1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir Limasol Gezisi
Bir Limasol Gezisi

Bir Limasol Gezisi

Bir Limasol Gezisi

A+A-

Tuncer Bağışkan

Uzun yıllar Avustralya’da kaldıktan sonra Kıbrıs’a kesin dönüş yapan arkadaşım Tözüm ile eşi Münüse hanımın Kıbrıs’a geldikten sonra Limasol’a hiç gitmediklerini öğrenince, Limasol’u ailece ziyaret etme kararı alıyoruz. Ancak sadece Limasol’a gitme yerine, eski Lefkoşa - Limasol ana yolu üzerindeki bazı köyleri de ziyaret etmemiz daha cazip geliyor. Böylece 13 Mayıs 2014 tarihinde yola koyuluyoruz. İlk durağımız ise Larnaka kazasına bağlı Aytottoro köyü oluyor.

Ayios Theodoros (Aytottoro - Boğaziçi) Köyü

Amberibulya (Pulya) kuşu ile özdeşleşen bu köyümüz genel olarak Agios Theodoros ile Aytottoro adlarıyla biliniyor. Agios Theodoros’un Kıbrıs’ta sevilen bir aziz olduğu ada genelindeki beş ayrı köye adının verilmesinden anlaşılıyor. Bunlar sırasıyla Larnaka kazası (Aytottoro - Boğaziçi), Karpaz kazası (Çayırova), Dillirga bölgesi (Bozdağ), Solya bölgesi ve Limasol kazasına bağlı Bitsilya bölgesinde bulunuyor.

Köy, Bendaşşino deresinin iki yakasına kurulan karma bir köydü. 1960 nüfus sayımında 1210 kişilik nüfusunun 525’i Rum, 685’i ise Türk idi. Köyün geçmişi Ortaçağa dayanıyor. Şimdiki köyden önce bu civarlarda Bendaşşino adıyla bilinen eski bir yerleşim birimi vardı. 1573 yılında Abraham Ortelius’un yapmış olduğu haritada adı ‘Pentasino’ olarak geçer. 24 Nisan 1491 tarihindeki yer sarsıntısından harap olduğundan sağ kalanlar köyü terk ederler. Latin döneminde bir fief (Feodal bir beyin tımarı) olduğundan çevresindeki Maroni, Aleminyo ve Köfünye gibi varlıklı bir köydü. Osmanlı döneminde geniş arazileri olan çiftliklere ayrılarak Lala Mustafa Paşa ile Piyale Paşa’nın askerlerine verilir. Daha sonra köy halkı denizden gelen korsanlardan korunmak amacıyla denizden görünmeyen tepelerin gerisindeki şimdiki Ayios Theodoros köyüne yerleşirler.

Bendaşşino’nun çok büyük Gufi yılanıyla ilgili olan bir söylencenin değişik varyantları günümüze gelmiştir. Söylencenin bir varyantına göre Bendaşşino deresinin ağzındaki bir mağarada çok büyük bir Gufi yılanı yaşarmış. Bir kuzuyu, hatta bir insanı bütün olarak yutabilecek büyüklükteymiş. Bu nedenle çevre köylüleri ondan çok korkarlarmış. Çoğu avcılar onu öldürmeyi denemiş olmalarına karşın derisi çok kalın olduğundan başaramamışlar. Korkunç bir ıslığı, iki boynuzu ve kendine bakanları ipnotize eden bir çift iri gözü varmış. Yanına yanaşan hayvanlar ile insanları ipnotize edip zehirledikten sonra onları bütün olarak yutarmış. Nihayet yabancının biri onun nasıl öldürülebileceğini köylülere tarif etmiş. Onlar da insan şeklinde bir çuval dikip içini sönmemiş kireçle doldurmuşlar, üzerine de kuzu kanı sürdükten sonra torbayı yılanın mağarasının önüne koymuşlar.  Yılan torbayı görünce insan sanıp yutmuş, sonra da susuzluğunu gidermek için dereden su içmeye başlamış. İçtiği su midesindeki sönmemiş kireçle temas edince kireç alev alev yanmaya başlayınca midesi patlayarak ölmüş. Böylece bölge halkı yılandan kurtulmuş.

Amberibulya, Sycalidia ve Beccafico (Beccafichi) adlarıyla da bilinen Pulya kuşunun, Aytottoro köyüyle özdeşleştiğini yukarda da söylemiştik. Ağustos-Kasım döneminde havanın soğuması üzerine kuzeydeki Sibirya ile İskandav ülkelerinden ayrılan bu kuşlar,  sıcak olan Orta Afrika’ya ve özellikle de Sudan’a varmadan önce Kıbrıs’a uğramakta ve Aytottoro’da da belli bir süre kaldıktan sonra yollarına devam etmektedirler. Yakın geçmişimizde ökse denen yapışkanlı çubuklar ve ağlarla avlanan bu kuşların, Ortaçağlarda sirke turşusu yapıldıktan sonra Venedik ile başka ülkelere ihraç edildiği, M.S 1625 yılında Kıbrıs’ı ziyaret eden Pietro Della Valle tarafından da kaydedilmiştir.

