1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. BOZUK YAPININ DÜZELMESİ İÇİN PROGRAM
BOZUK YAPININ DÜZELMESİ İÇİN PROGRAM

BOZUK YAPININ DÜZELMESİ İÇİN PROGRAM

EKONOMİ SOHBETLERİ

A+A-

 

         Bu hafta CEE Ltd. Direktörü İsmail Sayı ile birlikteyiz... Rekabet edememenin ülkenin sorunu olduğuna vurgu yapan Sayı, “bir tek ayakta kalan sektör var; o da milli dava sektörü” diyor. Milli dava sektörünün çözümsüzlüğün bir ürünü olduğuna dikkat çeken İsmail Sayı, milli dava sektörü orda durduğu sürece ekonomik konulara el atmanın mümkün olmayacağını kaydediyor.

BOZUK YAPININ DÜZELMESİ İÇİN PROGRAM

 

Dilek ÖNCÜL

 

·        Yenidüzen: Öncelikle firmanız hakkında kısa bir bilgi alalım...

·        İsmail Sayı: Şirketimiz daha çok inşaat sektörüne hitap eder. Su-ısı izolasyonları, ses akustik izolasyonları ile bazı kaba ve ince inşaat malzemeleri üzerine üretimimiz, ithalatımız, satışımız var. CEE Ltd. , 1984’te kuruldu. Bir tane fabrikamız Haspolat’ta, bir de kendi arazimiz üzerine yaptığımız yerimiz var. Aslında tek yere toparlamak istedik ama şartlar çok olumsuzlaştığı için fabrikayı tamamlayamadık maalesef.

“REKABET EDEMİYORUZ”

 

·        YD: Sektörünüzde sıkıntılar neler?

·        Sayı: Birinci birinci rekabet edememe konusu. Rekabet edememe konusu bizim şirketsel sorunumuz değil. Bu sorun, ülkenin sorunu. En büyük handikapımız devletten kaynaklanan maliyetlerin yüksekliği. Elektrik çok pahalı. Benim Güney’deki ya da Mersin’deki rakibim bizim satın aldığımız elektrik fiyatının 3’te 1’ine elektrik satın alıyor. İkincisi devletin emek piyasasında yaratmış olduğu haksız durum. Kamuda yaratmış olduğu yüksek ücretler ve haksız arzdaki manipulasyon nedeniyle bizde yani özel sektörde ücretler son derece yüksek. Ücretler yüksek olduğu için yine Türkiye’ye göre çok büyük bir dezavantajımız var üretimde. Güney’de faiz oranları daha düşük. Yatırımın bankadaki faiz karşılığı, maliyet karşılığı daha düşük. Halbuki bizde bunlar çok yüksek. Bu koşullarda üretim yapılamadığından bizim ülke olarak üretim yaparak rekabet edebilir durumda olmamız çok zor. Yabancı işçi çalıştırıyorsunuz; yerli uygun ücretli ya da nitelikli işçi bulamadığınız için, bu sefer katma değeriniz düşüyor. Üretim yaptığınızı zannediyorsunuz, katma değer ürettiğinizi zannediyorsunuz ama üretmiyorsunuz aslında çünkü verdiğiniz paranın çok azı burada tüketiliyor, geri kalan olduğu gibi yurt dışına çıkıyor. Aynen mal ithal eder gibi emek ithal etmiş oluyoruz ve bu da makro ekonomik açıdan ciddi bir handikap. Bunlar yanlış politikalardan oluyor. Kişi başına düşen yatırımlar yükselmeden yüksek ücretler uygulandı. Bu yüksek ücretler nedeniyle yerel emekle üretim yapma imkanı ortadan kalktı. Hani yüksek ücret ödüyoruz da özel sektör olarak bir eli yağda bir eli balda mı oluyor emekçinin; o da olmuyor. Alım gücü düşük çünkü piyasada fiyatlar yüksek. Neden? Devletin hantal yapısı, devletin yüksek fiyatlar oluşturmasından dolayı. Ve bu bütün ekonominin rekabet edemez olmasına neden oluyor, sürekli dışardan yardım alma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Sarkastik bir şey söyleyim; bir tek ayakta kalan sektör var; o da milli dava sektörü. Biz milli dava sektörü ile sübvansiye ediyoruz herşeyi.

