1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Okuryazar Cahillik Üzerine
Okuryazar Cahillik Üzerine

Okuryazar Cahillik Üzerine

Yılmaz Akgünlü: Eğitim süremiz boyunca okullarda harfleri ve cümleleri nasıl tanıyıp anlamlandıracağımız öğretilir ve buna okuma yazmayı öğrenmek denir. Bu okumanın ilk adımıdır, ancak daha sonrası konusunda pek bir eğitim almayız.

A+A-

 

 

Yılmaz Akgünlü

[email protected]

 


Eğitim süremiz boyunca okullarda harfleri ve cümleleri nasıl tanıyıp anlamlandıracağımız öğretilir ve buna okuma yazmayı öğrenmek denir. Bu okumanın ilk adımıdır, ancak daha sonrası konusunda pek bir eğitim almayız. Oysa okumak bundan daha öte bir anlama sahiptir. Okuduklarımızı nasıl daha iyi anlayacağımız ve bir bütün olarak okuma sanatı çoğunlukla kendi kendimize geliştirmek zorunda olduğumuz bir sanattır. Çoğu insan bunu bir sanat olarak görmediğinden olsa gerek bir süre sonra ya okumaktan sıkılır ya da okuduklarını yeterince anlamamaya ya da yanlış anlamaya başlar.


Okuduğumuz her ürün farklı bir yapıya sahiptir. Genellikle her konuda olduğu gibi yazı sanatına da düz yazı ve şiir gibi iki temel tür ayırt ederiz. Gerçi her şiir gibi görünen eser şiir değil, her düz yazıda düz yazı değildir. Bazıları düz yazıyla da anlaşılabilecek birkaç cümleyi yan yana değil de alt alta yazarak şiir yazdıklarını sanırlar. Bazı düz yazılarda şiirsel bir derinlikten yoksundurlar ve izlenim ve fikirlerin çoğunlukla kendilerinden önce gelen yazılara çok benzer bir tarzda aktarılmasıdırlar. Düz yazı aklımıza şiir ise duygularımıza hitap eder anlayışı vardır. Böyle bir ayırım ne kadar sağlıklıdır tartışılır. İyi bir yazı ister şiir olsun ister düzyazı zihnimizin bütünlüğüne hitap etmelidir. Düşünceyle duygu birbirinden ayrıldıkları ölçüde değerlerini kaybedeceklerine göre, duygusuz bir düzyazı da, düşüncesiz zayıf bir şiir de yeterli estetik tada sahip olmayabilir. Şiir çok kolay anlaşılır düşüncelerden oluşursa, çok anlamlılığın ve belirsizliğin gizemini taşımazsa sönükleşir. Düzyazı da benzer şekilde, aşırı ölçüde mantıklı ve bilimsel olmaya çalışırsa canlılığını kaybeder. Bilimsel bir yazının da duygu ve canlılık içeren bir üslupla yazılabileceğine inanıyorum.


Okumak da yazmak da bir serüvendir. Yazar yeni ve değişik bir yol kat etmişse, okurun bilmediği alemlere yolculuk etmişse ve izlenimlerini yeterince etkili bir biçimde aktarabilirse eseri okunmaya değer olur. Eğer herkesin bildiği yollarda gezinip herkesin bildiği şeyleri yazarsanız eseriniz okuyucuya pek bir şey katmaz. Yazar içsel anlamda da dışsal anlamda da yeni ve özgün şeyler yaşamış olabilir, bunları hakiki halleriyle kendini ortaya koyarak yazarsa onun eseri gerçek bir eserdir ve okurun kalbinde hak ettiği yeri alır. Bir yazarın eserinin yaşadığı tek yer okurda yaptığı değişikliktir. Okurun daha okurken bile iç görülerinin açılmasını, neşelenmesini, yaşama sevinci duymasını sağlamışsa, ona yaşama heyecanı ve sevinç verebilmişse bu eserin canlılığına bir kanıttır.


Bedensel besinler kadar, zihinsel ve ruhsal besinlere de gereksiniriz. Okumak bize bu zihinsel ve ruhsal besini sağlar, elbette müzik, resim ya da sinema gibi sanatlarda bu besini sağlama konusunda çok etkilidirler. Okumak besini almak ise, düşünmek ve yazmak ise bu düşünce besinlerinin sindirilmesidir. Okuma sanatı da burada devreye giriyor. Neyin nasıl okunacağını bilmek kadar okuduklarımızı nasıl okuyacağımız ve nasıl sindireceğimizi de öğrenmemiz gereken şeylerdir. 