Aytottoro köyünün cami ve mektebi

Köye varınca ilkin minaresiz olan camisini ziyaret ediyoruz. Eskiden kahvehane olarak kullanılan alt kattaki bina ile üst kattaki camiyi yapmak için faaliyete geçen Aytottorolular,  Haziran 1895 tarihinden önce kendi aralarında 7326 kuruş (£43.01.0) toplamışlar ve inşaatı caminin imamı Mehmet Hilmi Ahmet Efendi ile cami vakfı mütevellisi İbrahim Efendi’nin sorumluluğunda başlatmışlardı. Bu paranın 2698 kuruşuyla inşaat malzemesi satın almışlar, geriye kalan paranın 2394 kuruşunu inşaatı gerçekleştiren yedi Rum ustaya (Damiano Çolak, Tafi Neokci, Hacı Stilyano, Kiryaki, Pasastevka, Dannano Çolak ve Yannagi Taşçı’ya) öderlerken, 4624 kuruşunu da inşaatta işçi olarak çalışan 23 Türk işçiye ödemişlerdi. Ancak toplanan para tükenince inşaat yarım kalır. Nihayet eksilen paranın bir kısmı köylüler, bir kısmı da Evkaf tarafından karşıladığından, inşaat 22.7.1896 tarihinden sonraki hafta içinde tamamlanır.

Köyün en eski sibyan mektebi 1903 yılından önce caminin bitişiğindeydi. Ancak çocukların sayıları arttığından tek odaya sığmadıklarından yeni bir mektebin yapılması gerekmekteydi. Ancak Evkaf İdaresi yeni yapılacak mektebe mali katkı yapmayacağını bildirdiğinden, köylüler de Mehmet Emin Hüseyin’in 10 lira değerindeki arazisine şimdiki mektebi inşa ederler. Giriş kapısı üzerindeki taş yazıtta Evkaf İdaresi’nin adının yer almaması, köylülerin inşaata para vermeyen Evkaf’a duydukları tepkinin bir kanıtı olarak görülmektedir. Mektep muallimi Mehmet Cemil’in eski Türkçe olarak yazdığı ve tutanak niteliği taşıyan 8 Muharrem 1321 (6 Nisan 1903) tarihli yazıtta, mektebin yapımına Maarif Dairesi’nin 10 lira, El-Hac Hamid Bey’in 10 lira, Cami-i Şerif’in 19 lira ve Mani Hüseyin Efendi’nin 15 lira olmak üzere toplam 54 lira bağışta bulundukları kayıtlıdır.

İskarino (Skarinou) Durak Yeri

Aytottoro’dan ayrıldıktan sonra eski Lefkoşa - Limasol - Baf ana yolu üzerinde bulunan eski İskarino durak yerindeki tesisi ziyaret ediyoruz. Eskiden bu güzergâhta seyahat eden yolculara burada ihtiyaç molası verildiğinden, Kıbrıs genelinde bir ‘durak yeri’ olarak ünlenmiştir. Önceleri Ropa ailesi tarafından çalıştırılan bu tesiste konaklayanlar kahve içerler, bölgenin ünlü göçmen kuşu olan Amberibulya (Pulya) yerler ve diğer ihtiyaçlarını karşılarlardı. XX’inci yüzyılın başlarından itibaren yaklaşık 60 yıl süreyle bu şekilde faaliyet göstermiş, ancak 1983 yılında Lefkoşa – Limasol otobanının yapılması bu yerin sonunun başlangıcı olmuştur.

Son yıllarda Ktima Georgiadi adında bir kişi tarafından yerel yemeklerin yapımının öğretildiği bir Agro turizm eğitim merkezi, Dihora restorant, organik ürün satışı, hotel, çiftlik, resepsiyon, konferans, eşekli grup gezileri, sergi, müzikli gece ve folklorik müze hizmeti sunan bir merkez olarak kullanılmaktadır. Burada satışı yapılan organik ürünler arasında ilk nazarda feslikân ile limonlu zeytinyağı, harnıp betmezi, pastelli, bal, şarap, sucuk, köfter ve zeytinyağı ile diğer bitkilerden yapılan sabunlar ile kozmetikler dikkatimi çekiyor. Küçük olan müzede tarım aletleri sergilenirken, avluda ise eski zeytinyağı presi, zeytin ezme değirmeni, zivaniya üretim aleti, katır arabası, ‘garotsa ve diğer ziraat aletleri sergileniyor. Tesisi ziyaretimiz sırasında oradaki bir Rum eğitmen, Kıbrıs’ta yaşayan Rus ailelerinden oluşan bir gruba Kıbrıs köftesinin yapılması dersi vermekteydi.