“MİLLİ DAVA SEKTÖRÜ”

 

·        YD: Milli dava sektörü ne?

·        Sayı: Bunun adı Türkiye’den yardım alma. “Aman ha Türkiye milli dava gitti gidiyor, aman Türkiye yardım et” diyoruz ve Türkiye’den bu parayı alıyoruz. Ordan aldığımız parayla başta kamu sektörü olmak üzere sektörleri sübvansiye ediyoruz. Almanya’da tarım sektöründe çok ciddi sübvansiyon vardır ama bu sübvansiyonlar nerden veriliyor; çok yüksek katma değer üreten sanayi ve hizmetler sektöründeki artı değerlerden. Bizde böyle bir artı değer var mı? Kimden alıp kime vereceksiniz? Bir tek kalıyor milli dava sektörü. Türkiye’den alacaksınız, dağıtacaksınız. Ondan sonra da küfrediyoruz;bize müdahale ediyorsun, bize karışıyorsun diye. Türkiye’de hangi politik değişim olursa aynı politik değişimi Kıbrıs’ta da isteyecektir. Bundan doğal bir şey olamaz. Sen çünkü varlığını milli dava sektörüne bağlamışsın. Kendi ayakların üzerinde durmak üzere bağlamamışsın.

“DEVLET, BİZDEN HARÇ-VERGİ ALARAK AÇIĞINI KAPAMAYA ÇALIŞIYOR”

 

·        YD: Ülkemizdeki ekonomik durum sizi ne oranda etkiliyor?

·        Sayı: Satışlarımızda hacim olarak normali yaşıyoruz aslında. Ancak 2005-6lı döneminde biz kurumlar olarak maliyetlerimizi çok yükseltmek zorunda kaldık. Şirketlerimizin devletten çok bir farkı yok. Devletin o günkü dönemde gelirleri çok artmıştı. Artan gelirleri ile ücretleri yükseltti. Ondan sonra gelirleri azaldı, Türkiye’den yardım alarak dengelemeye çalıştı. Biz aynı piyasadan emek alıyoruz. Aynı ücretleri vermesek bile kamudaki artışlara referansla biz de artışlar yaptık. Bizim yapmış olduğumuz artışların karşılığı cirodan artık elde edilemez hale geldi. Ne yapmaya başladık? Küçülmeye başladık. Çünkü kapasite kullanımları da azaldı. Küçülme bile yetmedi pek çok şirketimize. Bu şirketler batmış durumdadır. Pek çok şirketimizin de çok büyük borcu vardır. Bu hep 2005-7lerdeki yanlış yapılanmanın, devletin başlatmış olduğu yanlış yapılanmanın sonucudur. Özel sektör kısmen ücretleri düşürdü ama devlet düşüremedi ve onun karşılığındaki parayı bizden istiyor devlet. Özel sektörün üzerinde, ödediğimiz doğrudan vergilerden çok daha fazla harçlar, her köşede ödediğimiz vergiler vardır. 50-60 çeşit kamuya ödediğimiz harç ve vergi var. Bunların listesini Ticaret Odası’ndan alabilirsiniz.




 

“Toplumun tamamı faiz mağduru”

 

·        YD: Mazbata nedeniyle hapiste olanlara af getirildi. Ancak soruna köklü bir çözüm bulunmazsa benzer şeyler yeniden yaşanacak...

