1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. YA ŞİMDİ, YA ŞİMDİ!
YA ŞİMDİ, YA ŞİMDİ!

YA ŞİMDİ, YA ŞİMDİ!

Barışa ve çözüme çok yaklaşıldığını düşündüğümüz bir anda Türkiye’yi yangın yerine çeviren Silvan katliamı 30 yıllık kirli savaşın acılarına yeni acılar ekledi. İnsanlar barış ve bir arada yaşama söz konusu olduğunda hayli nazlı ve küçük adımlarla

A+A-

Barışa ve çözüme çok yaklaşıldığını düşündüğümüz bir anda Türkiye’yi yangın yerine çeviren Silvan katliamı 30 yıllık kirli savaşın acılarına yeni acılar ekledi.

İnsanlar barış ve bir arada yaşama söz konusu olduğunda hayli nazlı ve küçük adımlarla güçlükle ilerlerken, nefretin dili egemen olduğunda şiddete ve savaşa koşar adımlarla gidiyorlar her yerde.

Tam da böylesi acının kan sıcaklığıyla toplumun üzerine yürüdüğü zamanlarda kullandığınız dil sizi ele veriyor. Aslında hep görünmeye çalıştığınız gibi ilkeli, aklıselim, barıştan ve bir arada yaşamaktan yana bir insan mısınız yoksa böylesi anlarda faşizmin kitle ruhunun o dayanılmaz histerisine kapılarak ağzından ve kaleminden kan sızan bir ölüm kutsayıcısı mısınız?

Her şey böylesi anlarda berraklaşıyor.

Türkiye’nin 11 şehrinden 13 genç adam, henüz 20’li yaşlarında zorunlu askerlik denilen ve AİHM’nin 2006 yılında verdiği karara rağmen[1] insan haklarına aykırı bir devlet zorlamasıyla gitmek zorunda oldukları bir görevde hayatlarını kaybettiler.

Bu 13 genç adamın tamamı zorunlu askerlik hizmetlerinin sadece 4 ya da 5. Aylarında, yani henüz “hazır ol-rahat” komutlarını ve ancak nişan almayı öğrenip acemiliklerini yeni tamamladıkları bir “eğitim döneminde” gönderildikleri bir operasyonda kaybettiler hayatlarını…

TV’lerde kendilerine dair verilen bilgilerden, ekrana yansıyan fotoğraflardan ve acılı ailelerinin görüntülerinden anlaşıldığı kadarıyla tamamı yoksul çocukları.

Bunların hiç biri yeni bilgiler, yeni hikâyeler değil. 30 yıl boyunca böyle 20’li yaşlarında, eline henüz silah tutuşturulmuş on binlerce genç adam arkalarından yakılan ağıtlarla, “vatan sağolsun”larla, “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganlarıyla ve “yetkililerin” o tüyleri ürperten bir soğuklukla papağan gibi tekrarladıkları “devletimiz büyüktür, kanları yerde kalmayacak!” açıklamalarıyla toprağa verildiler.

“Her Türk ne zaman asker doğmaya başladı?” sorusunun yanıtı bazıları için “ezelden beri” olsa da aslında öyle değil. Osmanlı, 1877-78 Rus Savaşı yenilgisinden sonra “zorunlu askerlik” uygulamasına geçmiş. 1908’den itibaren de Osmanlı askeri bürokrasisi “ordu-millet” yaratmanın felsefesini oluşturmaya başlamış. Ordu-millet arasındaki bağın her türlü bağdan güçlü olduğu düşüncesine Cumhuriyet kadroları da sıkı sıkıya sarılmışlar.[2]

Silvan katliamında 13 askerin yanı sıra kim olduklarını, hangi şehirlerden olduklarını bilmediğimiz ama yoksulluklarından emin olduğumuz 7 Kürt genci de hayatını kaybetti. Birileri de onlara “kutsal bir savaş” uğruna dağa çıkmayı telkin etti. Hikâyelerini bilmiyoruz ama onlar da henüz 20’li yaşlarında ölü sevicilerin kurbanı oldular.

Yaşayanların makbul olmadığı, hatta fırsatı bulundukça yerden yere vurulduğu bizim topraklarda ölü sevicilik iflah olmaz bir hastalıktır.

