
2013’e Girerken, Kuzey Kıbrıs’ta Psikoloğa Bakış
Uzm. Psk. Gözde Pehlivan YENİDÜZEN için yazdı
Uzm. Psk. Gözde Pehlivan
Liseyi bitirmek üzere olduğum ve üniversite sınavlarına hazırlandığım zamanları dün gibi hatırlıyorum… Kendimi bildim bileli hep bir psikolog olmayı istemiş, kendimi başka bir mesleği icra ederken hiç düşünmemiştim. Bireysel uğraşlarım, aldığım destek ve biraz da şansımın yaver gitmesiyle amacıma ulaşabildim. Psikolog olabilmek için gerekli olan lisans, yüksek lisans ve psikoterapi eğitimlerimin toplamı on seneyi aştı. Halen bugün, birçok diğer meslektaşım gibi çeşitli eğitimlere giderek, kendimi yenilemeye ve bilgilerimi güncel tutmaya çalışıyorum.
2013’e girmemize sayılı günler kala, Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan bir psikolog olarak, bu
toplumdaki bireylerin psikologluk mesleğine bakışı ve psikoloğa gitme davranışına yükledikleri anlam üzerine kafa yorarken, halen bugün bu konu ile ilgili ne kadar çok yanlış düşünce ve önyargı/kalıpyargı olduğunu üzülerek farkettim ve hem kendim hem de diğer meslektaşlarım adına bu yazıyı yazmaya karar verdim.
İşte psikologluk mesleği ve icrasına ilişkin bazı yanlış düşünceler ve açıklamaları:
‘Psikoloğa deliler gider… Ben deli miyim?’
Bu kalıplaşmış yargı belki de en eskilerdendir. Her ne kadar son yıllarda biraz değişmeye
başlamış olsa da, toplumun belirli bir kesimi psikoloğa gittiği gerçeğinin bilinmesini halen
istememekte, ‘deli’ olduğunun düşünüleceği endişesiyle bunu en yakınlarından bile sır gibi
saklamaktadır. Oysa ki, aşılması güç bir sıkıntının olduğunu fark etmek, bununla ilgili bir şeyler yapılması gerektiğinin bilincinde olmak ve bir uzman desteğine başvurmak, ancak ve ancak akıllı, duyarlı ve özsaygısı gelişmiş bir bireyin yapacağı bir şeydir.
‘Kendi sorunumu kendim çözerim. Ben güçlüyüm’
Elbette ki güçlüsünüz. Zaten psikoloğa gitmek, ‘güçsüz’ olmak demek değildir. Bireyler,
hayatlarının herhangi bir döneminde, sıkışmış ya da çıkmazda hissettikleri bir durum söz
konusu olduğunda, bu duyguları paylaşmak ve bir uzman görüşü almak için psikolojik destek
almak isteyebilirler. Bu durum, biz psikologlar da dahil olmak üzere herkesin en doğal hakkıdır.
‘İlle de biriyle konuşma ihtiyacı hissedersem arkadaşlarım var, onlarla konuşur,
dertleşirim. Tanımadığım bir insan bana nasıl yardımcı olabilir ki?’
Bir sıkıntımız olduğunda bize duygusal destek verebilecek arkadaşlarımızın var olması son
derece önemlidir. Ancak bazen, yargılanma ya da eleştirilme endişesiyle tanıdıklarımıza
açılmak zorlaşır. Tam tersine bizi tanımayan, dolayısıyla anlattığımız konuya tamamen tarafsız (objektif) bakabilecek bir uzmanın değerlendirmesine ihtiyaç duyarız. Bununla birlikte, bazı psikolojik sıkıntılar, ‘dertleşmenin’ çok daha ötesinde, daha ciddi bir müdahale gerektirir.
Psikologlar, danışanlarıyla çalışırken sorunun kendisinden ziyade, o konunun neden ‘sorun’
olarak nitelendirildiği üzerinde dururlar ve geçmiş, şu an ve gelecek zamanlarla ilgili
danışanlarını bilinçlendirip güçlendirirler.
‘Sorunum henüz aşılmayacak boyutta değil. O boyuta gelirse psikoloğa giderim’
Malesef ki birçok birey bu tuzağa düşer. Halbuki hayatımızda sıkıntılara neden olan konular
henüz fazlaca birikmeden onlara bir uzmanın yardımıyla çözümler aramak, başetme becerileri geliştirmek çok daha mantıklıdır. Süresi uzamış ve yoğunluğu artmış sorunlarla çalışmak bireyi bedensel, zihinsel ve duygusal yönden çok daha fazla yorabilmekte, psikolog-danışan sürecini ise daha uzun, daha maliyetli ve daha zor kılabilmektedir.
