
Beyaz Bir Sayfaya İhtiyacımız Var!
Tufan Erhürman: Sevgili Ulaş Gökçe, twitter’ı en etkili şekilde kullanan dostlarımdan biridir. 5 Ocak günü, üzerinde düşünülmeye, konuşulmaya, yazılmaya değer bir tweet attı ve “UBP’nin bu yaptıklarından sonra hükümete gelecek partilerin
Tufan Erhürman
Sevgili Ulaş Gökçe, twitter’ı en etkili şekilde kullanan dostlarımdan biridir. 5 Ocak günü, üzerinde düşünülmeye, konuşulmaya, yazılmaya değer bir tweet attı ve “UBP’nin bu yaptıklarından sonra hükümete gelecek partilerin kendi partilileri için partizanlık yapması adaleti sağlamayacak mı” diye sordu. Başlarken, herhangi bir tartışmaya ve yanlış anlamaya mahal bırakmamak için, Ulaş’ın, bundan sonra iktidara gelecek partilerin kendi partilileri için partizanlık yapmasını doğru bulmadığını ama muhtemelen yapılacak olanın bu olacağını düşündüğünü daha sonra attığı bir tweet’te yazdığını da hemen belirtmeliyim. Dolayısıyla bu yazıda söyleyeceklerim kesinlikle Ulaş’a yanıt niteliğinde değildir. Sadece onun attığı tweet’in düşündürdüklerini paylaşmaktır niyetim.
Sanırım siyasetin zorlu meselelerinden biriyle yakından ilintilidir Ulaş’ın sorduğu soru. Bu zorlu soruyu, Kıbrıs’ın kuzeyine ilişkin daha basit bir soruyla anlaşılır kılmaya çalışalım önce. Hükümette olan parti, halkı, gerçekleştiremeyeceğini kendisinin de öngördüğü vaatlerle yanıltarak iş başına geldiyse, iş başına geldikten sonra yandaşlarına menfaat sağladıysa ve iş başında kalabilmek için vesayeti kabullenip, kendisine yap denilen her şeyi, ülkenin ve toplumun çıkarına olup olmadığına bakmaksızın yaptıysa, iktidara gelmek ve orada bir süre kalmak isteyen diğer siyasi partiler de benzer yolları denemek zorunda kalmayacaklar mıdır?
Belki biraz daha açmak yararlı olabilir bu soruyu: İktidardaki parti, iktidara gelirken, geldiğinde yapacaklarını açıkça ortaya koyan bir program hazırlama ihtiyacı hissetmemiş, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan vaatleri alt alta sıralamış ve bu vaatlerin de etkisiyle iktidara gelmiştir. İktidara geldikten sonra da farklı bir yol izlememiş, yine ülkenin gereksinimlerini dikkate alan plan ve projeler hazırlamamış, bunun yerine iktidarını sağlamlaştırmak ve bir sonraki seçimde yeniden kazanmak için, istihdam, ihale gibi yöntemlerle yandaşlara ve yandaş olma potansiyeli taşıyanlara menfaat dağıtmış, buna ek olarak vasiyi de arkasına almak için onun çizdiği çizgiden çıkmamaya özen göstermiştir. Bu şartlar altında, muhalefetteki bir parti, ülkenin zor durumunu göz önünde bulundurarak ihtiyaç duyulan “acı reçete”leri de içeren bir program hazırlar, iktidara geldiği takdirde yandaşlarına ve yandaş olma potansiyeline sahip olanlara asla menfaat dağıtmayacağını ve vesayeti kayıtsız şartsız reddedeceğini seçimden önce deklare ederse, seçilme ve iktidara gelme şansı olacak mıdır? Hadi biraz daha yumuşatalım soruyu: Seçimden önce deklare etmese dahi, seçilip hükümeti oluşturduktan sonra bunları yapmaya kalkarsa,
a) “acı reçete” uyguladığı ve
b) yandaşlarına ve yandaş olma potansiyeline sahip olanlara menfaat dağıtmadığı için seçmeninin desteğini kaybetme ve bir sonraki seçimde muhalefette kalma riskini göze almış olmayacak mıdır? Dahası, yıllardır bu ülkede iktidar nimetlerinden yararlanamayan kendi seçmenleri, partileri hükümete gelmesine karşın yine bu nimetlerden yararlanamadıklarını ve bunun da iki kez adaletsizliğe uğradıkları anlamına geldiğini dillendirip partiden umudu kesmeyecekler midir?
