1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Anlatılan Bizim Hikayemiz; Tosun Paşa
Anlatılan Bizim Hikayemiz; Tosun Paşa

Anlatılan Bizim Hikayemiz; Tosun Paşa

Biz Şaban'ı sahte Tosun Paşa yapmaya tam olarak onay vermemiş ama fikri de zaten sorulmayan ailenin diğer üyeleri gibiyiz.

A+A-

 

Özgül  Saygun
[email protected]

                Tosun Paşa, Kartal Tibet'in 1976 yılında yönetmen koltuğuna oturduğu ilk filmi. Bu kült film rejisinden oyuncusuna çok güçlü bir kadroya ev sahipliği yapıyor. Yönetmenliğini Kartal Tibet üstlenirken, Ertem Eğilmez yapımcılığıyla destekliyor filmi, filmin senaryosuysa dönemin en güçlü senaristlerinden Yavuz Turgul tarafından yazılıyor.  Oyuncu kadrosundaysa Şener Şen, Adile Naşit, Kemal Sunal, Ayşen Gruda ve Müjde Ar gibi isimler yer alıyor. Kısacası, 40 yıl sonra bile filmden bahsetmememiz için hiç bir sebep bırakmıyor bize bu mükemmel kadro. Tosun Paşa hala tartışmasız Türk Sinemasının en güzel komedi filmlerinden biri.

                Filmin hikayesi şöyle gelişir, 1800'lü yılların Osmanlı yönetimindeki Mısır'ında Tellioğlu ve Seferoğlu adında birbirine düşman iki aile İskenderiye çöllerindeki en değerli vahası, Yeşil Vadi'yi almak için birbirleriyle mücadele ederler. Yeşil Vadi'nin kimin olacağına devlet yetkilileri karar verecektir, bu nedenle iki ailenin de büyükleri vadiyi almak için en güvenli yolu ailelerindeki genç erkeklerden birini İskenderiye'nin en büyük devlet memuru Daver Bey'in kızıyla evlenmekte görür.  Ancak Daver Bey'in kızı (Müjde Ar) gönlünü Seferoğluları'ndan Suphi'ye kaptırınca Tellioğluları'ndan Lütfü kendince şeytani bir planla Vadi'yi almaya karar verir. Plana göre İskenderiye'de kimsenin görmediği Tellioğlu'larından biri Kahire sarayının en hatırı sayılır paşası Tosun Paşa'nın yerine geçecek ve Daver Bey'in kızını Lütfü'ye, Yeşil Vadi'yi ise Tellioğlularına isteyecektir. Ancak hiç bir şey Lütfü'nün planladığı gibi gitmez. Sahte Tosun Paşa olarak seçtiği, evin uşağı Şaban (Kemal Sunal) Daver Bey'in kızına aşık olur ve gerçek Tosun Paşa sahte bir Tosun Paşa olduğunu duyunca İskenderiye'ye gelir. Büyük bir dalaverenin hem Daver Bey'in kızını hem de Yeşil Vadi gerçek Tosun Paşa'nın olacaktır.

                Film, döneminin en sağlam olay örgüsü ve senaryosuna sahip olması nedeniyle Türk Sinema tarihinin en önemli komedi filmlerinden biridir. Şüphesiz kurgusu, senaryosu ve olayların zenginliği açısından Yavuz Turgul farkını ortaya koyar. Ancak, eğer kırk yıl sonra dahi bir filmden hala bahsedebiliyorsak, kurgusundan ya da senaryosundan öte bir şey var demektir. Bu yazının amacı da bu kült filmi hem çözümlemek hem de anlattığı hikayenin gelişen modern dünyamızdan ve bu küçük adamızdan baktığımızda ne anladığımızı incelemek olacaktır.