‘Ailem psikoloğa gitmem için çok ısrar ediyor, bense hiç istemiyorum. Hiçbirsey
değişmeyecek biliyorum ama sırf ağızları kapansın diye gideceğim’
Psikolojik destek sürecinde ‘gönüllülük’ önemli bir ilkedir. Kimse psikoloğa gitmeye
zorlanmamalıdır. Zaten genellikle kişi psikoloğa kendi gönül rızasıyla gitmemiş ise,
değişim/gelişim için çaba ve işbirliği göstermeye de kapalı olur ve psikolog ne kadar uğraşsa
da o danışana ulaşamaz. Ancak bununla birlikte, bazen çok isteksiz şekilde ilk seansa gelip,
büyük bir verim ve keyif aldığını itiraf eden, ve bu kadar zamandır bunu denemediği için
hayıflanan danışanlar da vardır. Hayatınızda değişmesi-iyileşmesi gerektiğini düşündüğünüz
bazı durumlar var ise, ve bunu tek başınıza başaramıyorsanız, belki de bir uzmana giderek
kendinize bir şans vermeniz en sağlıklısıdır. Neticede, istemezseniz devam etmezsiniz ama
belki denemeye değer.
‘Psikoloğa git dediler, gittim. Görüşmenin sonunda kendimi daha da kötü
hissediyordum. Bana kendimi kötü hissettirecek birşeye neden para, zaman ve enerjimi harcayım ki!’
İlk anda kulağa çok haklı gelen bu söylem, aslında bazı eksiklikler içermektedir. Elbette ki
kimse kendisi için yararlı olduğuna inanmadığı bir ortama maddi ya da manevi yatırım yapmak istemez. Ancak psikoterapi seansı dediğimiz ve genellikle 50 dk. süren görüşmelerin kendi içinde farklı dinamikleri olabilmektedir. Bu seanslarda bazen, kafamızın gerisine atmaya çok alıştığımız, görmezden geldiğimiz veya kendimize bile itiraf etmekten çekindiğimiz konular su yüzüne çıkabilmekte, ve bizi derin düşüncelere itebilmektedir. Bu aslında o seansın ‘kötü’geçtiğini göstermez. Tam tersi, uzun zamandır dokunulmayan noktalara dokunulmuş olması o seansı ‘verimli’ bile kılabilir. Bu durum seans bitiminden önce danışan-psikolog arasında mutlaka konuşulmalıdır.
Bununla birlikte, bazen bireyler arasında iletişim ve etkileşimde kopukluklar yaşanabilir. İhtiyaç duyulan güven, açıklık ve sıcaklık hemen deneyimlenemeyebilir. Bu durum bazen danışandan, bazen psikologtan bazense her ikisinden kaynaklanıyor olabilir. Diğer seanslarda da aynısı olacak diye bir kaide yoktur. Ancak diyelim ki bir sonraki seansta da istenen verim alınamadı, bu durum, o bireyin psikologların tümüne karşı bir önyargı geliştirmesini yine de haklı çıkaramaz. Zira Kuzey Kıbrıs’ta mesleğini doğru şekilde icra eden birçok psikolog vardır ve kişi psikoloğunu değiştirme hakkına daima sahiptir. Bazen bir kişinin hiç memnun kalmadığını söylediği bir psikologtan, başka bir kişi çok yararlanabilmektedir.
‘Arkadaşımın psikoloğu ona başka şeyler söylüyor, benim psikoloğumsa bana başka
şeyler… Halbuki arkadaşımla sıkıntılarımız neredeyse aynı. Hangimizin psikoloğu yanlış yapıyor?’
Aslında ikisi de yanlış yapmıyor. Bir sorunun sadece bir tane kaynağı olamayacağı gibi,
sadece bir tane çözümü de yoktur. Psikolojik destek alma sürecinde, herkes için genel geçer,
basmakalıp yardımlar yoktur. Danışanların sorunu ilk anda kulağa çok benzer gelse de her
birey kendi içinde eşsizdir. Dolayısıyla bir psikolog danışanıyla çalışırken, o danışana özel bir
müdahalede bulunmak durumundadır. Her danışan farklı olduğu gibi, her psikolog da farklıdır
ve buna göre seansın akışı da değişecektir. Tüm bunlarla birlikte, birçok psikoloğun
uzmanlığını elde ederken takip ettiği bir psikoterapötik yaklaşım (akım) vardır. Bu farklı
akımların her birinin müdahale teknikleri de farklıdır. Anlayacağınız, iki bireyin sorunu her ne
kadar aynı gibi görünse de, psikologlarıyla çıktıkları ‘yolculuk’ çok farklı olabilmektedir. Hiçbir
zaman değişmeyen tek şey ise, her psikoloğun, din, dil, ırk, sosyo-kültürel yapı, cinsel yönelim vb. farklılıklar gözetmeksizin her bireye ayrımcılıktan uzak, eşit, adil ve saygılı yaklaşması gerektiğidir.
