıkılmıştı ve bütün atık sular denize akmıştı. Şimdi de özellikle yaz aylarında oraya gelen turist yoğunluğundan ya da yazlıkçıların gelmesinden dolayı bir atık su kirliliği artışı oluyor, dolayısıyla arıtma kapasitesi yeterli olmuyor. Dönem dönem  Dome Otel ve Liman bölgesinden lağım sularının denize aktığını görüyoruz. Bunlar aslında konuşulup geçilecek konular değil. Bunlar direkt olarak halkın sağlığını ilgilendiren konular. Biz bir turizm ülkesiyiz ve gelen turist öncelikle çevresine bakar. Denizin temizliğine, doğasının, havasının güzelliğine bakar. Yapılan tahlillerin de zaman zaman hatalı olduklarını düşünüyorum. Sudan numune alan kişinin bu konuda eğitimli olması gerekir. İşinde ehil olmayan kişilerin aldığı numuneler, ehil olmayan kişiler tarafından yapılan tahlillerde gerçek sonucu alamazsınız.

Çevre açısından ikinci büyük sorun nedir?

Bir diğer sorunumuz da katı atık kirliliğidir. Ülkemizdeki yasal mevzuata baktığımız zaman katı atıkların şehirlerden toplanması, taşınması ve nakledilmesinden belediyeler sorumlu. Belediyenin de işini doğru yapıp yapmadığını denetleyen kurum çevre koruma dairesidir. Uzun yıllardır yaşanan bir yetki karmaşası var. Örneğin Dikmen çöplüğü için; çöplük yanar, belediye çıkar ve der ki, “burası benim alanım değil.” 9 belediye çöpünü döker, çevre koruma dairesi de der ki, “belediyenin görevidir.” Bu yüzden de yetki karmaşası olduğu söylenir. Yasal mevzuatımız bizim bu şekildedir. Ülkemizde uzun yıllar Dikmen çöplüğü vardı ve halk sağlığını tehdit etti. Yıllarca en büyük problemimiz de Dikmen çöplüğü oldu. Dikmen çöplüğü hep ön plana çıkarıldı, çünkü yanı başımızdaydı, yanardı, havayı kirletirdi ve biz bunu görürdük diye hep bu sorun dillendirildi. Oysa ki bu ülkenin neresine giderseniz gidin, bir boşlukta, tepenin ardında yanan bir çöplük, etrafa yayılmış çöpler görmeniz mümkündür. Ve maalesef köyler olsun belediyeler olsun bu çöpleri yakarak kurtulma yolunu seçiyorlar ki biz buna vahşi depolama diyoruz.

Yakmanın çevreye ne gibi etkisi var?

Öncelikle hava kirliliği yaratıyor çünkü havaya zehirli gaz veriyorsunuz. Havanın ve toprağın kalitesini bozuyorsunuz. Aslında yakma bir bertaraf yöntemidir katı atık politikasında. Katı atıkları topladıktan sonra bir yerde depolarsınız, kompostlaştırırsınız, yakarsınız veya piroliz yöntemiyle yok edersiniz. Bu üç yöntemin depolama dışında özelliği bunlardan yeni bir ürün elde edersiniz. Ya kompost ya da yakarsınız gaz ve enerji elde edersiniz. Pirolizden de katı veya sıvı ürünler elde edersiniz. Bizim yakma yöntemimizle anlattığım yöntemin hiçbir benzerliği yoktur. Yakma dediğimiz yöntem; yakma fırınlarında tamamen kontrol altında yapılır.

Çöpler şimdi nereye toplanıyor?

2008 yılında Avrupa birliği ve ülkemizdeki uzmanlarla bir plan yapıldı. Bu plana göre 2011 yılına kadar ülkedeki tüm çöp alanları kapatılacaktı. Güngör Köyü’nde yeni bir çöp sahası oluşturulacaktı. Şimdi geldiğimiz durumda Güngör çöp alanı açıldı ve çöpler oraya gitmeye başladı. Ancak Dikmen’in dışında ülkedeki hiçbir çöp alanı kapatılmadı. 7 adet transfer istasyonu yapılacaktı ama maalesef yapılmadı. Bunlar yapılmadığı için katı atık sorununu çözdük diyemeyiz.