Hiç besin almazsanız mideniz belki bir süre rahat eder, ancak gıdasızlıktan hasta olursunuz. Zihinsel ve ruhsal anlamda da besin almamak zihin ve ruh sağlığımızı bozar. Nasıl mide açken ürettiği asitle kendi kendini bozarsa, zihinsel besini olamayan bir zihin de kaygı, anlamsızlık, depresyon gibi zihinsel temelli sorunlar yaşamaya başlar. Bu nedenle okumak bir lüks değil ciddi bir ihtiyaçtır. Ancak doğru besinlerin alınması gerekir. Önümüze çıkan her kitap besleyici değildir. Kimisi fast food gibi geçici olarak doyursa da temelde zararlıdır.


Shunryu Suzuki’nin dediği gibi, bazı kitaplar ilaç gibidir bazıları da yemek. İlaç gibi olanları kısa kısa ve az okumalıyız. Romanlar ya da bazı bilgilendirici kitaplar yemek gibi olabilirler. Ancak buradaki temel nokta, kişinin okuduklarının zihninde karmaşaya yol açmayacak oranda olması gerektiğidir. Bu nedenle okuduklarımızı yavaş ve dikkatli bir şekilde okumalıyız. Anlayamadığımız ya da zihnimizin huzurunu bozan düşünceler dikkatlice incelenmelidir. Belki de çok büyük değer taşıyorlardır da iyice sindirilmeleri gerekir. Hazımsızlık yapmalarının nedeni iyice çiğnenmeden yutulmuş olmalarıdırlar. Okumak rastgele bir etkinlik değildir, son derece güçlü bir eylemdir ve okuduğunuz çoğu şey zihninize girip orada bir süre yaşam sürer. Çünkü biz insanlar izlenimlerle beslenen varlıklarız, karşılaştığımız her şey su, hava, yemek, müzik ya da düşünceler bize çarpan, etkileyen, bizim dinamik bir biçimde etkileşim kurduğumuz uyarıcılardır. Onlar bizi biçimlendirir, biz de onları üretebiliriz.


Okumak dünyamızı betimleyen düşünceler oluşturabileceği gibi, iyi bir kitap düşüncelerin ötesindeki bir uyanıklığı da teşvik edebilir, yaşamın özüne dokunma hissimizi ortaya çıkarabilir. Yaşadığımız anlar, yaşamımızın bütünlüğü sözcüklerden oluşmaz. Sözcükler, kendimizi kendimize anlattığımız şeyler, bulanık bir sis gibi çevremizi sarıp bizi gerçeğin algısından mahrum bırakabilirler. Gerçeklik, onun hakkında yaptığımız yorumdan ötede her anımızın özgün tadı olarak sarsılmaz biçimde ordadır. O güven ve neşedir, anlam ve mutluluktur. Onunla sözcükler olmadan doğrudan doğruya karşılaşmak gerekir. 


İyi bir kitap beni çalışma moduna sokan kitaptır demiş Emerson. Okuduğumuz şeylerin bizi nasıl etkilediği konusunda gözlemci olmalıyız. Okuduklarımız zihnimizi esnetip, merakımızı arttırıyor mu? Yoksa bizim yaşamsal enerjimizi ve özgüvenimizi mi azaltıyor? Bizi saçma sapan inançlar ve saplantılı düşüncelere mi maruz bırakıyor? Ya da önümüzdeki ufukları genişletip sorgulama ve öğrenme heyecanımızı mı kışkırtıyor? Her dönem insanların bazı duygularını kullanarak ilgilerini çekmeye ve düşünce dünyamızı yönetmeye çalışan kitaplar olmuştur. Uzaylılar ya da ufolarla ilgili kitaplar, ya da ucuz aşk romanları gibi kitaplar sağlıklı bir şekilde düşünme alışkanlığı kazanmamış bireylerin zihnini yeni batıl inançlar ya da sevgi ve aşkla ilgili birçok kalıp ve önyargıyla doldurabilmektedir. Son dönemlere olumlu düşünmeyi öğretmeye çalışan kitaplar çoğalmıştır. Son derece yüzeysel yaklaşımlar, süslenip püslenip pop kültürünün felsefesini oluşturmaya çalışmaktadır. Bu pop felsefeler bazı doğrular içerseler de önerdikleri reçetelerin ağrı kesici almaktan farkı yoktur. Sorunların kaynağı çözülmeden olumlu düşünme kişiyi sadece uyuşturur.