Yaşarken üç kuruşluk değer verilmeyen, nasıl ve hangi şartlarda bir yaşam mücadelesi verdiğine bakılmayan, doğru dürüst karnı doyurulmayan, eğitim verilmeyen, kutsal devletin sıradan tebaası olarak bakılan insanlar, kutsallaştırılan davalar uğruna hayatlarını kaybettiklerinde önem kazanırlar. Tuhaf, dehşetli ve bulaşıcı bir önem verme biçimidir bu. O kadar bulaşıcıdır ki, ister devleti savunurken ölsün, ister o devleti yıkmaya çalışırken ölsün tüm taraflar kendi ölülerini şehit olarak anıp, onurlandırma konusunda yarışırlar.

Hangi tarafta “savaşırken” hayatlarını kaybetmiş olursa olsunlar, hangi adla anılır olurlarsa olsunlar ölenler gencecik, henüz 20’lerinde yoksul çocuklardır… Ve hangi tarafta olursa olsun savaş çığırtkanları bu yoksul çocuklardan sızan kanın kokusuyla kendilerinden geçerek “kana kan, intikam” isterler…

Savaş çığırtkanlarının tüm çabalarına rağmen Türkler ve Kürtler birbirlerini kabul ederek bir arada yaşamanın koşullarını yaratacak psikolojik zemini yakaladılar. Türkiye’de Kürt sorunu çok ağır ve çok gereksiz bedeller ödenerek üzerinde konuşulabilir hale geldi. 

Artık üzerinde konuşabilir hale geldiğimiz bir konu için hiç kimsenin ölmesine öldürmesine gerek yok. Sadece konuşmamız ve bir arada yaşamanın en adil, en mümkün koşulları üzerinde uzlaşmamız gerekiyor. 12 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan atmosfer bu zemini her zamankinden de uygun hale getirdi. BDP’nin desteklediği 36 Bağımsız milletvekili seçildi. Bu zemini ortadan kaldırmak isteyen güçlerin çabalarıyla 6 Bağımsız vekilin Meclis’e girmesinin önüne vicdan kanatıcı, isyan ettirici engeller konsa da ve bu engellerin Parlamentoda ortadan kaldırılması imkânı vardı.

İlk kez toplumun en geniş mutabakatıyla sivil-demokratik bir anayasa hazırlamanın eşiğindeyken ve bu yeni anayasada başta Kürtler olmak üzere Türkiye’de yaşayan tüm halkların 87 yıl boyunca gasp edilmiş haklarının iadesi noktasına gelinmişken bu yoksul gençler toprağa düşmemeliydi…

Şimdi kan ve intikam yemini edenlerin şiddetli çığlıklarını bastıracak çok güçlü bir barış haykırışına ihtiyacımız var. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Rum, Yahudi, Alevi, Sünni, sağcı-solcu bu coğrafyada yaşayan herkes hep bir ağızdan “demokratik çözüme evet, şiddete ve savaşa hayır” diye haykırabilmeli…

Bu ölümlerin mantıklı bir yanı yok… Bu ölümlerin nedeni-niçini, hatası-gerekçesi, suçlusu-masumu yok… Çok ama çok büyük bir yangının eşiğindeyken bunları tartışmak, nedenler-niçinler, gerekçeler, bahaneler üretmek için doğru zaman değil…

Bu şiddete hiçbir mazeret aramaya çalışmadan ya şimdi sesimizi yükselteceğiz ya da bu yangın hepimizi yakacak…

 

 

 

 



[1] AİHM 2006 yılında, vicdani retçi Osman Murat Ülke’nin davasında Türkiye’yi  “zorla askerlik yaptırmak kötü muamele sayılır” gerekçesiyle 11.000 Euro para cezasına çarptırdı. Kararda ayrıca “askerlik hizmeti yapmayı reddedenlerle ilgili olarak yasal düzenleme yapılması” konusunda Ankara’ya çağrı yapıldı.

[2] Dr. Ümit Kardaş, Em. Askeri Hakim, “Zorunlu Askerlik Tarih Oldu”,  Star Gazetesi, 11 Ekim 2010

Bu haber toplam 1674 defa okunmuştur