
“Medya okuryazarlığı yaşam becerisidir”
Prof. Dr. Ahmet Güneyli, "Medya okuryazarlığı yaşam becerisidir" ifadelerini kullandı.
Simge ÇERKEZOĞLU
“Eğitim sisteminde en çok eleştirdiğim nokta, insanın yalnızca zihnine hitap edilmesi. Oysa sosyal ve duygusal beceriler, bireyin bütüncül gelişimi için en az bilişsel süreçler kadar belirleyicidir” diyor Prof. Dr. Ahmet Güneyli. Onu yıllardır hem akademik üretimleri hem de Gaile dergisindeki yazılarıyla takip eden biri olarak, bu yaklaşımının tüm çalışmalarına nüfuz ettiğini söylemek mümkün. Güneyli, eğitimin ve medyanın insanı merkeze alan bir anlayışla yeniden düşünülmesi gerektiğini savunuyor; yaşamın her alanında denge kurmanın, özellikle de medya karşısında bilinçli, farkındalığı yüksek bireyler yetiştirmenin önemine vurgu yapıyor. Tam da bu perspektifin bir yansıması olarak, editörlüğünü yaptığı “Farklı Yollar Ortak Hedef” isimli kitap dikkatimi çekiyor. Medya okuryazarlığını yalnızca teknik bir bilgi alanı olarak değil, insanın yaşam pratiğine doğrudan temas eden, çok katmanlı bir beceri olarak ele alan bu çalışma; psikoloji, sosyoloji, eğitim bilimleri ve iletişim gibi farklı disiplinleri bir araya getiriyor. Güneyli’nin kitabı, salt akademik bir kaynak olmanın ötesine geçerek medya ile sürekli etkileşim hâlinde olan günümüz insanı için hem yol gösterici hem de koruyucu bir içerik sunuyor.

“Medya okuryazarlığı, doğru bilgiyi seçme ve yorumlama becerisidir”
Prof. Dr. Ahmet Güneyli’nin disiplinler arası bir yaklaşımla hazırladığı Farklı Yollar Ortak Hedef adlı medya okuryazarlığı kitabı, ilk bakışta akademik bir çalışma gibi görünse de aslında hepimizin günlük yaşamına doğrudan temas eden bir alana ışık tutuyor. Dijital çağda bilginin hızla dolaşıma girdiği, gerçek ve kurgu arasındaki sınırların giderek bulanıklaştığı bir dönemde Güneyli, medya okuryazarlığını yalnızca teknik bir bilgi değil, bir yaşam becerisi olarak ele alıyor. Kitap; eğitim bilimlerinden iletişim teorisine, psikolojiden sosyal yaşama kadar birçok farklı disiplini bir araya getirerek medyayı nasıl okuduğumuzu, nasıl algıladığımızı ve nasıl yorumladığımızı sorgulamaya davet ediyor. Sözü Güneyli’ye bırakıyor ve medya okuryazarlığını, günümüz toplumunda bu becerinin neden yaşamsal bir öneme sahip olduğunu kendisinden dinliyoruz.
“Medyayı en genel anlamıyla dikkatli kullanmayı ve dikkatli izlemeyi anlatıyorum. Medya okuryazarlığı, bireye eleştirel düşünme becerileri kazandırmayı hedefler. Yasaklar hiçbir zaman çözüm değildir; ‘medyayı kullanmayın’ demiyoruz, aksine bilinçli kullanmayı, hakikati ayırt etmeyi, doğru bilgiyi seçebilmeyi ve onu yorumlayabilmeyi içerir. Bu nedenle hayatımızdaki önemi çok büyüktür. Aileler ve öğretmenler sık sık çocukların medyaya, özellikle akıllı telefonlara bağımlı olduğundan şikâyet ediyor. Fakat müfredatımızda bu sorunla baş etmeyi sağlayacak dersler yok. Okul öncesinden lise son sınıfa kadar medya okuryazarlığı zorunlu ve vazgeçilmez bir ders olmalı. Eğitim sistemimizde artık köklü bir reforma ihtiyaç var. Bilgi aktarımına dayalı tek yönlü bir eğitim yerine; deneysel, uygulamalı, çocukların medya iletilerini görüp tartışabilecekleri, hatta kendi medya içeriklerini üretebilecekleri bir ortamdan söz ediyorum. Aslında medya okuryazarlığının temel amacı, ‘doğru-yanlış’ ikiliğini ezberletmekten çok, doğru soruları sorabilme becerisini geliştirmektir.”

