1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Geçmiş ne zaman geçer/geçmiş olur?
Geçmiş ne zaman geçer/geçmiş olur?

Geçmiş ne zaman geçer/geçmiş olur?

Pembe Behçetoğulları: ‘İnsanı şöyle ikiye bölün’; kesici bir aletle değil, varsayımsal olarak tabii! Bir tarafı işte o gördüğümüz kişi olsun; ortalıkta dolanan, iş güç yapan, yazı yazan, resim çizen, iyi bir anne, kötü bir baba, buyurgan bir p

A+A-

 

 

 

Pembe Behçetoğulları

[email protected]

 

 

 

 

   Hatırladıklarımızla değil, asıl hatırlamadıklarımızla başa çıkmakta zorlanırız.

(Murathan Mungan, Şairin Romanı)

 

Anlatmak hemen her zaman bir armağandır, anlatılan hikaye zehir saçsa bile.

(Javier Marias, Yarınki Yüzün, Dans ve Rüya)

 

‘İnsanı şöyle ikiye bölün’; kesici bir aletle değil, varsayımsal olarak tabii! Bir tarafı işte o gördüğümüz kişi olsun; ortalıkta dolanan, iş güç yapan, yazı yazan, resim çizen, iyi bir anne, kötü bir baba, buyurgan bir patron, rekabetçi ya da sevimli bir arkadaş, vs. –bu tür nitelikler gösteren bir kişi. Öteki yanı, karanlıkta olan, bir gölge gibi aydınlıkta olanı takip eden, o davranışlara ivme veren, insanın potansiyelini açığa çıkarabildiği gibi derinlere göme-de-bilen, onu kendiyle yüzleştirebildiği gibi yüzleşmesini yıllar yıllar boyu erteleyebilen ve hatta sonuna kadar engelleyebilen, bilinçaltı denilen o ‘alacakaranlık yer’. Yer diyorum ama onun yeri yurdu belli değil, belli bir hali de yok –sandığa gizlenmiş belli bir varlığı olan bir geçmiş değil o. Hiçbir zaman çıkmayabilir sandıktan! Klasik anlatılardaki gibi, bir çizgiselliği yok, soru-n–un –her neyse o- çözümlenebileceğine dair bir garanti de yok.

Irvin Yalom’u Nietzsche Ağladığında (Çev., Aysun Babacan) (Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2001) kitabıyla tanıdım. Psikoterapiyi romanın -ya da edebiyatın diyelim- malzemesi yapabilmiş önemli bir terapist-yazar Yalom. Ardından başka kitaplarını da okudum. Bana bu yazıyı yazdıran kitabı ise minicik, 51 sayfalık Ölüm Korkusunu Yenmek (Çev., Zeliha Babayiğit) (Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2009) isimli kitabı. Ölüm Korkusunu Yenmek, tahmin edilebileceği üzere bir psikoterapi öyküsü! Öykü, Yalom’un, tıp fakültesinden arkadaşı Bob’la ‘geç bir karşılaşması’ üzerine kurulu. Bu iki doktorun 75 yaş buluşması bir tür psikoterapi seansına dönüşür: Yalom, arkadaşının akıl sır erdiremediği işkolikliğinin, bitmez hareketliliiğinin, kısası es’siz akan yaşantısının arkasına bakar; tabii arkadaşı ilk kez izin verdiği için.

Kalbinde 3 stent olan, 75 yaşındaki Bob, Yalom’un tariflediği şekliyle, “haftanın en az yetmiş ila seksen saatini ameliyathanede ya da ameliyat sonrası bakımda geçiriyordu. Günde iki ya da üç açık kalp ameliyatıyla oldukça iyi para kazanmasına rağmen para onun için önemli değildi: tutumlu bir yaşam sürüyor, kazandıklarının çoğunu İsrail’e veya Yahudi Soykırımıyla ilgili derneklere bağışlıyordu… (…) Her zaman yeni fikirler üreten bir zihni vardı ve umutsuz hastaların hayatlarını kurtaran yeni cerrahi işlemleri geliştirmesiyle tanınıyordu (…) Çeşitli tedaviler veya yeni cerrahi aletler ve işlemler konusunda düzinelerce bilim adamına yetecek kadar fikir üretiyordu. Kısa bir süre önce ileri derecede anfizem için cerrahi olmayan daha güvenli tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesine yardımcı oldu. Sistemi geliştirmek için kurulan şerketin kurucularından oldu. Şimdi seyahatlere çıkıp hekimlere bu çalışma hakkında konferanslar veriyor.” (s.16-17)