                Türkiye'de 1970'li yıllarda film sektörü dönemin siyasi koşullarından payını fazlasıyla almıştı. 12 Mart 1971'deki askeri muhtıranın hemen ardından Anayasa'daki bir çok özgürlükler kısıtlanmıştı. 1970-1980 yıllarının Türkiye'sini hak, özgürlük ve ekonomik sıkıntılarla karşı mücadele yılları olarak değerlendirmek doğru olacaktır. 1975-80 yılları arasında milliyetçi sağ partiler iktidara gelip başarılı olamamış ve bu başarısızlık toplumsal ve ekonomik krizleri dolayısıyla da mücadeleyi yükseltmişti. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra iki kutuplu dünya anlayışı dünyada ve Türkiye'de devam ediyordu, bunun yanında Türkiye 1974 yılında Kıbrıs'a düzenlediği askeri müdahalenin de sonuçlarını yaşıyordu. Bu ikili anlayış içerisinde yükselen sol hareket ve milliyetçi muhafazakar baskı iki farklı kutupta sinemada da kendini gösteriyordu. Dünyaya yayılan 1968 ruhu Türkiye'ye de yansımıştır ve elbette her sanat dalında olduğu gibi bu ruh sinemaya da yansımıştı. İşte böyle bir tarihsel anda Türk Sineması Yılmaz Güney'le tanıştı. Sinema yapımcılarının isteklerine boyun eğmeyen Yılmaz Güney ve daha bir çok değerli yönetmen kısıtlı bir bütçeyle kendi filmlerini çektiler. Aydınlar ve üniversite öğrencileri kısa sürede bu eleştirel filmlerin izleyici kitlesi oldu. Öte yandan, ana akım sinemaysa ilginç bir şekilde cinsel içerikli filmlerle dolmuştu. Kadın ve çocukları ekonomik zorluklara kaybeden sinema yapımcıları çözümü çalışan orta sınıf erkekleri sinemaya çekmekte buldu. Yılmaz Güney filmleri gibi dönemin toplumsal mücadele ruhunu taşıyan filmlerin tam karşısına yerleşen bu seks filmlerine dönemin muhafazakar ve milliyetçi iktidarları göz yumuyordu. Köyden göçüp kent hayatına alışmaya çalışan insanların politize olmalarını engellemenin en başarılı yoluydu ve iktidar bunu engellemeyi hiç düşünmedi. Tarihteki bu biricik anı 'Türk Sinemasının Kilometre Taşları' adlı kitabında Şükran Kuyucak Esen "Seks filmleri, yeni kentli erkeklerin sistemi ve zorlukları kabulünün sigortasıdır" diyerek açıklıyor.

                Ancak tarihin her anında ve dünyanın her yerinde olduğu gibi bu ikili kutup arasında yer alan filmler de tarihe imzasını atıyordu. Tosun Paşa gibi, iyi yönetmen ve senaristlerin hem sinema yapımcıların kurallarına boyun eğmeyen hem de mesajlarını ince ince verebildiği eserler bugüne kadar gelebildi. Günümüzde adından bahsettiren bu eserlere basitçe dönemin ana akım sineması olarak tanımlayıp geçemeyiz. Benim gibi bu filmlerin döneminde yaşamamış bir çok insan bu filmleri biliyorsa, televizyonda gördüğümüzde kanalı değiştirmiyorsak bu filmlerin yapıldıkları tarihi biricikliğinden öte bir şey anlatıyor olması gerekir. İşte, Kartal Tibet, Yavuz Turgul ve Ertem Eğilmez'in bir araya gelerek ürettiği bu kült hikayenin de bunun bir parçası olduğunu düşünüyorum. Yapıldığı dönemden ve coğrafyadan tamamen farklı bir dönemi ve coğrafyayı anlatan bu film aslında bizden çok da uzak bir olayı anlatmıyor. Bu üç sanatçının tarih analizi ve gelecek öngörüsü 1976 yılında hem 1980 darbesini görebildi, hem de neredeyse her duruma ve koşula uygulanabilecek bir formülü büyük bir kitleye basit bir şekilde anlattı.

                Bu teknik sinema tarihini boyunca bir çok kez kullanılmıştı. Örneğin, Amerika'da 1930'lu yılların başlarında, Büyük Buhran döneminde çekilen filmlere baktığımızda filmler bir escapism (gerçekten kaçış) tekniğini kullanıyordu. Örneğin, Wizard of Oz (1939) gibi filmler hayali bir mekan ve zamanda geçerken, Gone With the Wind (1939) 1861'deki bir aşk hikayesini anlatıyordu.  Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı döneminin ana akım kült müzikallerinden Meet Me in St. Louis (1944) Birinci Dünya Savaşı'ndan da önce 1903 yılında geçen bir aşk hikayesini anlatır. Seyirciyi gerçeğin toplumsal ve bireysel bunalımından alıp gelecek umudu pompalamanın bir yolu olarak ortaya çıkan bu tarz, nostalji ya da kurtarıcı unsurlarını barındırıyordu. Bu tarzda filmler hala ana akım sinemanın büyük bir bölümünü kaplıyor. Örneğin, günümüzde de gelişen savaş ortamı ve toplumsal krizler dünya sinemasına kahraman filmleri olarak yansıyor, Türk Sineması'ndaysa Türkiye'nin politik çıkmazı aile komedileriyle tamamen yok sayılıyor.

                İşte Tosun Paşa bu formülü belki o ana kadar nadiren kullanılmış bir formüle çevirmeyi başarıyor diyebiliriz. Anlattığı hikaye ne basit bir aşk hikayesi ne de sadece iki ailenin kavgası. Hikayede anlatılan Yeşil Vadi çölün ortasında bir vaha ve belki de birbirinden çok da farkı olmayan bu iki ailenin bu vaha için birbirleriyle kıyasıya mücadelesi. Aileler bu vahayı elde edebilmek için kendi akıllarınca kurnaz planlar peşine düşüyor ancak bir şekilde gerçek Tosun Paşa gelip onların bu küçük oyunlarına noktayı koyuyor. Bu hikaye Kartal Tibet ve Yavuz Turgul'un gelecek tahayyülü. Hikayenin alt metni en basit özetiyle siz herkesin olan bu yeri almak için kıyasıya kavga ederken dışardan gelen o coğrafyayla hiç bağı olmayan bir güç/iktidar onu sizden alacaktır diyor. İşte bu tarih ötesi alt metin filmin 40 yıl sonra bile anılmasını sağlayan en önemli fakrörlerden biri.

