1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 'Bu da mı gol değil?'
Bu da mı gol değil?

'Bu da mı gol değil?'

Bugün, memleketin ağırlıklı gündemi olan Fenerbahçe-Galatasaray maçı ve bunun sonucu olan Galatasaray’ın şampiyonluğunun akabindeki ilk mesai günü. Yani, derbi maçları akabinde, kazanan tarafın “dalga geçme kampanyası” devam edecek. Hatt

A+A-

 

 

Bugün, memleketin ağırlıklı gündemi olan Fenerbahçe-Galatasaray maçı ve bunun sonucu olan Galatasaray’ın şampiyonluğunun akabindeki ilk mesai günü. Yani, derbi maçları akabinde, kazanan tarafın “dalga geçme kampanyası” devam edecek. Hatta iş yerindeki çalışanlar arasında FB-GS rekabeti varsa, kuvvetle muhtemel birçok Galatasaraylı, bu pazartesi işe çok isteyerek gidecek. Fenerbahçeliler bu kavganın, gürültünün dinmesini beklerken, bir taraftan da Çarşamba günü oynanacak Türkiye Kupası final maçını bekleyecek. Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti, futbola renk katan bir olay. Tarafların meşhur argümanları arasında yer alan “Bizim UEFA Kupamız var” veya “Biz sizi 6-0 yendik” gibi söylemler, bir yerden sonra tükense de, rekabet kendini yeniden üretiyor. Örneğin; artık Galatasaray tarafının “Ama biz Kadıköy’de kupa kaldırdık!” argümanı da var. Tarafların, takımlarına olan sevgisi, saygısı ve tutkusu sınırsız. O kadar sınırsız ki, bazen futbolun insanlara yaptırdıklarını başka ne yaptırabilir diye düşünüyorum. Hakikaten alternatif bulmakta zorlanıyorum.

 

Elli yaş üstü bir adam hangi gelişmenin neticesi olarak, sandalyenin üstüne zıplayıp üç harfli bir çığlık atabilir? “GOOOOOOOOOL!”. Reel hayattaki hiçbir başarı, modern bireye bu denli tepkiler verdiremez. En uç noktayı düşündüğümüz zaman bile, bunu, adama yüklü miktarda piyango çıkması olarak varsayalım, adam 1 trilyonu var diye sevinir muhakkak, ancak mahallede tura çıkmaz. Camdan beline kadar dışarı sarkıp “Zengin olduuuuuuummmm!” diye bağırmaz. Kuvvetle muhtemel, piyangonun kendisine çıktığını kanıksadıktan sonra, 1 saat içerisinde bu parayı nasıl kullanması gerektiğiyle ilgili yavaş yavaş strese girecektir. Oysa futbol öyle mi? Topluluklar kontrülsüz ve son derece uçlarda hareketler yapıyor. Bunu kınıyor muyum? Aksine, belli oranda kıymetli buluyorum çünkü az çok Alice Harikalar Diyarı’nda yaşamadığımız için, reel hayatın sınırlarını biliyorum. Yetişkin bir birey, kapitalist düzen içerisinde, hayatının büyük bir bölümünü sömürülerek ve ezilerek geçirirken, tüm hayatı boyunca kaç kez sevinçten havaya zıplayabilir?

 

Bu duygu patlamasının siyasi ve sosyolojik boyutu da önemli tabi. Malum İspanya’yı kana bulayan diktatör Franco’nun halkı uyutmanın yöntemi olarak gösterdiği “üç F” harfinin, Futbol, Fahişeler ve Fiesta (eğlence) olduğunu biliyoruz. Sosyologlar, futbola olan ilginin o ülkede veya bölgedeki bireysel başarı oranı ile de ilgili olduğunu söylüyorlar. Birey kendini bir futbol takımıyla özdeşleştiriyor ve hasret olduğu başarıya o takım aracılığıyla ulaşıyor. Eğer futbol takımı başarısız olursa, hayattaki başarıdan da yeterince memnun değilse, bu durumda çifte mağduriyetten söz ediyoruz. İşin sosyolojik ve siyasi boyutu bir tarafa, takımınızın attığı gole doya doya sevinmek gibisi var mı? Bence yok. Bu yüzden şeftali kebabı ve kızarmış patates gibi futbol da zararlı olduğu için çok güzel!

 

Tam da bu mantıktan hareketle, uzun süredir Fenerbahçe’ye ek olarak Avrupa’da bir takımı daha desteklemek için gayret sarf ediyordum. Barcelona, Real Madrid, Chelsea, Manchester United, Arsenal gibi takımlara alıcı gözüyle bakmış olsam da, bir türlü bu takımlarla olan münasebetim bir futbol severin sempatisinden öteye gidemedi. Dün öğleden sonra TV’yi açtım bir maç oynanıyor, Manchester City-Queens Park Rangers şampiyonluk maçı. Maç, City’nin sahasında ve ev sahibi takım iki gol atmazsa, şampiyonluğu kaybedecek. TV kameraları sürekli tribünleri gösteriyor, City taraftarları ağlamaklı halde, kaygıyla sahaya bakıyor. Son maçında üç-dört kez şampiyonluk kaybeden bir takımın taraftarı olarak bu kaygı bana çok tanıdık. Biz Fenerbahçeliler üzüldük, bari bu insanlar üzülmesin diyorum, başlıyorum City lehine maçı izlemeye. Fenerbahçe-Denizli, Fenerbahçe-Trabzon ve son olarak Fenerbahçe-Galatasaray maçlarından bildiğimiz, dakikaların gol olmadan tükenmesi duygusu, City takımını da etkisi altına almış durumda. Kadrosunda bir çok dünya yıldızı barındıran City’nin bile bu durumlara düşmesi, Fenerbahçe açısından olumlu bir durum. Demek ki, kadronda dünya yıldızları da barındırsan, bazen olmayınca olmuyor! Tabi City’nin durumu Fenerbahçe kadar vahim değil, en azından oyun kurmasını bekledikleri adam Selçuk Şahin değil. Maçta dakika geliyor doksana, City’ye hala iki gol lazım. City’ye olan sempatim aslında sadece bu maçla sınırlı değil. Ezeli rakipleri Manchester United’a, bir maçta altı gol attıklarını biliyoruz. Malum altı sayısını duyunca, her Fenerbahçeli gibi tüylerimiz diken diken oluyor. Buna ek olarak takımın renklerinde mavi var ve taraftarın tanıdık gergin bekleyişi. City’ye daha da bir sarılıyorum. Maçta son beş dakika. Takımın karizmatik İtalyan teknik direktörü Mancini, sahanın kenarında saçını başını yoluyor, ataklar sonuç vermiyor. Spiker açık açık söylüyor: “Bu maça mucize gerekiyor!”. Fenerbahçe ile yaşadığımız marazdan sonra ister istemez çiçeği burnunda takımım için de aynı şeyi düşünüyorum: “Bu da mı gol değil hakim bey?!”. Derken: “GOOOOOOOOOOOOOOLLLL” ve bir “GOOOOOOOOOOL” daha... 44 yıl sonra Manchester City şampiyon! Fenerbahçe’den beklediğimiz goller, Manchester City’den geliyor! İstenen, özlenen, beklenen mutlu son bu! Darısı birinci takımımın başına!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1563 defa okunmuştur