Güngör köyündeki çöp toplama alanı nasıl?

Düzenli çöp toplama alanı olması buranın önemli bir özelliği. Bu ülke için bir ilktir. Buraya özel bir saha açıldı. Zemini geçirimsizleştirirsiniz, çöpleri belli aralıklarla dökersiniz. Belli zamanlarda buraya toprak gibi maddelerle ara katmanlar yaparsınız. Zaman içinde burayı kapatırsınız ve ağaçlandırır ve terk edersiniz.

Kaç yılda dolacak orası?

20 yılda dolacak bir kapasitededir. Tabii yine eksikleri var. Bu da yeterli finans ayrılmamasından kaynaklanıyor.

Nedir o sorunlar?

Mesela çöpten kaynaklanan bir sızıntı suyu vardır. Çöpleri o sahaya koyduktan sonra bir çöp suyu sızıntısı olacaktır ve kirlilik oranı çok ağır bir sudur. Bu suyun borularla toplanıp bir havuzda biriktirilmesi ve arıtılması lazım ancak bu arıtma tesisi kurulmadı. Güngör için bu bir eksikliktir, buharlaştırma yöntemi yapılıyor, yaz aylarında evet su buharlaşıyor, kış aylarında bu düzenli olarak sağlanamıyor.

Bu su buharlaştığında kirlilik olmuyor mu?

Elbette oluyor. Biz bunu en başından beri eleştirdik, yani arıtma kurulmasının kaçınılmaz olduğunu söyledik. Ancak o zamanlar dikkate alınmadı, şimdi yapılacak ve hayata geçirilecek. Burada en önemli olan, bütün çöp alanlarının kapatılması ve bütün çöplerin buraya gelmesiydi. Burada aslında yerel yönetimlere çok iş düşüyor. Mesela Mağusa’ya yapıldı, transfer istasyonu ama bu transfer istasyonundan buraya tek bir kamyon gelmedi. Mazot parası yüzünden… Bu plan oluşturulurken bütün belediyelerin tek tek sorunları öğrenilmeliydi. Gerekirse çöplerin getirilmesi konusunda bunlardan bir taahhüt alınmalıydı. Hükümet olaya ciddi olarak yaklaşmalı,  belediyelerin transfer istasyonlarını nakletmesi için mazot parası için belediye bütçe ayırmalı. Güngör’e, Gönyeli belediyesi bile çöplerini götürmek istememiş.

Gıdalara gelirsek?

Dünya sıralamasında ülke olarak ilk sıralara giremedik ama kanserde dünya sıralamasında beşinciyiz.  Havamızdan tutun da toprağımıza, suyumuza kadar zaten yeteri kadar arıtım olmadığı için, yeteri kadar korunmadığı için zehirleniyoruz… Bir de sebze meyvelerimizden. Tarım ilaçları bilinçsizce kullanılıyor, denetim yapılmıyor. Bunun bir ayağı da çiftçilerde; ne zaman “ sen şu kadar ilaç koyabilirsin, şu kadar gübre atabilirsin bitkine” diye söylenmiyor… Bizi kendi insanımızda zehirliyor aslında. Burada marketlerde satılan sebze meyvelerin, markete gelmeden denetiminin yapılmadığını da bilmiyoruz.

 Ne yapılması gerekiyor?

Ürünler tarladan itibaren kontrol altına alınmalı. Sağlık Bakanlığı, Tarım Bakanlığı kontrolleri yapmalı. Öncelikle çiftçi eğitilmeli; eğitimsizlik, bilinçsizlikten de çiftçiler hata yapıyor. Ne kadar çok kimyasal ilaç koyarsa o kadar çok ve iyi ürün elde edeceğini sanıyor, bunların öyle olmayacağını çiftçiye anlatmak, öğretmek gerekir. Bilinçli çiftçilerimiz de var onlar da rant uğruna yapıyorlar. Bunların önüne denetimlerle geçebilirsiniz. Sebze meyvenin sağlıklı bir şekilde soframıza gelmesi bizim hakkımızdır.

 

Tarım ilaçları her isteyene veriliyor mu?