                Küçük adamızdan vaha metaforuna baktığımızdaysa gerçeklik kazanıyor. Kültürü ve coğrafik yapısıyla Akdeniz'de bir vahada yaşıyoruz ancak Neşe Yaşın'ın da dediği gibi yurdumuz ortasından ikiye bölünmüş. Bizden çok uzakta ne konuştuğunu bilmediğimiz liderler (Tosun Paşa metaforunu devam ettirirsek aile liderleri) bizim hakkımızda kararlar alıyor, birbirine sinirleniyor, masadan kalkıyor, Tellioğlularından Lütfü gibi inceden planlar yapıyor. Biz Şaban'ı sahte Tosun Paşa yapmaya tam olarak onay vermemiş ama fikri de zaten sorulmayan ailenin diğer üyeleri gibiyiz.  Kendimizle kavga ediyoruz, karşımızdakiyle kavga ediyoruz ve biz de Tosun Paşa filmindeki gibi bir an gerçek Tosun Paşa'nın varlığını unutuyoruz. Bizim oynadığımız oyun da 40 yıllık bir oyun, üzerimizde onun yorgunluğu var. İpleri tamamen Tellioğlularından Lütfü'nün eline bırakmış gibiyiz. Metafordaki gerçek Tosun Paşa'nın yerine istediğinizi koyun, bu ister 'gerçek sorun' olsun isterseniz de bizim kontrolümüzde olmayan daha büyük bir oyunun(iktidarın) temsilcisi.

                Tosun Paşa'da da hem seyirci hem de hikayenin akışı kendini müziklere ve komediye kaptırıp bir an için gerçek Tosun Paşa'nın varlığını unutur. Hatta sahte paşayla dövüşmek isteyenlere yenilmesi gerektiği söylenir, paşanın sahteliği asla sorgulanmaz. Kendini ve diğerlerini hikayenin akışına kaptıran karakterler gerçek Tosun Paşa'nın gelme ihtimalini bile düşünmezler artık. Paşalığa ilk başta alışamayan uşak bile bir süre sonra kendini paşa olduğuna inandırır. Ancak, gerçek Tosun Paşa çıkıp geldiğinde hem oyunun kurallarını kendi koyup oynar hem de hiç hesapta yokken hikayenin sonunda kendi istediğini alır. Çünkü iktidarın bir parçası olan devlet memuru Daver Bey de halkı değil iktidarı seçecektir. Bizim de kendimize anlattığımız hikaye biraz buna benziyor. Yıllarca sorunun tamamını ya biz görmek istemedik ya da birileri bize göstermedi ve unuttuk. Kendimizi oyunun heycanına kaptırdık. Fakat bizim hikayemiz bitmedi, henüz film bitmedi. Belki filmin son sahnesinde Tellioğluları ve Seferoğlularının birlikte uzaktan Yeşil Vadi'ye bakma sahnelerinden çıkaracağımız bir ders olabilir. Bana göre bu ders hikayenin en başında birbirimizle çatışmadan aradan devleti çekip sorunumuzu kendimiz çözmemizdir. Hikayedeki gibi eğer birleşmezsek başkasının gelip adamızı elimizden alacağını söylemek hem fazla dramatik hem de gerçek dışı olacaktır. Ancak sorunun büyük bir kısmının bizim birleşmemizle olacağını söylemek doğru olacaktır. Birleşme derken de bizden çok uzak bir coğrafyada bizden çok uzak insanların bir masada ne konuştuklarını bilmediğimiz bir şekilde yapacağı bir çözümden bahsetmiyorum. Bahsettiğim halkların birbirine karışması, tanışması ve birleşmesidir. Çözümün soğuk bir erk masasında olamayacağını düşündüğüm gibi, barışın da ancak halkların ellerinde olduğunu düşünüyorum.

                Sonuç olarak, Türk Sineması'nın kült  filmi Tosun Paşa'ya bu coğrafyadan ve bu tarihsel andan bakmanın nasıl olduğunu anlatmaya çalıştım. Her sanat eseri politik bir amaçla üretilmese de kendi tarihsel biricikliği içerisinde muhakkak politik bir duruşa işaret etmektedir. Kartal Tibet, Yavuz Turgul ve Ertem Eğilmez kendi dünya görüşlerini böyle anlatmış ve tarihe yazmıştır. Yıllar sonra biz de yukarıda yapmaya çalıştığım gibi hikayelerindeki metaforları kazıyabilir ve kendi hikayemizi anlatabiliriz.

               

Bu haber toplam 33062 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 430. Sayısı

Gaile 430. Sayısı