1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. KADIN OLMAK!.. (1)
KADIN OLMAK!.. (1)

KADIN OLMAK!.. (1)

Bazen yaşadığım anakent karmaşasında, yollarda geçen zamanım üzerine söyleyecek sözlerim de kalmıyor. Kalmadığını fark ediyorum. Herkes kendi sessizliğini yaşarmış arka bahçesinde. Ben sessizleştikçe şehrin gürültüsünün daha da arttığını fark ederim. Gürü

A+A-

 

 

                                                                                      

 

Bazen yaşadığım anakent karmaşasında, yollarda geçen zamanım üzerine söyleyecek sözlerim de kalmıyor. Kalmadığını fark ediyorum. Herkes kendi sessizliğini yaşarmış arka bahçesinde. Ben sessizleştikçe şehrin gürültüsünün daha da arttığını fark ederim. Gürültü kirliliğinin içinde kaybolup gidiyor çoğu zamanlar. Yaşamın rutinini kabul edip, onun dilinden konuşmaya başlıyorsunuz sanki. Ve sonra bir kadın görürüm baktığım hayat penceresinden ve alır sürükler tüm düşlerimi bir geçmişe, bir de bugüne… (Bugün diyebilmek kolay da, yaşamak yine de bir belirsizlik gibi). Fazlasıyla kişisel bir girizgâh yaptığımın farkındayım. Bu farkındalık beni yeni baştan cümle kurmaya yönelteceğinden de, söz konusu “kadın” olunca başlığa çakılıp kalan tema, kadının açtığı sözden kadınca birkaç kelamla yürümeyi kendine yol haritası edindi. Çünkü nefes aldığımız toplumda, kadın’ın yeri “yaşam” bağlamında ele alındığında, özlük haklarının uygulanması ve hak tanınması konusunda insanın içini acıtan, eksik kalmışlıklar var.

 

Aslı Erdoğan’ın Kadınlık Durumu adlı makalesinde şöyle bir öykü anlatılır: “Yıllarca Kızılderililerle yaşamış bir antropolog, kabileye sormuş: Artık dilinizi konuştuğuma inanıyorum. Sizce de yeterince öğrenmiş miyim? Yanıt şöyle: Bizim dilimizde KADIN’ı tanımlayabildiğin gün, kendini öğrenmiş say.” Verilen cevap üzerine antropolog daha uzun zaman kabileyle kalmış. Diğer yandan Kadın’ı tanımlarken büyük harflerle yazar ve iki nokta üst üste koyarak üç kelimeyle tanımlar Aslı Erdoğan: Tüketilmiş, tanrıçalaştırılmış, sahte incilerle donanmış

 

İmgelerle çevrelenmiş kadın tanımlamasına dikkatlice bakıldığında, sözcükler kendiliğinden “sessiz” bir odaya bırakır kendini. Kendim dışına çıkmam gerek! Biraz uzağa düşerken düşünceler, hemen yanı başımdaki duvarı aştığında ise bir kadının çığlıklarına dokunmalı denizin köpüklerini okşarcasına! Köpüklere dokunduğunuzda parmaklarınız arasında kaybolur. Kaybolurken de teninizde sıcak bir ıslaklık bırakır. Sürüklenirsiniz dalgalar çekilirken ve suyun ıslaklığı kururken; yok olur kadın siluetleri! Kimi hırpalanmış, tüketilmiş, kimi tecavüzle kirlenerek yaşamı buruşturulup bir kenara atılmış! Susar ay, kararır güneş ve cevapsız sorularla kalırsınız baş başa! Kadın/lar/la olan iletişimimiz tam bir sessizlik senfonisine dayanır. Görmesem de bilirim; bir odanın kuytu sessizliğinde kendi seslerinden örülü dünyalara gömüldüklerini… Çığlıklar sussa ve duvarlar konuşsa!

