1. HABERLER

  2. KÜLTÜR & SANAT

  3. İstanbul’dan Annie Ernaux geçti
İstanbul’dan Annie Ernaux geçti

İstanbul’dan Annie Ernaux geçti

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 42. İstanbul Film Festivali, 2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Fransız yazar ve yönetmen Annie Ernaux’yu ağırladı.

A+A-

Murat OBENLER/İstanbul

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 42. İstanbul Film Festivali, 2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Fransız yazar ve yönetmen Annie Ernaux’yu ağırladı.

Nobel ödüllü yazar Annie Ernaux bir yandan kendi yazdığı, oğlu David Ernaux-Briot ile birlikte yönettiği Super-8 Yılları adlı belgesel filmin gösterimine katılırken bir yandan da moderatörlüğünü, yazarın Türkiye’deki kitaplarının yayıncısı Can Yayınları’ndan editör Şirin Etik üstlendiği sinema, edebiyat,Fransada kadın yazar olmak ve Fransadaki sanatın durumu konularının konuşulduğu  bir basın toplantısına katıldı.

The Marmara Hotel Taksim’de yer alan Opera Salonu’nda yer alan ve daha çok sorularla ilerleyen  basın toplantısında Annie Ernaux samimi tavırları, içten ve çarpıcı cevapları ile Türkiye medyasının da gönlünü kazandı.

“Babamın Yeri”, “Bir Kadın”, “The Possession”, “Seneler” ve “Kürtaj’ın da aralarında bulunduğu yirmiye yakın kurmaca ve anı kitabının yazarı olan ve Fransa’nın en önemli edebiyat yazarlarından birisi olarak edebiyat tarihindeki yerini alan Ernaux toplantıda eserleriyle ilgili bilgiler de verdi.

“Metafordan uzak durmaya çalışan bir edebiyat benimkisi.”

Yazar yazma biçimi hakkındaki soruya  “Gerçek duyguların, benim büyüdüğüm dünyanın gerçek duygularını yansıtmadığını düşündüm.  İlk başta ve bu nedenle edebiyatımı dönüştürdüm. İlk başta, düz olarak nitelendirildi. Oysa mesele bu değildi. Önemli olan gerçeği yansıtmaktı. Gerçeği olduğu gibi ortaya koymaktı.

Benim çalışmalarımda bunu görebiliyorsunuz. Orta sınıfla işçi sınıfı arasındaki gerginliği örneğini metafordan uzak durmaya çalışarak yazdım. Dolayısıyla metafordan uzak durmaya çalışan bir edebiyat benimkisi.” Dedi.

“Yazarken benim kıstasım duygular.”

 Edebiyatının işlevinin sorulması üzerine (Kişesel olandan toplumsal olana giden anlatımı biçimi) yazar “Bunlar birbirlerine pek zıt değiller diyerek başlamak isterim. Zaten bir karşıtlık, zıtlık olmadığını söylemekle kalmayacağım, bu benim için bir endişe kaynağı değil. Duygular,toplumsal öğeler barındıran duygulardan bahsediyorum. Benim kıstasım duygulardır. “Utanç” adlı romanımda bu utanç duygusundan söz ediyorum. Aslında sosyal- toplumsal bir duygudur bu. Bu duygular (utanç) size hep dışarıdan dayatılır. Ben kendim de dışarıdan dayatılan bir utanç duygusunu kitaplarımda aktardım. Buradan hareketle dünyayı toplumu okumaya çalıştım.” Dedi.

“İçimde bir şeylerin değişmesine dair arzu var”

Türkiye'de yaklaşan seçimlerle ilgili yazar “Benim buraya geliş sebebim Türkiye’deki siyasete hayata müdahalede bulunmak değil. Geçen yıl tıpkı diğer vatandaşlar gibi bende kendimi benzer durumda bulmuştum. İçimde bir şeylerin değişmesine dair arzu var. Siyasi zafer aracılığıyla bir değişiklik olmasını istiyordum bu sayede demokrasilerde, birbirimize daha iyi tanıyacaktık.” Dedi.