Yaşlılık buluşmalarında ilk kez Bob, yaşantısının sırrını Yalom’a açmaya karar veriyor. Bu karara onu götüren olaylar silsilesini ve bu olayların çağırdığı ‘geçmişi’ anlattığı bir seansa dönüşüyor sohbetleri: Bob’un anlattığı olaylar silsilesi havaalanında başlıyor. Bob, bir iş gezisinin ardından havaalanına geliyor. Havaalanında yanına bir adam yaklaşıyor, kendini görevli olarak tanıtıyor, birkaç sorudan sonra kendisiyle gelmesini söylüyor, bagajını alıyor, pasaportunu soruyor. Olayda bir tuhaflık olduğunu hissediyor; pasaportu olmadan bir sürgün olacağını, evine dönemeyeceğini düşünüyor. O anda cep telefonunu çıkarıyor ve ‘bir düğmeye basıp’ polis çağıracağını söylüyor: Sonra gittikçe yükselen bir sesle ‘polis çağırıyorum’ diyor. Bu ses onu kurtarıyor, onu kaçırmak üzere olan adam kaçıyor, Bob çantasına asılıp onu geri alıyor ve sağ salim uçağına biniyor (s.21-23). Ancak uçakta, aktarma sırasında tam uyumak üzereyken geçmişe, 15 yaşına geri gidiyor ve neredeyse altmış yıl boyunca düşünmediği şey zorla belleğine geri dönüyor; geçmişte yaşanan olayın her ayrıntısını yeniden yaşadıktan, hatırladıktan sonra rahatlıyor: “kendimi rahatlamış ve neredeyse anksiyeteden kurtulmuş hissettim.” (s.24)

Üniversite yıllarında Yalom’un Bob’a dair bildiği ‘onun Yahudi Soykırımından kurtulan bir savaş mültecisi olduğu ve onyedi yaşında yerinden yurdundan edilmiş birisi olarak tek başına Boston’a geldiği’ (s.8-9) idi. İşte o uçakta, tam içi geçmek üzereyken belleğine üşüşen anılar, yarım yüzyıl boyunca unutmaya çalıştığı geçmişine dairdi. Bob Yahudi Soykırımından, Nazilerin elinden kurtuluşunun hikayesini anlatırken Yalom duyduklarına inanamıyordu. Hikaye, küçük Bob’un bir Nazi muhafızın elinden kurtuluşunun hikayesidir elbette ve bu hikayedeki geçmişi bugüne bağlayan ve perdenin aralanmasını sağlayan bağlantı, küçük Bob’un, tıpkı yaşlı Bob gibi, kendini kurtarmak için ‘polis çağırıyorum’ diye seslenmesiydi.

Bob, bir caddede, Yahudi bir çifti önüne katmış bir Nazi’nin eline düşüyor. Nazi muhafızı ona Yahudi olup olmadığını soruyor, o ‘Hayır’ diyor. Diğer sorularına ürettiği yanıtlarına da inanmayan Nazi, ona ‘Yahudiye benziyorsun’ deyip, ‘diğer iki Yahudiyle’ birlikte yürümesini söylüyor. (s.33) Hikayenin detayları var, ancak ben burada detayları atlayarak, geçmişle bugünü bağlayan ve geçmişin ‘hatırlanmasını’ tetikleyen cümlenin geçtiği kısmı aktaracağım sadece: “10-15 dakika yürüdükten sonra bir Macar polisin köşeyi dönüp bize doğru yürüdüğünü gördüm, (…) O kadar çaresizdim ki, onu görür görmez kendi kendime işte kaçmak için son şansım diye düşünmüş olmalıydım: ‘Polis çağıracağım’ Ardından memur bey diyerek polise sesleniyor, ailesine yemek götürmek zorunda olan ve işe gecikmiş olan zavallı bir çocuk taklidi yapıyor ve polisin onu Nazinin elinden almasını sağlıyor (s.37):“Dönüp sonları gelen Yahudi çifte son bir kez baktım.” (s.39)