Yılbaşından önce genç bir kadının (22 yaşında), Hindistan’da bir otobüsteki altı erkeğin tecavüzüyle birlikte uğradığı şiddeti okudum sessizce gazete sayfalarında! Dünya kendiliğinde kocaman bir okyanus! Okyanusun dalgaları çabucak yuttu beni! Bir an düşünüp kadın olmanın zorluklarına takıldı aklım. İnsan kendi yaşadıklarını silmeyi bildikçe okyanusun dalgalarında yüzebilir. Silmek gerek bazen görüntüleri ve bu bağlamda sözlerin biriktiği uzam aralığını… Uzam: Bir nesnenin uzayda kapladığı yer. Peki, bir kadının veya daha doğru bir deyişle kadın olmanın bu dünya denilen boşlukta, kapladığı yer ne kadar?

İşte size kocaman bir hiç’lik!

 

Geriye gidelim ve yaratılış için cümleler bulmaya çalışalım. Elimde tuttuğum kitabın sayfalarında gizli aradığım cümleler… Tekvin’de Tanrı Kadın’a: “Senin acılarını ve doğurganlığını artıracağım, çocuklarını acı içinde dünyaya getireceksin, arzuların kocana yönelecek, o seni yönetecek.” diye buyuruyordu.

Ne kadar çok acı var!

Daha başlarken her şeye, aslında son’u görmüş kadın!

Gözümün önünde canlanıyor Michelangelo’nun (1475-1564) Sistina Şapeli’ndeki İnsanın Yaratılışı sahnesi.

Âdem (ilk insan) yaratılırken Tanrı’yı on bir melek tutuyor. Tanrı’yı tutan on bir melekten, dişi olduğu öne sürülen ortadaki, değişik kişi ve kahramanlara (!) benzetilmiş. ( Kahraman tanımlamasını B. Cömert Mitoloji ve İkonografi kitabında kullanıyor.) Richter’e göre Havva’dır; Tolnay’a göre Havva’nın bir ‘görünüşü’, “fikri’dir; Sadnay’a göre Bilgelik’tir; Higgins’e göre Meryem’dir; Hettner’e göre insan ruhudur; Sxahn’a göre, Dante’nin sevgilisi Beatrice’dir. Görüldüğü üzere Kadın’a biçilen rol, erkekegemen aklın kelime dağarcığında bedensel biçimin şehvet nehrine akmaktadır.  Sadnay’ın “bilge” kavramı ise Sümer kur mitlerine götürür aklın bilgi dağarcığını… ( M.Ö 3500’ ait mit öykülerinde anaerkil düşünce yapısının varlığını anımsayalım! )

 

Aynaya bakıp kendimi görmekten öteye geçmek için, aynadan yansıyanlarla acıya sinmiş yalnızlıklarında bir otobüste tek başınalığıyla çırpınan genç kadının duvarlarını kırmak geçti içimden! Sonuç, kafes içinde, nafile çırpınıştan öteye geçemiyor. Yoğun bakımdaki günlerin ardından bir melek gelip kucaklıyor genç kadını ve çekip alıyor aramızdan!

Acıları dinmiş midir? diye soruyorum kendime.

“Cennetin olmadığını hayal et!” sözleri geliyor aklıma. John Lennon’un Imagine şarkısından çekip alıyorum barış içinde yaşayan insanların olduğu bir dünyayı… Öyle bir dünya var mıdır? “Cennet’te Cehennem’de bu dünyadadır!” derdi annem biz küçükken…  

 

Her pencereme bakışımda bir kadın çizdim sokağın köşesine kadar dışarıda biten görüntülere… Hep kadın okudum gündemin sanal pencerelerinden ve kadın kavramıyla, kadın olmanın gerçeği arasına sıkışıp kalan bir boşlukta yeniden inşa ettim kelimeleri… Bir kadın yazdı, bir kadın çizdi yazıcının bu yazıya attığı başlığı ve çizen kadınla kadınların olduğu yeni bir yüzeyde yeniden buluşuldu.

 

Çok fazla dramatize etmenin anlamsızlığıyla boğuşurken, gerçekleri gördükçe ve kendimi biraz daha şanslı bir yaşamın içinde atfederek kıyısından köşesinden yaşadıkça ve yaşananları gördükçe, hele de söz sanata doğru kaymışsa cümlelerin içindeki kırmızıyla yazılan gerçekleri de görmezden gelmek doğru olmasa gerek. Belki de bu nedenledir ki:

 

Hayal ettim! Bütün insanların tüm dünyayı paylaştığını!

 

(Devam edecek…)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1374 defa okunmuştur