1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Çocuğunun önünde dövülen baba
Çocuğunun önünde dövülen baba

Çocuğunun önünde dövülen baba

Bir baba... Yüreği sevgi dolu... Sadece kızına vermemiş sevgisini... Yurduna... Toplumuna... İnsanlığa... Kalbinde yer açmış onlara da... Hep ‘biz’ demiş, hayatında... ‘Bencil’ olamamış. Memleketi için, güzel günler için çabalamış.

A+A-

Bir baba...
Yüreği sevgi dolu...
Sadece kızına vermemiş sevgisini...
Yurduna...
Toplumuna...
İnsanlığa...
Kalbinde yer açmış onlara da...
Hep ‘biz’ demiş, hayatında...
‘Bencil’ olamamış.
Memleketi için, güzel günler için çabalamış.
Demokrasi istemiş, barış istemiş gücü yettiğince, sesi çıktığınca...
Kendi kızı, kendi çocuğu kadar diğer bütün çocuklar da ‘güzel günler’ görsün istemiş.
Düşmanlığın değil, dostluğun başat olduğu bir dünya özlemiş.
‘Motorları maviliklere sürmeyi’ hayal etmiş hep...
İnancından taviz vermemiş asla...
‘Bir ağaç gibi tek ve hür’ ama aynı zamanda ‘bir orman gibi kardeşçesine’ bir yaşam kurulması için kavga vermiş.
Çocuğuna bırakacağı en iyi mirasın ‘onurlu bir duruş’ olduğuna inanmış ömrü boyunca...
**
İşte o babaydı önceki gün bir polisin vurup ağzını burnunu parçaladığı!..
‘İngiliz piçi’ diye girişmiş polis memuru...
Hasan Güneşler, Hava-Sen çadırı önünde yaşadıklarını anlatırken “Yediğim yumrukların ve vurulan dört dikişin acısı, bu lafın acısının yanında hiç kalır” demişti canlı yayında...
Video görüntüleri çok açıktı.
Yolun karşısında toplanan polisler bir talimat üzerine harekete geçiyor ve sağa-sola bakmadan eylemcilerin üzerine yürüyordu.
‘Suç’ neydi?
Polis hangi ‘gerekçe’ ile kalabalığın üzerine yürüyordu?
Neden hiçbir ‘uyarı’ yapılmadan, doğrudan saldırıya geçilmişti?
Bilen yok.
Ekrana yansıyanlar, polislere “ezin, geçin” denildiğini anlatıyordu!..
**
“Çocuğum yanımda ağlıyor” demişti Hasan Güneşler...
Babasının kanlar içinde kalışını gören çocuk gözyaşlarına boğulmuştu.
Gururu incinmişti onun da, belli...
Babasının dudağından, burnundan sızan kandan da...
Cevapsız “neden” sorusundan da...
Yanıtı yoktu çünkü, “ne diye böyle olduğu”nun...
Babası ‘hırsızlık’ yapmamıştı.
Birine ‘fenalık’ etmemişti.
‘Arsızlık’ edip bir yerleri soyup soğana çevirmemişti.
Kimseyi ‘öldürmemiş’, ‘dövmemiş’, ‘incitmemiş’ti...
Babası ve diğer abileri, ablaları ‘hak’ aramak için kol kola girmişlerdi sadece...
‘Demokratik hak’tı kullandıkları...
Birden ‘polis amcalar’ hareketleniyor, üzerlerine geliyor ve sille-tokat girişiyorlardı.
Babasının yüzünden kanlar akıyordu.
Bunu gördü ve ağladı 14 yaşındaki kız...
Yazıklar olsun!..

 


‘Pankart’a tutuklama kararı!

 

Fazla teoriye hiç gerek yok...
Faşizm, önceki gün uygulananın ta kendisidir!..
Bir ‘pankart’ için ‘tutuklama kararı’ çıkarılabiliyorsa bir ülkede, orada ‘demokrasi’den söz edilemez.
Üzerinde ne yazarsa yazsın...
Küfür yoksa içeriğinde eğer, ona dokunmak aklına gelmez demokratik kafaya sahip olanların...
Anayasa ve evrensel insan haklarının koruması altındadır düşünce ve anlatım özgürlüğü...
Basın özgürlüğü de öyle...
Bu yüzden ‘faşizm’dir uygulananın adı!..
Hava-Sen önünde ağzı-burnu dağıtılan insanlara uygulanan ‘şiddetsiz güç’ ise bu baskıcı anlayışı deşifre eden görüntüler olarak hafızalara kazındı.
İşin çok daha vahim noktalara ulaşması ihtimali vardır.
Ama zaten gelinen nokta için ‘vahim’ tanımını yapmak mümkündür.
Ve tüm bu olup bitenlerin ‘ipuçları’ şu meşhur TC-KKTC protokolünün içeriğinde vardır.
İki yıldır bu ülkede uygulanan protokolün öngördüğü ‘yeni elbise’, buna itiraz edilmesi durumunda demokratik hakların budanmasını da öngörüyordu çünkü...
Sendikalar Yasası, Dernekler Yasası, düşünce ve ifade özgürlüğü ile diğer demokratik hakların geriletilmesi hedefleri o metinlerde yazıyordu.
Savrulan yumruklar, indirilen pankartlar ‘faşizm’in adım adım ilerlediğinin göstergesidir.
En vahim olanı ise İçişleri Bakanı Nazım Çavuşoğlu’nun söyledikleridir.
“Böyle bir günde bu pankartın asılmasını onaylamıyoruz” sözleri, demokrasi açısından dikkatle üzerinde durulması gereken bir açıklamadır.
Bu durumda hukuk kurallarının değil, keyfiyetin ‘iktidar’ olacağı açıktır.
“Hangi gün hangi pankartın açılabileceği” yönetimde kim varsa, onun iki dudağı arasına olacak demektir!..
İkinci ‘Toplumsal Varoluş’ mitinginde bazı pankart ve Kıbrıs Cumhuriyeti bayraklarının toplatılması kararı da tamamen aynı anlayışın ürünüydü.
O anlayışın adı ise literatürde bellidir.
Faşizm!..

 


SİM olmasaydı...


1998 yılının böyle bir günü yayına başlamıştı SİM FM...
11 yıl sonra, 2009’da ‘kardeş’i doğdu: Kanal SİM...
‘Ağabey’ YENİDÜZEN’le beraber ‘UNITED MEDYA’ oluştu.
Bu toplumun ‘sesi’ olabilmek için...
Söylenmeyeni söylemek, gösterilmeyeni göstermek için...
Barışın, demokratikleşmenin, evrensel değerlerin ve emek mücadelesinin ‘soluğu’nu açmak için...
Son iki günde ‘yaşananlara’ ve ‘yayınlara’ bakın lütfen...
SİM’in ‘anlamı’ da ‘önemi’ de çok daha açık değil mi?

 

 

 

 

Bu haber toplam 1730 defa okunmuştur