·        Sayı: Faiz oranları Kıbrıs’ta yüksek. Yerel bankaların risklerinden dolayı mevduatlar daha çok Türkiye bankalarına yatıyor. Daha düşük faize Türkiye bankalarına paralar yatırılıyor. Yerel bankalar mevduat çekebilmek için Türkiye bankalarının daha üzerinde faiz vermek zorundadır. Türkiye bankalarının daha üzerinden faiz verdikleri için bu sefer de satarken parayı daha pahalıya satmak zorundalar. Bu da topluma yüksek maliyetli faiz olarak yansıyor. Bir de ölçek meselesi... Türkiye bankalarının ölçeği daha büyük olduğu için bir takım kurumsal maliyetleri daha düşük, yerel bankaların daha yüksek. Bu durumda da rekabet etme şansları azaldığı için daha yüksek  faiz oranları ile çalışıyorlar. Bir de kontrolsüzlük var. “Alan var satan var, niye daha yüksek fiyata satmayım ki elimdeki parayı” diyor. Bir kere faiz oranları nasıl düzeltilir, nasıl düşürülür düşünülmesi lazım. Bütün toplumun tamamı faiz mağdurudur aslında. Ama mazbata mağdurları kelimesi çok ayıp bir tabir. Hapislik mazbatası öyle kolay değil; benim sana borcum var, sen beni mahkemeye verdin, ertesi gün mazbata çıkıp da beni hapse atmıyorlar. Senin 10 bin TL alacağın var. Ben diyorum hakim bey ben bunu ödeyemem ayda 100 TL-100 TL ödeyim. Ben 100-100 olarak da borcumu ödemediğim zaman mazbata geliyor. Af, hukuğun yok edilmesi demektir. Kaldıralım mahkemeleri, kapatalım. Niye mahkemelere para harcıyoruz bu kadar. Herkes kendi hukuğunu kendisi kursun o zaman. Hukuk diye bir şey kalmasın ortada. Herkes borçluların mağduriyetini düşünüyor, peki alacaklının mağduriyeti ne olacak? Alacaklının mağduriyetini düşünen yok, onu savunan yok. Çekten men edilenlerin isimleri yayınlanmasın. Onların isimleri yayınlanmıyor, ne oluyor? Yeni mağdurlar ortaya çıkıyor. Ben bilemiyorum kimin çeki karşılıksız. Bir arkadaşım diyor ki 500 tane hırsız bir araya gelsin dernek kursun Hırsız Hakları diye; bizim populist politikacılar Hırsız Hakları Derneği’nin taleplerini yerine getirecektir çünkü oy potansiyeli var. Böyle politika yapılmaz, bu kadar popülist olunmaz. Tabii ki faiz mağdurlarına çare üretilmeli ama ben biliyorum bu borçlular arasında altında mercedes, oturduğu villa olup da borcunu ödemeyenler de var.


 

“Para, ambargodan kaynaklanan farkı ortadan kaldırmak için istenmeli”

 

·        YD: Kendi ayaklarımız üzerinde durmanın çözümü ne?

·        Sayı: Türkiye’den para talep edeceğin tek şey bize uygulanmakta olan ambargonun farkını ortadan kaldırmaktı. Bize gemi gelmiyor, bize uçak gelmiyor, ekstra bir maliyet var; ulaşımla ilgili sübvansiye istemeliydik. Bunun dışında hiçbir şey istememeliydik. Yani üçüncü ülkelerden KKTC’ye turist mi gelecek, İstanbul’a kaça geliyorsa aynı fiyata KKTC’ye gelebilmeliydi. Ham madde getirdik, Mersin’e indi. Mersin Kıbrıs arası %80 sübvansiye edilmeliydi. Bunun ötesinde sübvansiyon anlamlı değildir. Hiçbir şekilde bütçeye bir tek kuruş girmemesi gerekirdi. Düşünebiliyor musunuz ne kadar çarpık bir yapıya sahibiz. Türkiye’nin planladığı katkı 3 yıl için 3.3 milyar artı 2 küsur milyar da yatırım var. 5 milyar civarında bir rakam. Kime veriyor bu beş milyarı? 295 bin kişiye veriyor. Burda herkesi memur yazıp kamuyu büyüttüler ve şu anda içinden çıkılmaz bir hal aldı. Bütün Dünya’da olduğu gibi kimse de kazanmış olduğu haklardan geri gitmeyi kabul etmediği için çözümsüzlük var. Bu çözümsüzlüğün çaresi dibe vurmaktır. Ama dibe vurma iznimiz yok milli davadan dolayı. Çok fantezik kurtuluş senaryoları var: “Kıbrıs’ta düşük ücretli sahalarda rekabet etmemize gerek yok; niş sektörler yaratılır bu niş sektörlerde yüksek ücretli işçi çalıştırarak üretim ve hizmet pazarlanabilir.” Bu bir hayal. Senin ne özelliğin var ki niş sektörü yaratacaksın. Bir de Dünya’da kriz var deniyor. Dünya’da kriz yok. Kriz dedikleri şey dengelerin değişimi. Kriz yanlızca emperyalist birikimlerle geniş kitlelere refah dağıtabilmiş olan batı ülkelerinin, o refahın getirdiği emek girdisinin yükselmesinden dolayı maliyette rekabet edemez hale gelmesinden kaynaklanıyor. Rekabet edemez hale geldiği için üretim doğuya kaydı. Türkiye’ye, Pakistan, Hindistan, Çin’e kaydı. Ne kadar Amerika, Avrupa küçüldüyse o kadar da onlar büyüdü. Ekonomide daralan bir şey yok. Üretim ve tüketimin coğrafyası değişti sadece. Bu gerçeği görmemiz lazım. Üretim ve tüketimin mobilitesi de önemli. Uluslararası bir konfeksiyon firması ibreye bakar; ücretler bir milim yükseldi, ben bu fabrikayı kapattım Pakistan’a gidiyorum diyebilir. Aynısı burda oldu. Bazı şartlar bozulduğu anda Kıbrıs’tan makineler söküldü, Türkiye’ye taşındı. Türkiye’den söküldü, Bulgaristan’a Romanya’ya taşındı. Ordan sökülüp Pakistan’a taşınıyor. Bir de emeğin mobilitesi var. Emek de saat karşılığı aldığı en yüksek rantın olduğu yere gidiyor. Demek ki bizim mobilitesi olmayan unsurları korumamız gerekiyor. Bizim coğrafyalar arasındaki rekabeti dikkate almamız lazım. Şu anda emekle-emek rekabet ediyor. Farklı coğrafyalardaki emekçi birbiri ile rekabet ediyor. Bu koşullarda eski ideolojik emek-sermaye katma değerin paylaşımı söylemleri çok aptalca.