Bunlara ek olarak, iktidara geldikten sonra vesayete karşı çıkan parti, vasinin güvenini kaybedip, onun yeniden eski güvenilir ortağına yönelmesine yol açmayacak mıdır?
Kısır Döngü
Görüldüğü gibi ortada kısır döngü diyebileceğimiz bir durum vardır. Hükümette olan partinin yapıp ettiği ve sizin eleştirdiğiniz her ne varsa, bunları yapmayacağınızı beyan etmeniz hâlinde, hükümete gelememe, hükümete geldikten sonra bunları yapmamanız hâlinde de hükümetten gitme riskiyle karşı karşıyasınız. Bu durumda eleştirdiğiniz şeyler, sizin de seçim propagandası sırasında vaat ettiğiniz, dahası hükümete geldikten sonra orada kalabilmek veya en azından bir kez daha seçilebilmek için yapmak zorunda olduğunuz şeylere dönüşmektedir. Bunun doğal sonucu, “hükümete kim gelirse gelsin bu ülkede hiçbir şey değişmez, bütün siyasi partiler birbirinin aynıdır” eleştirisinin ciddi bir zemin kazanmasıdır.
Ancak unutulmamalıdır ki bu kısır döngünün içinde ciddi bir paradoks da saklıdır. O paradoks, aslında sanıldığının aksine, yalnızca siyasilerin ya da siyasi partilerin değil, seçmenin kafasında da mevcuttur. İstisnaları saklı tutarsak, “kim gelirse gelsin bu ülkede hiç bir şey değişmez, bütün siyasi partiler birbirinin aynıdır” eleştirisini yapanların pek çoğu, seçimde oy verirken, siyasi partilerin programları olup olmadığına değil, gerçekleşme ihtimali olmasa da vaatlerine bakmakta, kendilerine yapılan bireysel vaatlerin gerçekleştirilmesini güvence altına almak için, akrabalarına, köylülerine, komşularına, tanıdıklarına oy vermekte, partileri iktidara gelir gelmez menfaat temini için kapıları aşındırmakta, vasiyle ters düşülmesi hâlinde ödenecek bedeller söz konusu oldu mu, bunları ödemeye yanaşmamaktadırlar. Dolayısıyla bütün partilerin birbirinin aynısı olduğunu ve kim gelirse gelsin bu ülkede hiçbir şey değişmeyeceğini söyleyenlerin pek çoğu aslında, durumun tam da böyle olmasını sağlayan davranışları sergileyenlerdir.
Kısır Döngü Nasıl Kırılacak?
Bütün bu anlattıklarımdan sonra bu kısır döngünün dünya ahret kırılmayacağı düşünülebilir elbette. Siyasi partilerin ve siyasilerin çoğunun bugünkü davranışlarına bakılırsa, bu düşünce doğrudur da. Ama yine de bu kısır döngünün kırılabileceği kanaatini taşıyorum ben. Bir süreden beri, gaile’de, (sağdan umudumu çoktan kestiğim için) sol partileri muhatap alarak anlatmaya çalıştığım şey tam da bu aslında. Soldaki siyasi partiler bir an önce bu kısır döngünün farkına varmalı ve bu döngü kırılmadıkça sistemin ve toplumun dönüştürülemeyeceğini görmelidirler. Bu arada, özellikle sol siyasetin amacının sistemi ve toplumu dönüştürmek olduğu hatırlanırsa, bu kısır döngüyü kırmaya yönelmeyen herhangi bir faaliyetin hakiki manada siyasi faaliyet olarak adlandırılmasının mümkün olmadığı da unutulmamalıdır.
