
Tarihi ziyaretin ardından...
Ortadoğu’nun lideri olma iddiasını taşıyan Sayın Erdoğan, ülkesinde uyguladığı reçeteyle her seçimde oylarını artırmayı başardı. Bu reçetenin aynısı burada da uygulanırsa Kıbrıs sorunu dâhil tüm sorunların ortadan kalkabileceği yönünde bir inanışa s
Ortadoğu’nun lideri olma iddiasını taşıyan Sayın Erdoğan, ülkesinde uyguladığı reçeteyle her seçimde oylarını artırmayı başardı. Bu reçetenin aynısı burada da uygulanırsa Kıbrıs sorunu dâhil tüm sorunların ortadan kalkabileceği yönünde bir inanışa sahip...
Biz böylesi bir reçeteyi kendi siyasal süreçlerimizle üretemedik. Türkiye’de 2000’li yıllarda AK Parti’nin yarattığı sinerji burada yaratılamadı. Siyaset hâlâ eski paradigmaların gölgesinde şükran edebiyatı ve protest kültür arasına sıkışıp kalmış vaziyette. Şükran edebiyatı, “Türkiye ne eylerlerse güzel eyler” anlayışına, protest kültür ise “çözüm olmazsa hiçbir sorun düzelmez” yaklaşımına dayanıyor özünde. Bu iki illet, toplumda ataleti, özgüven eksikliğini ve dar grupların yaygarasıyla icraat odaklı siyaset anlayışına düşmanlığı sürekli yeniden üretiyor.
Bunun böyle olmasını isteyen derin güçler boş durmuyor bu topraklarda. Güneyden ve kuzeyden, müthiş bir etki altındayız. Bu güçler, “mevcut düzeni kimse değiştiremesin” noktasında ittifak halindedir. Kıbrıslı Türkler içinde 1974 sonrası oluşan siyasi duyarlılıkları çok iyi biliyorlar. Bunları kaşımasını da! “Vatan elden gidiyor” kışkırtmasıyla polis teşkilatı içindeki ve Türkiye kökenliler üzerindeki etkilerini devreye sokuyorlar; “Türkiye çözümün önünde engeldir” iddiasıyla Türkiye düşmanlığını sürekli canlı tutmaya çalışıyorlar. Çoğu zaman entelektüel birikimi yüksek bireyler veya dar gruplar üzerinden kotarılıyor bu işler. Buna alet olanların büyük çoğunluğu neye ve kime hizmet ettiğinin farkında bile olmuyor. Onlar halkı “bilinçlendirmeye” çalışıyor ideolojileri ve inançları doğrultusunda. Büyük çoğunluğu asla kötü niyetli değil; sadece paradigmaları eski...
Toplumumuzu yok oluşa sürükleyen, şükran edebiyatına ve protest kültüre takılıp kalmamızdır. Yok oluş tehlikesini ortadan kaldıracak olan ise yerinde ve zamanında hayata geçirilecek reformlardır. Geleceği kurmak adına yaşama geçireceği somut icraatlarla yol alacak bir siyaset kurumu her derde devadır. UBP ve CTP için başarı kriteri artık bu olmuştur. Medyanın da bu doğrultuda kendine çekidüzen vermesi gerekiyor kısa zamanda.
Bu acil bir ihtiyaçtır çünkü Sayın Erdoğan’ın geliştirdiği reçete, Kıbrıslı motiflerle bezenmemiştir. Kalkınma odaklı bu reçete, sağ bir projedir. İnsan unsuru, “ekonominin gelişmesi için kalabalık nüfusa ihtiyaç var” anlayışı ile sınırlıdır. İçinde, 500 yılda oluşan Kıbrıslı Türk kimliğine sahip çıkma duygusu yoktur!
Elimizde şu anda bu reçetenin bir ürünü sayılan, son yılına girmek üzere olduğumuz bir ekonomik krizden çıkış programı vardır. Siyaset kurumu iki katı çaba ortaya koyarak sosyal projeler geliştirmeli, Türkiye ile 2012 sonrası imzalanacak protokoller sosyal ve ekonomik gelişimi birlikte düşünecek yeni bir felsefe üzerine oturtulmalıdır. Sayın Erdoğan’ın üzerine benzin döktüğü Türkiyeli-Kıbrıslı çatışmasını ortadan kaldıracak; fırsat eşitliğini öngörecek; çözüm paradigması ile uyumlu bir vatandaşlık politikasını gözetecek; yeni ekonomi koşullarına adaptasyona dönük eğitim faaliyetlerini ihmal etmeyecek bir “çok çalışma dönemine” hazırlanmalıyız.
Sayın Erdoğan’ın ziyareti önemliydi. Tam da beklenildiği gibi reçetesini güçlü bir şekilde savundu. Ataletle savaşta buna ihtiyacımız vardı. AB de olsa, yapacağı farklı bir şey değildi. AB’nin aksine Sayın Erdoğan’ın ihmalkâr olmayan tavırları uluslararası kamuoyunun dikkatinden kaçmadı.
Ancak ziyareti boyunca şükrancılardan medet umdu, sosyal boyutları üzerinde hiç düşünülmemiş ifadeleriyle kaygılarımızı derinleştirdi.
Yine de bilmeliyiz ki kaygılarımızı da gözeterek yapacağımız her reform büyük oranda Türkiye’nin finansman desteğine muhtaçtır; sağlıklı ilişkiler kurmak her koşulda şarttır. Şükran edebiyatı ve protest kültür esasta bu diyaloğa zarar vermektedir. Siyasette ve medyada sağduyunun hâkim kılınması bu nedenle önemlidir.
Özetle, bu ziyaretle birlikte yeni dünya düzenini kavramış güçlü bir sol partiye ihtiyaç daha da artmıştır...