“Dünyada 1950’lerde, Türkiye’de ise yaklaşık elli yıl sonra gündeme geldi”
Farklı Yollar Ortak Hedefler pek çok bölümden oluşan kapsamlı bir çalışma. Kitap, medya okuryazarlığının dünyadaki tarihsel gelişimini ele alarak başlıyor. Medya okuryazarlığı kavramı ilk kez 1950’lerde tartışılmaya başlanmış; Türkiye’de ise bu alandaki farkındalık ve kuramsal tartışmalar yaklaşık yarım yüzyıl sonra gündeme gelebilmiş. Tarihsel arka planı aktaran ilk bölüm, okura güçlü bir temel sunarken, devam eden bölümlerde disiplinler arası bir perspektif devreye giriyor. Eğitim bilimleri, psikoloji, sosyoloji ve iletişim çalışmalarıyla ilişkilendirilen medya okuryazarlığı, yalnızca iletişim fakültelerinin konusu olmaktan çıkarılarak insanın sosyal ve kültürel yaşamıyla bütünleşik bir beceri olarak yeniden tanımlanıyor. Bu nedenle kitap, yalnızca araştırmacılara değil, medyayı kullanan her bireye hitap eden bir rehber niteliği taşıyor.
“Kıbrıs’ta medya okuryazarlığına dair elle tutulur bir literatüre ulaşmak mümkün olmadığı için, kitabımda ağırlıklı olarak dünya ve Türkiye’deki gelişmeleri ele aldım. Bu durum aslında oldukça trajik; zira adada çok sayıda üniversite bulunmasına rağmen bu alanda neredeyse hiç bilimsel çalışma yapılmamış. Medya okuryazarlığı dünyada 1950’li yıllarda tartışılmaya başlanırken, Türkiye’de ancak elli yıl sonra, 2000’li yıllarda gündeme gelebildi. Dolayısıyla yarım yüzyıllık bir gecikmeden söz ediyoruz ve bunun ciddi sonuçları var. Bugün olumsuz yansımalarını açıkça görüyoruz. Medyada çocuklara uygun olmayan içeriklerin yoğunluğu, denetimsiz üretim pratikleri ve etik sorunlar bunun en belirgin örnekleri. Oysa medya profesyonelleri daha bilinçli yetiştirilseydi, medya kültürü ve eğitim anlayışı daha sağlam temellere oturmuş olsaydı, bu sorunların önemli bir kısmı en aza indirgenebilirdi.”