Bunun bir sistemi olup olmadığını bilmiyorum ama olduğunu da sanmıyorum. Dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan bir  sistem; örneğin sokaklarda arabalar dolaşır sinekler için ilaçlama yapar. Bu yöntem dünyanın hiçbir yerinde uygulanmıyor. Haşereyle mücadelede bu kimyasal yöntem terk edildi. Kalavaç köyü sinekle mücadele konusunda bu yöntemi kabul etmedi. Kurbağa yetiştirmişler mücadele için. Köyde tek bir sinek bile yok. Şehirlerde bunu uygulayamazsınız ama farklı yöntemler geliştirebilirsiniz. Biz maalesef bu kimyasal zehirlere dünyanın parasını harcıyoruz ve insanlarımızı zehirliyoruz. Kalavaç Köy’ü muhtarı bana, Lefkoşa belediyesinin 30 trilyon parayı sadece sinekle mücadeleye harcadığını söylemişti. Bu miktar parayla bırakın sinekle mücadeleyi birçok çevresel sorunu çözebilirsiniz. Birçok belediyemizde de durum ayni, kimyasal zehirlere çok paralar harcanıyor. Ayni şekilde çam kese böceklerinden kurtulmak için de dünyanın parası harcandı. Bu ilaç sadece çam kese böceklerini değil birçok canlıyı da öldürdü, insanları da zehirledi.

Petrol dolum tesisinde son durum nedir?

2 ağustos 2012 de bir bakanlar kurulu kararına göre Kalecik Bölgesi’ni enerji depolama ve sanayi bölgesi ilan ettiler. Aksa’yı oradaki çimento fabrikasını içine alan yeri kirli sanayi bölgesi ilan ettiler. Ve arkasından sayın Başbakan açıkladı, “vazgeçmiş değiliz”diyerek. Ve bu bölgeyi işaret etti. Biz de bunu bir tehdit olarak algıladık. Bu bölgeye yapılacak olan bir tesise kılıf hazırlamak için önceden sanayi bölgesi ilan etmek gibi… Petrol Dolum Tesisine Hayır inisiyatifi vardı. Biz de oda olarak onun bir parçasıyız. Ve biz de dikkatimizi daha fazla o bölgeye vermeye başladık. Çünkü iki bölgeden de vazgeçilmesi bu sivil kuruluş örgütlerinin gönüllü yürüyüşü ve halkın desteği ile oldu. Bu olay artık deyim yerindeyse adeta bir çocuk oyuncağına döndü. Bizim zaten dünya kadar çevre sorunumuz vardır. Biz bütün bu zinciri bir yana bıraktık ve dikkatimizi sadece dolum tesisine verdik. Tüm 2012 senesi bununla geçti aslında. Tüm enerjimizi çabamızı bu konuya verdik. Hükümette inanılmaz bir ısrarla davasından vazgeçmiyor. Biz şu anda 5 dava açtık. Yine Petrol Dolum Tesisine Hayır İnisiyatifi, Yeşil Barış Hareketi ve Tabipler Birliği olarak… Bu davalardan 3 tanesi Anayasa Mahkemesine 2 tanesi de Yüksek İdare Mahkemesine açıldı. Buraya, Bakanlar Kurulu kararıyla bölgenin kirli sanayi bölgesi olarak ilan edilmesine karşı açtık davayı. Ve yine bunun altında kılıf uydurulmaya çalışılan yatırımlar içinde dava açıldı. Çünkü verilen bölge orman arazisiydi zaten. Biz bu yönden savunmamızı yapmaya çalışıyoruz. Bir orman alanını kirli sanayi bölgesi olarak ilan edemezsiniz. Bu dünyanın hiçbir yerinde kabul edilebilir bir hal değil. Yani işin içinde gerçekten kirli oyunlar var. Birilerinin rant sağlaması uğruna maalesef ülkenin bu şekilde peşkeş çekilmesi özellikle çevre adına bu denli riskli bir yatırımın ve ülkeyi geriye götürecek yatırımın yapılmasına izin verilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Biz sonuna kadar konuyu takip edeceğiz ve bu tesisin yapılmasına asla izin vermeyeceğiz. Kıbrıs’ın herhangi bir köşesinde olursa olsun, çünkü bu tesise bizim ihtiyacımız yoktur. Umarım bu tesisi yapmak isteyenlerde bizim bu ısrarımızı haklı direnişimizi görür çünkü halk arkamızda.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

,

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1179 defa okunmuştur