Kısa vadede hükümete gelme ihtimalini ciddi biçimde zayıflatacağını tahmin etmek güç olmasa da, kısır döngüyü kırmanın yolu aslında bellidir. Sanırım bu yolun satır başları şöyle sıralanabilir:
1. Kendi ideolojik politik duruşunuza ve değerlerinize uygun düşen ve ülkenin ihtiyaçlarına yanıt veren, gereken noktalarda acı reçeteleri de içeren, açık, anlaşılır, somut programınızı seçimden önce seçmenin önüne koymak.
2. Seçimden önce kamuoyunun önüne çıkıp, bu program dışındaki vaatlerle ve özellikle de para karşılığında oy isteyen partiniz adaylarına oy verilmemesini, bu yönde girişimleri olanların size bildirilmesini ve tespit edildiği anda bu kişilerin partiyle ilişkisinin kesileceğini deklare etmek.
3. Seçimden önce kamuoyunun önüne çıkıp, hükümete gelmeniz hâlinde yandaşlarınıza ve yandaş olma potansiyeli taşıyanlara menfaat sağlamak için hukuk kurallarını ihlal etmeyeceğinizi, dahası hükümeti kurduktan sonra bu yönde bir faaliyeti tespit edilenleri derhal, gerekirse hükümetten düşmeyi göze alarak, partiden uzaklaştıracağınızı beyan etmek.
4. Seçimden önce kamuoyunun önüne çıkıp, Türkiye’yi ve Türk halkını sevip saydığınızı ancak vesayeti kabul etmenin öz saygınızı yitirmek anlamına geldiğini, bu nedenle hükümete gelmeniz durumunda vesayeti hiçbir koşulda kabul etmeyeceğinizi, herhangi bir soru işaretine mahal bırakmayacak açıklıkta ortaya koymak.
5. Eğer tüm bunlara karşın seçilirseniz, ne pahasına olursa olsun sözünüzde durmak ve bu sözün dışına çıkanları partiden ihraç etmekte, sözünüzü tutamayacak duruma gelirseniz istifa etmekte tereddüt yaşamamak.
Sonuç
Daha önce de söylediğim gibi, tüm bunları yapan bir siyasi partinin bugünkü koşullarda kısa vadede seçimlerde hükümet olmaya yetecek bir oya ulaşabileceği kanaatini taşımıyorum. Elbette, sistem de toplum da yozlaştı diyenlerin sayısına bakılırsa, küçük de olsa bu tahminimin yanlış çıkma ihtimali de var. Ama açık söylüyorum: Ben, kısa vadede, bu halkın, tüm bu söylediklerimi yapan bir siyasi partiye hükümete gelmesine olanak tanıyacak miktarda oy vereceğine inanmıyorum. Bu, tabii ki halkın genetik yapısıyla falan ilgili değil. Her halk gibi Kıbrıs Türk halkı da siyasi kültürünü sistemin çarkları arasında üretmiştir. Bugüne kadarki sistemin ne olduğu belli olduğuna göre, siyasi kültür de bellidir ve onun seçim sonuçlarına yansımasını tahmin etmek güç olmasa gerektir. Ama ne pahasına olursa olsun iktidara gelmek için değil, sistemi ve toplumu kendi ideolojik/politik duruşundan ve değerlerinden hareketle değiştirmek amacıyla siyaset yapan sol partilerin bu riski göze alarak bu kısır döngüyü kırması, siyasi tarihimizde beyaz bir sayfa açması şarttır. Dahası, bu kez bu beyaz sayfa gerçekten bembeyaz olmalı ve “bizim insanlarımız yıllardır haksızlığa uğradı, bu haksızlığı biraz olsun gidermek için ‘pozitif ayrımcılık’ yapmak ve durumu dengelemek zorundayız” gibi argümanlarla kirletilmemelidir. Aksi hâlde, sağ partiler gibi sol partiler de, sistemin ve toplumun her gün biraz daha yozlaşmasına katkı koymaktan ve sözünü ettiğimiz kısır döngü içerisinde debelenip durmaktan başka hiçbir işe yaramayacaklardır.

