“Pandemide pusulamız şaşmıştı”

 Pandeminin hayatındaki etkileri üzerine de “Herkeste olduğu gibi bende de değişiklik yarattı. Pusulamız şaşmıştı, bütün günlük ritmimiz birden bire ortadan kalkmış oldu. Fransa’da insanlar sıkıştırılmış hissettiler ve bir yandan da çok büyük bir kolektif olayın parçası gibi hissettiler. Bir yandan bir boyun eğme insanların çoğunun yukardan bütün talimatlara uyması gibi bir durum söz konusu oldu. İnsanlar, kendi çıkarlarını ön plana almak istedi bazı kişiler aşı olmayı reddetti. Ama şöyle biraz geriye dönüp baktığımızda, pandeminin hemen sonrasında bütün toplumların uysallığı gündeme geldi. Belki de çok insani bir gerekçeyle insanlar kapandılar daha fazla insanı kurtardılar. Ama bunun yanında hakikaten bir boyun eğme, her türlü talimatı kabullenme gibi bir durumda söz konusu oldu.” dedi.

 “Birinci tekil şahıs olmadan çekemezdim”

Super-8 Yılları filmindeki üretim araçları ve kameranın kendine ait olmamasına(özne) dair soruya ise “

Bu film bireyselci bir film değil. Çok zor olurdu bir aileye ait görüntülerin yer aldığı filmi, “ben” demeden anlatmak.Birinci tekil şahıs olmadan çekemezdim. Çünkü karşınızda gördüğünüz bir kadın var. “Ben ekranda gördüğünüz kadın” diyerek bir açıklama yapıyorum. Şunun ayırdına varmak istiyorum. Bugün sözü elinde tutan, iki sene öncesine kadar bunu yapabilmiş olan bir kişi bu kişi. Böylesi bir filmi kişiselleştirmeden yapmak çok zor olur. Yazmadığım şeyleri anlatma istediği de vardı. İlk kitabımı nasıl yazdığım gibi mesela. Bu film bazı şeyleri anlatmama vesile oldu.

“Edebiyat topluma bakış sunar”

Fransadaki toplumsal uçurumlar,çözümler,isiyasetin güçsüzlüğü,umutsuzluk ve çözüme yönelik angaje bir solcu yazar olup olmadığı sorusuna da “Fransızca angaje dediğiniz siyasi bir yazar olduğumu söyleyebilirim. Edebiyatımın da siyasi olduğunu söyleyebilirim. Büyük çözümler öncelikle siyasidir, edebiyat sanat zaten topluma bir bakış sunar. Aslında siyasetten kaçınmaz. Belki de soruyu sanatın, edebiyatın acaba sosyal yapıları değiştirmeye katkı sağlayabilir mi? olarak da algılayabiliriz. Bu çok düşük tutulması gereken bir umut daha ziyade yaptığımız bir bilinç yaratmak.Daha önce üzerinde düşünmediğimiz meselelerle ilgili atıflar yapıyoruz. Mesela Simone de Beauvoir ‘un “İkinci Cinsiyet” kitabını 18 yaşında okudum ve bende içsel bir devrim yaratmıştı. Ben de sanki bir hafta öncesindeki ben ben değildim. Düşüncelerim değişmişti, bu temel bir değişim. Edebiyat böylesi bir işleve sahip. Edebi eserler de böylesi bir etkiye sahiptir. Umutlara, duygulara üzerinde durarak yaklaştığımızda bir değişiklik olur ama hemen olmaz.Çok hızlı bir değişim beklememek lazım edebiyattan. Marx’ın manifestosu dahi hemen sonuç verememiştir.” Diye cevap verdi.