Nihai anlamda kişi ne okurda okusun, onu kendi zihnine yansıtır. Ve okuyan zihnin bu hareketi, okunan şeyin içeriğinden daha da önemlidir. Okuduklarımız bizi harekete geçirip üretken olmamızı sağlayabilirse onlardan doğru şekilde yararlanmış oluruz.

Bilinçli okumanın insanlara kazandırabileceklerine bir örnek geçtiğimiz hafta yaşandı. Kitap okumayı çok seven bir öğrencimiz inanılmaz bir başarı yakalayarak tarihe adını yazdı.

 

 

Deniz Tuncel’in Dünya Birinciliği


Kıbrıs’ta bir liseden, bir dünya birincisi çıkıyor. Türk Maarif Kolejinden Deniz Tuncel, bütün dünyadan, en gözde okullardan yüzbinlerce öğrencinin girdiği bir sınavda, hem de psikoloji gibi bir alanda dünyanın en iyisi oldu. Psikoloji gibi bir alanda diyoruz, çünkü psikoloji alanında sınava girmek sadece bilgi değil, aynı zamanda çok iyi bir ingilizce ve yorum yapabilme gücü gerektiriyor.


Ülkemiz, insanlarımız ve eğitimimiz adına çok umut verici, gurur verici bir başarı bu. Demek ki bu ülkede harikulade başarılı insanlar var, demek ki biz de dünya çapında zekalar yetiştirebiliyoruz. Bu başarıda şüphesiz en büyük pay sahibi olan Deniz Tuncel’in üstün çalışması ve yeteneğidir. Ancak onun bireysel başarısı bizlere de gurur veriyor ve bizi cesaretlendirip kendimizi aşmaya zorluyor.
Kıbrıs Türk insanı için bu başarı çok daha anlamlı, çünkü yıllardır yok sayılan, görmezden gelinen bir halk evrensel anlamda da bir değeri olabileceğini görüyor. Deniz’in 16 yaşında bir genç olarak hiç özel ders almadan, sadece okulda öğrendikleri ve kendi çalışmasıyla bu başarıyı elde etmesi de ayrıca çok anlamlıdır.


Bu başarı öğrencilerimize kendilerine güvenip çalıştıkları takdirde her kapının açılacağının bir göstergesidir. Deniz’in kişiliğinde ve yaşam biçiminde örnek alınacak çok şeyler var. Elbette Deniz Tuncel gibi öğrencileri çok iyi anlamak eğitim sistemimize çok katkılar yapacaktır. Onu burada birkaç cümleyle anlatmak olanaksız, ama gene de söylenebilecek şeyler var.
Deniz her şeyden önce çok iyi niyetli, sevgi dolu bir insandır. Her zaman arkadaşlarına da öğretmenlerine de en üstün dikkat ve saygıyla yaklaşır. Bu onun çevresini daha iyi gözlemlemesini ve herkesten ve gördüğü her şeyden kolayca çok şey öğrenmesini sağlayan bir özelliktir. Yani onun başarılarının önünü açan onun üstün karakteridir. 

Bizler bu karakter eğitimine okullarımızda daha fazla önem vermeliyiz. Öğrencilerimize bilgi yükleyip onları sınavlara sokmaktan başka bir şey düşünmemek onlara birçok açıdan zarar veriyor. Oysa o bilgiler, onları anlamlı bir şekilde kullanıp insanlığı ve kendilerini daha kaliteli bir yaşama kavuşturacak bir yönelim olmadan ne işe yararlar ki? Karakter olmadan sadece bilgiyle ancak çok para ve maddi imkanlar kazanabilirsiniz. Evrensel bilgelik ve sevgiyle beslenmeyen bir zihin ya da bir toplum elde ettiği başarıları gerçek bir mutluluğa dönüştüremeden heba eder.


Deniz bu mutluluğu sürekli olarak üretip çevresine yayabilecek bir olgunluğa sahiptir. Bu genç insanın hepimize tuttuğu ışığı çok iyi fark edebilmeliyiz.

 

 

 

 

Bu haber toplam 1092 defa okunmuştur