“Medya okuryazarlığı hayatın her alanına temas ediyor”
Kitabın ikinci bölümü, medya okuryazarlığı ile eğitim arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Bu bölümden anlıyoruz ki dünya genelinde birçok ülke, medya okuryazarlığını artık temel bir yaşam becerisi olarak kabul etmiş durumda ve bunu doğrudan eğitim müfredatına yerleştiriyor. Güneyli bu durumu şöyle açıklıyor:
“Dünyada medya okuryazarlığı müfredatta iki farklı biçimde karşımıza çıkıyor. Birincisi, bağımsız bir ders olarak okutulması. İkincisi ise tüm derslerin içerisine entegre edilerek, disiplinler arası bir yaklaşımla işlenmesi. Örneğin dil eğitiminde, sosyal bilimlerde hatta matematikte bile medya içerikleri üzerinden çalışmalar yapılıyor. Bu uygulamalar, medyanın ne kadar yaşamsal bir beceriye dönüştüğünü ve hem günlük hayatın hem de öğrenme süreçlerinin ayrılmaz bir parçası hâline geldiğini açıkça gösteriyor. Kitapta dikkat çeken bir diğer bölüm ise medya okuryazarlığının uygulama alanlarına ayrılmış. Bu başlık altında özellikle kültürel bellek aktarımı ile medya okuryazarlığı arasındaki ilişki ele alınırken, bellek çalışmalarının medya ile nasıl kesiştiğine dair ilginç bir perspektif sunuluyor. Belleğin bireysel ve kolektif düzeyde nasıl inşa edildiğini, medyanın bu inşayı nasıl etkilediğini tartışan bu bölüm, medya okuryazarlığının yalnızca teknik bir beceri değil, aynı zamanda kültürel bir süreç olduğunu hatırlatıyor. Aynı bölümde siyaset ve medya okuryazarlığı arasındaki bağ da çarpıcı bir biçimde ortaya konuyor. Siyasal iletişimde medyanın rolü, kamuoyu oluşumu, propaganda teknikleri ve seçim dönemlerindeki manipülasyon riskleri üzerinden yapılan bu analiz, okurlara medya karşısında neden eleştirel bir bilinç geliştirmek gerektiğine dair güçlü bir farkındalık kazandırıyor. Bu yaklaşım, medya okuryazarlığının hayatın her alanına temas eden, çok katmanlı bir beceri olduğunu bir kez daha gösteriyor.”

“Herkes potansiyel bir içerik üreticisine dönüştü”
Kitabın son bölümü günümüzde her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz dijital medya okuryazarlığına ayrılmış. Bu bölümde dijital çağın hızla değişen dinamikleri, sosyal medyanın etkileri, algoritmaların yönlendirdiği bilgi akışı ve çevrim içi güvenlik konuları ele alınıyor. Güneyli, dijital ortamda karşılaştığımız içerikleri okuma, doğrulama, değerlendirme ve güvenli bir şekilde kullanma becerilerinin artık klasik medya okuryazarlığının ötesine geçtiğini vurguluyor. Bu son bölüm, kitabın genel çerçevesini tamamlayan ve günümüz okurunun ihtiyacına doğrudan yanıt veren önemli bir tartışma alanı sunuyor.
“Dijital okuryazarlık, klasik medya okuryazarlığının ötesine geçen bir alan. Çünkü teknolojiye dair bilgi ve becerilere sahip olmayı da gerektiriyor. Elbette günümüzde hâlâ gazeteyi eline alıp okumayı tercih eden insanlar var; bunun değeri unutulmamalı. Ancak yapay zekâ, dijital görseller, kişiselleştirilmiş içerikler ve herkesin potansiyel bir içerik üreticisine dönüşmesi gibi olgular, medya alanını tamamen değiştirdi. Gazeteciliğe yönelik olumsuz bir algı yaratmak istemem ama artık bir yerde görülen herhangi bir şey anında fotoğraflanıp, videoya çekilip saniyeler içinde paylaşılabiliyor. Bunun hem olumlu hem de riskli tarafları var. Bir yandan mevcut baskın sisteme alternatif bir alan açıyor; daha demokratik, daha katılımcı bir ortam yaratıyor. Öte yandan yanlış bilgi, abartı ve manipülasyon da kolaylıkla yayılabiliyor. İşte bu noktada teyit mekanizması devreye giriyor. Çocuklara da bu beceriyi kazandırmak, çoklu bakış açısını öğretmek, aynı konuya ilişkin farklı kaynaklara ulaşabilme alışkanlığını yerleştirmek büyük önem taşıyor. Tüm bunların temelinde ise medya okuryazarlığı yatıyor.”
Bu kitap benim için çok anlamlı bir çalışma oldu. Sadece akademik hayat için değil, insanın gündelik yaşamına dokunan alanlarda da yazmanın, bilgimizi paylaşmanın ve insanlara temas edebilmenin önemli olduğunu düşünüyorum.”

















