1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Kurt Yalnız Kuzuları Sever
Kurt Yalnız Kuzuları Sever

Kurt Yalnız Kuzuları Sever

Cenazeden, düğünden... medet uman... Milli duyguları, dini inaçları kullanmaktan çekinmeyen... Anaların sevgisini, babaların alın terini, çocukların harçlığını, bir lokma somunu ... oya çevirmeyi siyaset sanan... Devlet olanaklarını peşkeş çekmeyi, ko

A+A-

 

 

Cenazeden, düğünden... medet uman...

Milli duyguları, dini inaçları kullanmaktan çekinmeyen...

Anaların sevgisini, babaların alın terini, çocukların harçlığını, bir lokma somunu ... oya çevirmeyi siyaset sanan...

Devlet olanaklarını peşkeş çekmeyi, koltuk yararına kullanmayı yönetim olarak anlayan...

Böylesi anlayışlardan demokrasi doğar mı?

Doğsa da “toplumsal hak ve çıkarları” korumasını nasıl bekleyebiliriz. Koruyup kolladığı, geliştirip güçlendirmek istediği tek  bir şey vardır: O da ‘kendi çıkarı’dır.

Halkın ensesine basa basa makamlara çıkanlar, şimdi etrafını saran dalkavukları halk sanıp ‘uçtuklarına’ inanıyorlar.

Hırstan gözü dönenlerin gözleri artık halkı görmüyor. Halkına yabancılaşmış, ‘karşıt güç’ haline gelmiş, varlığını sürdürmek için demokratik değerlere değil polisiye tedbirlere başvurmaktan çekinmez oldular.

Adalet duygusunu derinden sarstılar.

Daha geçenlerde gözleri görmeyen, el arabasıyla bir, iki kilo portaokal satarak geçinmeye çalışan taş çaltlasa günde yirmi lira kazanan Ali Dayı’dan yazar kasa istediler. Kumarhanelerden, gece kulüplerinden gelip geçen paranın hesabını sormayan; on milyon, üç milyon sterlinin buharlaşmasına seyirci kalanlar, iki kilo portokal satıp geçinmeye çalışandan yazar kasa istiyor.

Adalet anlayışları işte budur.

Kapitalizim budur.

Sömürü budur.

İster vahşi, ister evcil olsun...

İslami olsun ya da olmasın...

Kapitalizm hangi gömleği giyerse giysin anlayışı değişmez. Emekçinin karşısında, sömürünün yanındadır.

Bir zeytin atsa vatandaşın ağzına, alttan yağ almak için avuç açar. 

Emeği, çevreyi, toplumu, kültürü, demokrasiyi, değerleri... sömürmekten çekinmez.

Bugün Kıbrıs Türkü “İslami vahşi kapitalizmin” saldırısı ve dönüştürme çabalarıyla karşı karşıyadır. Tek tek, önce DAK, DAİ; ardından KTHY, Ercan... satıldı. Bu devam edecek. Planlı, programlı ve sistematik olarak ‘yumuşak güç’ kullanılarak dönüştürülmek istenmektedir.

Halktan umudunu kesen yönetimin koltuklarını korumak için  “vahşileştirilmiş yeşil sermaye” ile işbirliği yapmak tek seçenek olarak kalmaktadır kendilerine.  Nitekim öyle de yapıyorlar. Karşı duracak, ayağa kalkacak ne omurgası ne de cesareti vardır. Ne de alternatif çözümler üretecek bilgisi.

“Külliye” adı altında dini inançlarımız, “petrol dolum tesisi” adı altında çevremiz, “göç yasasıyla” emeğimiz sömürülmedi mi?

Çalışanlar kapı önüne konurken, açlığa, sefalete itilirken satılan kurumları alan sermaye daha da semirmedi mi?

Esnafın, memurun, işçinin, emekçinin alım gücü, geçim derdi, insanca yaşama özlemi maliyeti artırıcı unsurlar olarak görülerek geriletilmedi mi?

Daha nereye kadar gerileyeceğiz?

Sivil toplum örgütleri bu saldırı ve dönüşümler karşısında direnmede başarılı olabildiler mi?

Güçlerinin yettiğince mücadele ettiler ama pek de başarılı oldukları söylenemez.

Neden mi?

Kurt yalnız kuzuları sever.

Emekçi yığınlar yanlızlaştırıldı, ayrıştırıldı. “Ortak demokratik cephe”nin oluşturulması önlendi. Fraksiyonlar yaratılarak, sudan sebeplerle örgütlerin arası açıldı. Kimi zamanda kontra benzeri örgütler, gazeteler, kişiler tarafından planlı bir şekilde sabote edildi. Tek başına mücadeleye itildiler. Bu oyuna gelinmemelidir.

Öğretmenler, memurlar... tek başlarına yaptıkları grevler sonrasında “Grev yaptık da ne oldu?”, “Eylem yaptık da ne oldu?” gibisinden basma kalıp sözleri topluma enjekte ederek değersizleştirme çabalarına giriştiler.

Öte yandan sivil toplum örgütleriyle siyasi partilerin arası sürekli eften püften nedenlerle limoni olarak tutuldu. Biliyorlardı ki sivil toplum örgütleriyle siyasi partiler biraraya geldiklerinde, birlikte olduklarında hiç birini yiyemezler. Ancak yalnızları yiyebilirlerdi.

Bu nedenle siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri olmak üzere iki ayaklı “ortak demokratik bir cephenin” oluşturulması gerekmektedir. İki ayaklı olmalıdır. Çünkü iki ayakla yürünür. Tek ayakla topallarsınız, ağır aksak gidersiniz.

Hedef açık olmalıdır. Önce gelmiş geçmiş en kötü hükümetten halkı kurtarmalı, sonra da kendi programını yapmalıdır.

Emekçiler, adı ister vahşi kapitalizm, ister İslami sermaye, isterse neoliberalizm olsun, her ne olursa olsun; eğer birlikte mücadele verilmezse tek tek hepimizi yutacaklar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1203 defa okunmuştur