Yalom, Bob’a, 15 yaşında yaşadığı bu travmayı nasıl atlatabildiğini, daha sonra yaşadıklarını nasıl başarabildiğini sorup duruyor (s.36) ve ardından da ekliyor: “Ölümle nasıl böyle yüzleştiğini bilmiyorum… yani ben ölüm düşüncesiyle ancak şimdi başa çıkabiliyorum; yetmişaltı yaşındayım, iyi bir hayat yaşadım, verdiğim sözleri tuttum. Hazırım. Ama o zamanlar, onbeş yaşındayken… birkaç kez ölümü düşündüğümü hatırlıyorum… tam bir felaket –ayaklarımın altında bir kapağın açılması gibiydi… katlanılmayacak kadar kötü bir duyguydu.” (s.36) Bob ise ona şöyle yanıt veriyor: “Alışıyorsun. Bu olay sadece ölüme çok yaklaştığım bir olaydı. Pek çok olaydan biri. Ölüm olasılığına bile alışıyorsun. Ve şunu da unutma, hayatta kalmayla o kadar ilgiliydim ki, ölümü düşünemiyordum bile. Yalnızca hayatta kalmayla ilgileniyordum. O zamanlar –hatta sonraki yirmi yıl boyunca– kendime hissetmek için izin versem dayanılmaz olurdu.” (s.37) Bob hikayesini anlattıktan sonra “İşte hikayem bu (…) Ne düşünüyorsun? Buna bastırma diyorsunuz, değil mi? Yarım yüzyıllık unutmaya?” (s.40)

Yalom’un deyişiyle “hayatında ne huzuru ne de güvenliği bulamadığı için sersemletici bir hızla çalışan…” (s. 16) Bob’un, geçmişine bir çizgi çekebilmesi ancak böylesi bir ‘insanüstü’ çalışmayla mümkün olabiliyordu. 60 yıl sonra, bir havaalanında yaşanan bir olay ve o olayın can alıcı cümlesindeki tekrar –işte geçmişle bugünü ayıran o keskin çizginin bulanıklaşmaya başlamasına sebep olan şey buydu. Ancak Bob’un yarım yüzyıllık bir huzursuzluğa sevk eden ve yüzleşemediği bir başka şey daha vardı; yaşadığı, tanık olduğu akıl almaz olayların ağırlığına eklenen bir başka ‘yük’! İşte o yük, geçmişin perdesi aralanmaya başladıktan sonra rüyasına giriyor. Ünlü, başarılı kalp cerrahı Bob, kendini bir ameliyathanede görüyor. Üzerinde toplama kamplarında giyilen çizgili pijamalar var. Ameliyathane boş; işini yapmasını sağlayan hiçbir şey yok. Ancak ameliyathanede çaresiz, onun yardımına muhtaç bir hasta var; o hasta, 60 yıl öncesinde, Bob ‘polis çağırıyorum’ deyip kurtulduktan sonra son kez kafasını çevirip gördüğü adamdan başkası değil. Bob bütün o çaresizlik içinde elinden gelenin fazlasını yapıyor ancak adamı kurtaramıyor. Ardından birdenbire ameliyathane insanla doluyor ve herkesin bakışları suçlar gibi Bob’a dönüyor… (s.46-49)

Korkunç bir öykü! Ancak yüzleşilmek zorunda kalınan, kaldığımız tüm öyküler, böyle, korkunç! Bob’un ömrü boyunca hatırlamadığı, tek bir an dahi düşünmediği bu ‘travmatik deneyim’, akıl almaz bir süratle, neredeyse hissetmeden yaşamasına, ordan oraya koşuşturmasına, başarıdan başarıya koşmasına sebep olan şey! Nasıl oluyor da, her anı böylesine etkileyen bir geçmiş unutulmuş olabiliyor? Ve nasıl oluyor da, böylesine derinlere gömülen bir geçmiş, bir cümlenin tekrarında suyun görünen kısmında yüzmeye başlayabiliyor yeniden?

Travmatik deneyimin ağırlığı ne kadar fazlaysa bastırmanın gücü de o kadar fazla olacaktır ve bellek hatırlamaya elinden geldiğince direnecektir. Bu direnişin mekanizması, Bob’un örneğinde olduğu gibi bir yaşam da kurabilir, başka türlü de olabilir. Ama insanın hissedebilmesi, içindeki huzuru yakalayabilmesi için, o bastırmanın yarattığı büyük basıncın serbest bırakılmasının gerektiği, bunun ise yüzleşme olmaksızın mümkün olmayacağı aşikar. Bob’u özgürleştiren şey, geçmişi ve o acıyı yaratan olayları yeniden yaşarcasına hatırlaması ve yarım yüzyıllık suçluluğundan onu kurtaran rüyasıdır sanırım; diğer adamla kadını (ve belki milyonlarca başkasını) kurtarmak için elinden hiç birşey gelmeyen küçük Bob’a masumiyetini iade ettiği zaman geçmiş değişmeyecek ve o korkunç ‘gerçek’ orada durmaya devam edecektir belki, ancak bugün ve yarın, geçmiş işgal ettiği yerden çıkarılıp ait olduğu yere, yeniden geçmişe geri gönderildiği zaman mümkün olabilecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1353 defa okunmuştur