
Mehmet Ali Birand: Gazeteciden Öte
Ünlü gazeteci Mehmet Ali Birand dün torağa verildi. Ölümünün ardından şahsına karşı Türkiye’nin her yerinden yükselen sevgi ve saygı ifadeleri Birand’ın “kıskanılası” bir sonla hayata veda ettiği kadar, Türkiye’nin “nor
Ünlü gazeteci Mehmet Ali Birand dün torağa verildi. Ölümünün ardından şahsına karşı Türkiye’nin her yerinden yükselen sevgi ve saygı ifadeleri Birand’ın “kıskanılası” bir sonla hayata veda ettiği kadar, Türkiye’nin “normal” bir ülke olmaya doğru yol aldığını gösteriyor. Mehmet Ali Birand’ın hayatı yakın dönem Türkiye tarihinin aynası gibidir. 1960’lı yıllardan günümüze yaşanan büyük siyasi çatışmalar, darbeler, laiklik-dindarlık çekişmeleri, Abdi İpekçi cinayeti, Sol-Sağ kavgaları ve 28 Şubat Darbesinin belirlediği bir ortamda gazetecilik yapan Birand, konum itibarıyla Laik-Kemalist cenahta yer alan biriydi. Fakat Mehmet Ali Birand’ı Kemalist Rejimin diğer “organik aydınlarından” farklı kılan bir özelliği vardı. Bu da Türkiye’nin Batılılaşması ile demokratikleşmesini birlikte düşünmesiydi. Kemalist’ti ama Kemalist Türk ordusunun içyüzünü anlatan ilk kitabı o yazmıştı. Türk milliyetçiliği kuşkusuz onun da fikriyatında derin izler bırakmıştı ama Kürtleri tanımak ve anlamak için en büyük gayreti yine o göstermişti. Hiç bir zaman dindar olmamıştı ama bir yolunu bulup dindarların uğradıkları haksızlıklar karşısında eleştirel bir yerden konuşabilmeyi başarabiliyordu. Evet, Birand ideolojik olarak bir Kemalist, toplumsal konum olarak da bir “Beyaz Türk” olmasına karşın ülkenin Batılılaşmasını demokrasiyle birlikte düşünüyor ve halkı küçümseyerek dışlayan otoriter eğilimlere içten içe karşı çıkıyordu. Birand’ın Kemalist düşünce sisteminin tamamen dışına çıkması ve bunu açık biçimde ifade etmesi ise 1999 sonrasına rastlar. Helsinki Zirvesinde AB’nin Türkiye’yi resmen aday ülke olarak kabul etmesinden sonra Birand bütün ağırlığını Türkiye’nin AB üyesi olmasından yana koydu. Bu süreçte ülkenin demokratikleşmesinin şart olduğunu, askerin siyaset üstündeki gölgesinin son bulması gerektiğini gayet iyi biliyordu. Ayrıca, Türkiye’nin Kıbrıs Sorununda Denktaş çizgisinde ilerlediği sürece AB yolunda ilerlemesinin imkansız olduğunu iyice idrak etmişti. İşte bu kavşakta hem Denktaş hem de geleneksel Kemalistlerle bağlarını tamamen kopardı ve Türkiye’nin Kıbrıs Sorununu çözerek AB yolunda ilerlemesi için gazeteciliğin dışında, bir militan ve lobici olarak çalışmaya başladı. Bu yüzden Ergenokoncu subayların gözünde o bir “vatan haini” idi. Nitekim Oramiral Özden Örnek’in günlüğünün 16-22 Aralık 2002 tarihli notlarında şunları okuyoruz: “Ülke bir anda Kıbrıs konusu için “ver kurtul” havasına girdi ve başını da medya çekiyor. (…) Bazı vatan hainlerinin davranışları çok ilginç. M. Ali Birand’ın davranışları ile Doğan Medya grubu, Dinç Bilgin grubu herhalde bir yerlerden yarar sağlıyorlar ki devamlı Denktaş’ın aleyhine yazıyorlar. Bu adamlar satılmış olmasalar burnumuzun dibindeki bir adanın bizim için stratejik önemi olmadığını iddia edemezler”.
Ben Mehmet Ali Birand’ı bu dönemde tanıdım. Gazetecilik kariyerinde bir dönem noktası olan ve başarısında yadsınamaz bir yeri olan Kıbrıs Sorununun şimdi mutlaka çözülmesi gerektiğine inanıyordu. Aslında, Kıbrıs Sorunu onu artık doğrudan ilgilendiren bir mesele değildi. Fakat bu sorunun Türkiye’nin önünde gereksiz bir engel teşkil ettiğine inanıyordu ve bu engeli kaldırmak istiyordu. Lefkoşa’da Vasiliou ve Akıncı ile katıldığı bir panelde bu minval üzerine bir de konuşma yapmıştı. Aynı dönemde Kıbrıs Üniversitesi’nde Kıbrıslı Rum öğrencilerle program yapmak üzere sanıyorum iki kez üniversiteye geldi. Bir seferinde üniversite’de çekim için hazırlıklar tamamlandıktan sonra öğle yemeği için Alvaro De Soto ile buluşmaya gitmişti. Kendisini aramaya giderken radyoda Rauf Denktaş’ın Annan Planının resmen reddettiğini dinledim. Holiday Inn otelinin lokantasında kötü haberi De Soto’ya verdiğimde adeta şok olmuştu. “Bu adam ne istiyor, anlamıyorum” diyordu ve “biz Türk çıkarlarının gözetilmesine çok özen gösterdik…” diyerek hayıflanıyordu… Ben ise De Soto’nun şok olmasına şok olmuştum. Demek ki Perulu diplomat onca zamandır mesai yaptığı Denktaş’ı hiç tanıyamamıştı. Kötü haber üzerine Birand’ın moralinin epeyce bozulduğunu hatırlıyorum. Sonra, üniversitede Kıbrıslı Rum öğrencilerle yapılacak tartışmaya gittik. Program bitince Birand’ın morali bir kez daha bozulmuştu: “Kıbrıslı Rumlar çözüme hazır değil, Kıbrıslı Türklerle iktidar paylaşımına yanaşmıyorlar ” diyordu. Haklıydı…
Daha sonra Türk-Yunan Formunda zaman zaman bir araya geliyorduk. Türk-Yunan-Kıbrıs üçgeninde ilerleme olsun diye elinden geleni yapıyordu. Ölümü hiç şüphesiz “belalı üçgen” açısından büyük bir kayıp oldu. Kuşkusuz, yokluğundan doğan en büyük boşluğu Türk medyası ve Türkiye yaşıyor. Birand Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt Sorununun çözümü ve ülkenin AB üyeliği yolunda ilerlemesine son derece önemli katkılar sağlıyordu. Pragmatizminin yanı sıra, son yıllarda birikimlerinden süzülen kendine özgü bir bilgelik de geliştirmişti. Mehmet Ali Birand’ın icraatına bakınca aklıma şu soruyu sormak geliyor: Acaba Kemalistler Birand gibi olabilseydi, bugün Türkiye’de AKP iktidar olur muydu?
Rahat uyu sevgili Mehmet Ali Birand. Seni sevgiyle anacağız…

















