
'Belalı Üçgen' ve Gül’ün Vizyonu
Doğu Akdeniz’in üç “belalı” ülkesi 2013 yılına tarihten devraldıkları sorunların yanı sıra, kötü ekonomik konjonktürün getirdiği yüklerle girdiler. Türk-Yunan ilişkileri yerinde sayarken, Kıbrıs Sorunu hem ada toplumlarını hem de Türk Yu
Doğu Akdeniz’in üç “belalı” ülkesi 2013 yılına tarihten devraldıkları sorunların yanı sıra, kötü ekonomik konjonktürün getirdiği yüklerle girdiler. Türk-Yunan ilişkileri yerinde sayarken, Kıbrıs Sorunu hem ada toplumlarını hem de Türk Yunan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Yunanistan ağır bir ekonomik kriz içinde çırpınırken, Kıbrıs Rum toplumu ekonomik krizin kıskacına sıkışmış durumda. Kıbrıslı Türkler “kriz” yaşamanın ötesinde, bulundukları konum ve durdukları yer itibariyle zaten “sürekli kriz” içinedirler. Türkiye’nin son zamanlarda “cebi” biraz para görse de ülkenin çözmesi gereken büyük sorunları vardır. Kürt meselesi, insan hakları ve sosyal adalet Türkiye’nin kapısında çözüm bekleyen sorunların başında geliyor. Ayrıca, Doğu Akdeniz, Avrupa ve Orta Doğu arasında yalpalayan bir gemi görünümü veren ülkenin nereye demir atacağı henüz kesinleşmiş değil. Arap sokaklarının sempatisini kazanmak AB üyeliğini harcamayı asla telafi edemez. Son dönemlerde “belalı gerilim üçgenine” bir de doğal gaz meselesi eklendi. Kıbrıs adasının doğusu ve güneyinde bulunan doğal gaz yataklarının “hayır” mı “şer” mi getireceği konuşulup duruyor.
Siyasetin sorun çözücü ve sonuç alıcı olması başka zanaatlarda olduğu gibi “teknik bir yeterlilik” meselesi değildir. Vizyon meselesidir. Siyasi vizyondan yoksun siyaset erbabı kaba bir popülizme ve sorunları çözmek yerini onları ağırlaştırmaya mahkumdur. Bugüne kadar böyle yapıldığı içindir ki 19. yüzyıla mahsus sorunlar çözülmeden 21. yüzyıla kadar taşınmış ve günümüzde de bütün vahametiyle varlıklarını koruyorlar.
Atatürk ve Venizelos dönemi hariç, vizyon bakımından oldukça kısır olan bölgede Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün zaman zaman dile getirdiği “Doğu Akdeniz Vizyonu” herkesin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir konudur. Geçtiğimiz günlerde büyükelçilere hitap ederken vizyonunu yeniden dile getiren Abdullah Gül son derece önemli noktalara dikkat çekti: “Bölgemizde hiçbir halk ve toplumun Türkiye’nin iyi niyeti ve herkesi kucaklayan politikaları konusunda yanlış intibalar edinmesine de izin vermemeliyiz. (…) Kıbrıs sorununu adil ve kalıcı bir siyasi çözüme kavuşturarak Doğu Akdeniz’de Türkiye, Kıbrıs adası ve Yunanistan’ın oluşturacağı yeni bir istikrar ve refah sütunu meydana getirmek vizyonumuzu hep canlı tutmalıyız. Turizmde olduğu gibi Akdeniz’in faal ve potansiyel enerji kaynaklarının tüm kıyıdaş ülkelerin ve kıtaların ortak refahına hizmet edecek şekilde yararlanılacağı adil bir işbirliği iklimi oluşturmak için de gayret göstermeliyiz.” Akdeniz havzasındaki tarihi dönüşümün uzun vadede Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’in barışın nimetlerinden yararlanması gibi bir sonuç doğuracağına işaret eden Gül, sözlerine şöyle devam etti: “Böyle bir netice, çoğu komşularımızdan oluşan kritik bir bölgenin normalleşmesi, istikrara kavuşması ve bölgede hakim olan çatışma kültürünün yerine işbirliği ve entegrasyon anlayışının hakim olması demektir. Şüphesiz ki bu durumun ülkemizin iç huzuruna ve refahına da katkısı muazzam olacaktır. Bu nedenle Türkiye olarak tüm bu kargaşa içinde barışı planlamak ve barışa yatırım yapmak için elimizden gelen çabayı göstermeliyiz.”
Abdullah Gül’ün sözlerine bütün siyaset yapıcıları ve karar vericiler dikkatle kulak vermeli ve bu vizyon etrafında çözüm arama iradesi göstermelidirler. Arianna’nın ipine sarılarak labirentten çıkan efsane kahramanı gibi, Doğu Akdeniz’in siyaset erbabı da Gül’ün “ipine sarılarak” labirentten kurtulabilir, “belalı üçgeni” bir barış, dostluk ve kalkınma havzasına dönüştürebilir…

















