
HER GÜNÜN DEĞERİNİ BİLMEK
Hayatın bir yanı ölüme dokunur hep… Bu dünyadan gidişimizin nasıl olacağını merak edip dururuz. Dünyaya vedamız hikâyenin bizden sonra nasıl yol alacağını da belirleyecektir çünkü… İntihar edenler, kendi seçtikleri (gerçi bulanık bir kafayla y
Hayatın bir yanı ölüme dokunur hep… Bu dünyadan gidişimizin nasıl olacağını merak edip dururuz. Dünyaya vedamız hikâyenin bizden sonra nasıl yol alacağını da belirleyecektir çünkü… İntihar edenler, kendi seçtikleri (gerçi bulanık bir kafayla yapılmış bir seçimdir bu) bir vedayı sunarlar. Boğaz köprüsünden bir martı gibi havalanan Metin Kaçan mesela… Şehre ve hayata son mesajını verircesine… Her ölüm bir yenilgidir ama… Sonuçta hayata karşı ölüm kazanmıştır. Ona kafa tutsan da, dirensen de içine çeker seni…
Bin bir türlü veda vardır. Hayatın en önemli meselesidir bu… Her yeni gün, ölüme karşı kazanılmış bir zaferdir. Yaşadığımız her gün bir kez daha alt etmişizdir sinsi sinsi bekleyen ölümü…
Böylesine iç karartıcı bir konuyla canınızı sıkmak istemiyorum ama yılın ilk ayının gündemini ölümler oluşturdu nedense. Üç Kürt kadının, Sekine Cansız, Leyla Söylemez ve Fidan Doğan’ın öldürülüşü, bir barış çığlığına dönüşen cenaze törenleri politik cinayetler üzerine düşündürdü beni son günlerde…
Böylesi cinayetlerle geçti hayatımız… Politik cinayetlere kurban gidenler, düşüncelerinden dolayı öldürülenler fotoğraflardaki görüntülerle ikonlaşıp içimizdeki isyanın imgesi oldular…
Bu yazıyı İstanbul’dan Cuma günü yazıyorum ve ilk kez burada bulunuşum bir Hrant Dink anmasına denk gelecek. Hala ilk günkü kadar acıtıyor bu ölüm içimi… Daha önce de yazmıştım Hrant’ın “annesinin ölümüyle” öldüğünü öğrendiğimde ne büyük bir şok yaşadığımı… Bir belgeselde anlatıyor bunu… Annesinin camdan kendini attığını ve eve geldiği zaman onu bir kalabalığın arasında kaldırımda üzerine gazeteler örtülmüş halde gördüğünü… Kendi ölümünü anlatıyor sanki…
Bizi terk edip giden pek çok sevdiğim aklıma düşer bazen… Yaşanan her günün ne denli değerli olduğunu düşünürüm böyle zamanlarda. Ölümün olduğu bir dünyada birbirimize reva gördüğümüz eziyetleri… Başkalarının ölümünü hedefleyen ideolojileri…
Ölümün varlığı hayatın ne denli değerli olduğuna dair bir mesajdır aslında… Ölümü örgütleyen militarizme ve savaşa karşı barışın ne kadar paha biçilmez olduğunun mesajı… Hayatımıza sürekli yas taşıyanlara inat onun tadını daha çok çıkarmalıyız belki de… Birbirimize daha çok sarılıp kedere karşı neşeyi öne çıkarmalıyız… Yasını tuttuklarımızın hayattaki güzel anıları da kararıyor bu şiddet içeren sonlarla… Hrant mesela, ne kadar yaşama sevinci dolu, ölüme hiç ama hiç yakışmayan bir insandı… Bir kez tanışmıştım ben… Çok fazla anım yok… Ama onu anlatanlar hep keyifli ve kahkahalarla dolu zamanlardan söz ediyorlar… Fotoğraflarında da görmek mümkün bunu… Şimdi ise adı anıldığı anda bir yumru yerleşiyor insanın boğazına… Bir yandan da güzel bir duygu var ama… Kahramanca yaşanan bir hayatın sonlansa bile başkalarında nasıl devam edebileceğinin sevinçli saptaması…
Hatırladıkça içimizi burkan sayısız ölüm var. Gürül gürül akan bir de hayat var ama… Elimizden kayıp giden çok farklı da yaşanması pekâlâ mümkün olabilecek günler var.
İnsanın elinde değildir; kötüdür bazı dönemler… Başkalarının acımasızca karartabileceği hayatlarımız vardır. Direnebiliriz yine de… Her yıkımdan sonra daha da güçlenerek ayağa kalkabiliriz hatta… Ayakta kalabilme sanatıdır öğrendiğimiz. Başımıza ne gelirse gelsin penceremize doğan yeni bir günden daha değerlisi yoktur. Ölüme yenilmemiş olmak her gün kazanılan yeni bir zaferdir.
Geleceğimiz için sayısız senaryo vardır. Nefes alıyorsak her türlü farklı hikâyeye, elimizde olan ve hayatın da her an getirebileceği bazı küçük mucizelere hazırız demektir.
Son günlerde hayatın hep kötü haberler getirmesini, çevredeki bezginlik, çaresizlik ve mutsuzluk hallerini tam tersinden okumak istiyorum. Hayat çok güzel ve değerli… Ölüme teslim edilmeyecek kadar değerli… Yaşanan her gün bir zafer şenliğidir.
Bir gün gidilecektir kuşkusuz. Bu gidişin ardından da bir yankı kalacaktır hayatta… Başkalarının belleğinde bazen yanlış, bazen doğru bir hikâye kalacaktır.
Fikret Demirağ’ın Işık Kitabevi yayınları arasından çıkan yeni kitabı Yıldızı Kayıp Düşen’den bir şiirle sonlandırmak uygun düşecek bu yazıyı… Her günün değerini bilelim diyorum… Hepsi bu!
ÖLÜM KAPIYA GELDİĞİ ZAMAN
1
Ölüm bir gün ayracına alınca seni
masada sigaran, kibritin kalır
Beyninde yüreğinde yüzen dizeler
dosyalarda tozlanan şiirlerin kalır
Belki çocuklar dışarıda oynuyor olur
hava belki yaz kokar belki de yağmur
Uzaklarda çocukluğunun portakal ağaçları
bir rüzgarda usul usul savrulur
Şiirin ve umudun tufanı varsa dünyada
bir insanın ölümü bunun yanında nedir
Yok, ortalığa sisi inmişse umutsuzluğun
bu da aslında ölümün öbür adıdır
Ölüm bir gün ayracına alınca seni
sesinden dünyaya küçük bir bulut kalır

