“ÇÖZÜM OLMAZSA MİLLİ DAVA DEVAM EDER”

 

·        YD: Kıbrıs’ta çözümü nasıl yakalayacağız? Coğrafyalardaki dağılımın ekonomiye etkisi ile mi yoksa şu anki milli dava ile mi çözüme daha çok yanaşacağız?

·        Sayı: Şimdiki milli dava ile daha iyi olmak mümkün değil. Bunu söyleyen hiç kimse yok. Bu işin doğrusu siyaseten çözüm olmasıdır. Ama bu siyaseten çözümün şekli çok önemlidir. Siyaseten çözüm olmazsa milli dava sektörü hep ayakta kalacak. Milli dava sektörü çözümsüzlüğün bir ürünüdür. Milli dava sektörü orda durduğu sürece de ekonomik konulara el atmamız mümkün olmayacaktır.


 

 

“Programı uygulayacak irade ve bilinç yok”

 

·        YD: 2013-15 Ekonomik programı ile ilgili ne düşünüyor sunuz?

·        Sayı: Ekonomik programda içerik olarak kimsenin durup da belli bir zemine bağlı olarak hiç safsata yapmadan somut ekonomik olarak eleştirebileceği hiçbir şey yok. Önemli olan bu programı uygulayacak iradenin  olup olmaması meselesidir. Bu irade var mı; bunu konuşmak lazım. Ben ekonomik programı uygulayacak irade ve bilincin olmadığını düşünüyorum. 1-2 kişi savunuyor. Siyaseten bu ülkenin başında olan insanlar bu programı çıkıp televizyonlarda anlatıp, savunup, toplumsal destek, taban bulmak için mücadele vermiyor. Sahiplenilmiyor. 3 milyar almak için değildir bu program. Bu program bu ülkenin düzeltilmesi içindir. Ekonomik program bozuk yapının düzeltilmesi içindir. Maalesef bu yok. Yine Türkiye elinden geleni yapacak, kendi taleplerini, kendi anlayışlarını dikte etmeye çalışacak. Haklıdır kendisi açısından, söylenecek bir şey yok. Biz razıyız çünkü buna.

 


 

Bir cümleyle

Ekonomi: Üretim ve tüketim

Para: İnsan zekasının en güçlü en tehlikeli icadı

Döviz: Para

Yatırım: Üretimin ilk basamaklarından

Hükümet: Kıbrıs’ta hükmetmeyen demek

Özelleştirme: Doğru yapılırsa gerekli

Ticaret Odası: Kendi halinde bir kurum

Medya: Yeterince expert değil

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1142 defa okunmuştur