Yazılarının kadınlar üzerindeki etkisinin gücüne ve Simone de Beauvoir’un yazılarıyla karşılaştırılmasına dair soruya ise yazar “Çok dürüst olacağım evet böyle bir duyguya sahip oldum ben de. On yıllardır pek çok okur mektubu aldıktan sonra, evet böylesi bir duyguya kapıldığımı söyleyebilirim. Ancak Simone de Beauvoir’la aramızda şöyle bir fark olabilir. Benim birden bire etki yaratmak gibi bir arzum olmadı, çıkış noktam bu değildi. En başta ve sıklıkla bir ihtiyaç hasıl olduğu için bu beni yazıya itti. Kendim dahi yazmaya başlarken nereye doğru ilerleyeceğimi bilemiyorum bu bir süreçtir edebiyat yazın bir süreçtir. Bu süreçte baştan her şeyiyle yönü belli olmaz zaman içinde evrilir uzun süreler içinde yazarım. Her paragrafımda şunu sorarım kendime “Acaba bu benim gözlemlerimi mi ,hissettiklerimi yansıtıyor?” Kitabın sonunda “Acaba ne buluyorum, ne değiştirir bu yazılar?” diye sorarım. Her zaman bu şekilde yazabilmeyi umut ediyorum böyle bir Nobel ödülünü öne çıkararak değil.” Diye cevap verdi.

“Erkekler gerçeği tek başına yazmıyorlar fakat bu alanda tekel kurmuşlar.Ben Nobel’i aldığımda büyük bir öfke rüzgarı esti

Kadının özgürleşmesi ile metnin özgürleşmesi arasındaki bağın olup olmadığına da “ Eğitim çok önemli.Edebiyat/sanat bağlamındaki güçlenme konusunda kadınlar hep yazmışlardır fakat ürettikleri tanınmamıştır. Mutlaka onu kendini özgü bir tarza yazma eğilimine itmiştir.  Fransa’da geçmişte çok sayıda kadın çocuklar için kitap yazmıştır bu da toplum tarafından uygun görülmüştür. Kadınlar bu şekilde tanımlanır. 20. yüzyılda ise çok güçlü bir ivme olduğunu görüyoruz. 1970’lerde kadınlar doğrudan bedenleriyle ilgili yazdılar. Ben de bu kuşaktanım, sadece gizlice yaptığım kürtajdan söz etmedim, vücutla ilgili olan tüm unsurları anlatırım kitabımda. Burada çok çarpıcı olan bir şey var, her zaman şöyle bir ayırım görüyoruz. Erkeklerin yazdığı gerçekliği yansıtır gibi görünüyor. Erkekler gerçeği tek başına yazmıyorlar fakat bu alanda tekel kurmuşlar. Gerçeğin ne olduğuna dair bir tekel kurmuşlar. Sanki gerçeğin ne olduğu onların tekelindeymiş gibi oysa bu doğru değil. Fransa’da bu şekilde görülüyor. Erkek olmak erkek yazar olmak… Yani, erkek yazar olduğunuzda bu edebiyat oluyor. Kadınlar ise kitap yazıyor özünde çok da edebiyat olarak tanımlanmıyor. Kadın kitap yazdı oluyor, edebiyatçı olarak görünmüyor. Ben Nobel edebiyat ödülümü aldığım zaman büyük bir öfke rüzgârı esti. Çünkü, Nobel edebiyatı almış bir kadın yoktu. Kadınlar halen daha edebiyatta meşru görülmüyor, bu çok kapsamlı bir konu.” Diye cevap verdi.

“Yazdıklarımın olabildiğince hayata yakın olmasını isterim”

Günlük hayatında notlar aldığını ancak notlardan çok belleğindekilerle çalıştığını da vurgulayan yazar asıl kaynağın belleği olduğunu kaydetti. Hayata dair bütün imgelern yok olacağı tesbitini yapmak istediğini ve bunun bir eleştiri olmadığını da ifade eden yazar yazdıklarının olabildiğince hayata yakın olmasını istediğini de ifade etti. Edebiyatın hayata ne kadaryaklaşırsa o kadar edebiyat olacağının da altını çizen yazar filmle ilgili de “Ailelerin kendi tarihleri olmayabilir aileler hep birlikte tarihin bir parçasını oluşturur, bu düşüncelerle metni oluşturdum. David (oğlu) de bütün bu çalışmayı kendisi tertipledi. Ben de kendisini denetlemedim sonuçta filmin yönetmeni odur .” dedi.

Bu haber toplam 1851 defa okunmuştur