‘Psikoloğum bunun benim sürecim olduğunu söylüyor. Seçim ve kararları bana
bırakıyor. Bana tavsiyede bulunmuyor…Halbuki benim tavsiyeye ihtiyacım var’
Aslında bu psikolog çok doğru yapıyor. Halk arasında ‘psikoloğa git, sana problemini çözsün,
doğru yolu göstersin’ düşüncesine çok sık rastlarız. Halbuki, bir psikoloğun kendi değer
yargılarının gölgesinde kalarak danışanına destekte bulunması etik bir durum değildir. Tam
tersine, psikologlar tarafsızlıklarını korumak durumundadırlar. Bununla birlikte, psikologlar her bireyin aslında kendi problemini çözebilecek potansiyele sahip olduğuna ama bazen bu
potansiyelin farkında olmadıklarına inanırlar. Bu nedenle bizlerin en temel görevi; bireyin
kendindeki bu potansiyeli farkedebilmesini sağlamak, onu kendi kararlarını alabilen, hayatıyla
ilgili seçenekler üretebilen ve bu seçenekler arasından en doğru (kendisi için en sağlıklı)
seçimleri yapabilen bir insan olmasında yardım etmektir. Aslında her danışan kendi
psikoterapötik sürecinin bilir kişisidir. Psikolog ise sadece ona o süreçte ışık tutarak eşlik eder.
‘Ya psikoloğum benimle ilgili bilgileri tanıdıklarıyla paylaşırsa?’
Kıbrıs küçük bir adadır, üstelik ikiye bölünmüştür. Birbiriyle biraz sohbet ettikten sonra bir
yerlerden ortak tanıdıkları, hatta bazen akrabaları olduğunu farkeden insanların sayısı çoktur.
Bu nedenle Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan bazı bireylerin, psikoloğuyla ortak tanıdıklarının
çıkmasından ve o psikoloğun gidip o tanıdığa, terapide paylaşılan şeyleri anlatmasından
çekindiği, bu nedenle de Türkiye’de ya da Güney Kıbrıs’ta bir psikoloğa gitmeyi tercih ettiği
bilinmektedir. Mesleğini psikolojinin etik değerlerine uygun şekilde icra eden her psikolog,
‘gizlilik ilkesine’ uymak durumundadır. Bu ilke, danışan-psikolog arasında geçen tüm
paylaşımların yine o ikisi arasında kalmasını zorunlu kılar. Gizliliğin bozulmasını gerektiren tek bir istisnai durum vardır. O da kişinin kendine ya da bir başkasına zarar verme durumu
sözkonusu olduğundadır. Psikoloğunuzun güvenilirliğini ve etik değerlere olan bağlılığını
anlamak için onun eğitim sürecini araştırmanız ve geçmişte ve şu anda çalıştığı yerleri
öğrenmeniz yararlı olacaktır. Kuzey Kıbrıs’taki psikologlarla ilgili daha ayrıntılı bilgi alabilmek
için Bağımsız Psikologlar İnisiyatifi ([email protected]) veya
Kıbrıs Türk Psikologlar Derneği’ne ([email protected]) başvurabilirsiniz.
*****
Bu yazımda, Kuzey Kıbrıs’taki bireylerin psikolojik destek almakla ilgili çekincelerine
değinmeye çalıştım. Bazılarınızın duygu ve düşüncelerine tercüman olabilmişsem, ve
önyargılarınızı kırmanızda biraz da olsa katkım olmuşsa, ne mutlu bana.
2013 yılında, uzun senelerdir üzerinde uğraş verilen, hem sizlerin hem de bizlerin haklarını
korumak için hazırlanan ve bir yılı aşkın süredir Meclis alt komitesinde bekletilen Kıbrıs Türk
Psikologlar Odası Yasası’nın yürürlüğe girmesini temenni ediyor, hepinizin yeni yılının sağlıklı ve huzurlu geçmesini diliyorum.
( * ) Bu yazı Bağımsız Psikologlar İnisiyatifi’nin toplumsal sorumluluk projesi kapsamında kaleme alınmıştır.

