Eski bir köprünün yanındaki İskarino durak yeriyle ilgili olan Osmanlı dönemine ait bir rivayet geçtiğimiz günlerde değerli dostum Yorgozlu Adem Sadrazam tarafından bilgime getirilmişti. Rivayete göre Osmanlı döneminde yurtdışıyla olan temaslar İskele limanından sağlanırmış. Bir gün Şeher’den topladığı vergi paralarını katıra yükleyen bir Ağa, İskarino köyüne gelince, hem yol yorgunluğunu atmak, hem de açlığını gidermek için orada durak yapmış. O zamanlar İskarino’nun olduğu yerde bir köy değil, kerpiçten yapılmış yarı yıkılmış durumda köhne bir han varmış. Bu hanı ise yaşlı bir Rum ile çok genç ve güzel olan kızı çalıştırmaktaymış. Ağa Hana gelince yükünü indirmiş, katırını bağlamış ve karnını doyurmuş. Vakit hayli geç olduğundan burada gecelemeye karar vermiş. Ancak hancının kızını gözüne kestirdiğinden fakir olan babasının iznini de alarak geceyi onunla birlikte geçirmiş. Sabah olunca mutlu ve mesut bir şekilde yaşlı hancıya teşekkür etmiş, geri dönüşünde yine burada kalmak istediğini söylemiş. Bu arada ona hizmetine ve geçirdiği gecenin hatırına bir kese altın verdikten sonra oradan ayrılmış. Ancak geri döndüğünde konakladığı eski hanın yerinde koskocaman modern bir han bulmuş. İşte o günden sonra İskarino köyünün kurulup bugünkü durumuna geldiği rivayet edilmektedir.

Lefkara Köyü

İskarino’dan sonra Lefkara işleriyle ünlü olan Lefkara köyüne varıyoruz. Eski Yunancada köyün adı “Küçük kavak koruluğu” anlamına gelmekte olup, Ortaçağda Kıbrıs’ın asayiş koruyucusu Sör de Naves’ın bir fief’i idi. Köyün ünlü nakışının Kıbrıs’a Ortaçağda Ceneviz ile Venedikliler tarafından Sicilya’dan getirildiği sanılıyor. Zamanla ünlendiğinden 1481 yılında Kıbrıs’a gelen Leonardo da Vinci, Lefkara işiyle yapılan bir masa örtüsünü satın alarak Milano Katedrali’ne hediye etmişti. Bu nedenle Lefkara nakışının bir modeli Leonardo da Vinci adıyla bilinmektedir.

Köyün daracık yolları boyunca uzanan bitişik nizamdaki evleri bölgede bulunan yassı taşlarla inşa edilmiştir. Eskiden Rumlarla Türklerin birlikte yaşadıkları Yukarı Lefkara köyünde Türkler aşağı mahallede oturmaktaydı. Bu nedenle ilk nazarda aşağı mahalledeki caminin tek şerefeli minaresi ile yanındaki kilisenin çan kulesi dikkatimi çekiyor. 1835 yılına kadar köyde herhangi bir cami bulunmadığından, bu tarihten sonra köye bir cami yapılmıştı. Ancak zamanla Lefkaralılara yetmediğinden şimdiki cami inşa ediliyor. Eskiden caminin çatısına kadar uzanan merdiven ayakları camiye minare görevi görmekteydi. Şimdiki minare ise 1953 yılında Amerika’da yaşayan Lefkaralılardan toplanan paralarla eski minare basamaklarının yerine inşa edilmiştir.

Limasol’a ulaşıyoruz

Lefkara’dan sonra Limasol’a ulaşıyoruz. İlk uğrak yerimiz Köprülü Hacı İbrahim Ağa Camisi oluyor. İlkin 1825 yılında Dere Camisi adıyla yapılan cami Garilli Deresi taşkınında yıkılmıştı. Şimdiki cami ile minare ise 1.8.1906 – 19 Temmuz 1913 tarihleri arasında Köprülü Hacı İbrahim Ağa’nın varisleri tarafından inşa edilmiştir. Camiyi ziyaretimiz sırasında bahçesinde bulunan 1853/54 tarihli Süleyman Paşa’nın mezarı ile camiyi yaptıran Köprülü Hacı İbrahim Ağa ile oğlu Hüseyin Ağa’ya ait mezarların arasına yapılan tuvalete içerliyorum. Cami bahçesinin gerisinde boş yer olmasına karşın tuvaletlerin mezarların ortasına yapılması anlaşılır gibi değildi. Daha sonra Ankara Sokağı boyunca yürüyerek Limasol Kalesi’ne ulaşıyoruz. Cankurtaran Kalesi ile Lefteri Kalesi adarıyla da bilinen bu kale Bizans, ya da Lüzinyan dönemine ait bir kalenin üzerine Venedikliler tarafından yapılmış, Osmanlı döneminde ise tamir edildikten sonra yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Zamanla çevresindeki mezarlık alanı ortadan kaldırıldığından, bunların anısına hürmeten kalenin avlusuna anıt niteliği taşıyan iki mezar taşı dikilmiştir. Geçtiğimiz yıllarda kalenin dışındaki yayalaştırılan yolda yapılan arkeolojik kazılarda Osmanlı devrine ait lüle taşlarına (takım) rastlandığı kazı ekibinde görevli bir arkeolog tarafından bilgime getirilmişti. Bunun üzerine tarihlemeyi yapabilmeleri için kendilerine bazı bilimsel kaynaklar ulaştırmıştım. Daha sonra kalenin doğusunda bulunan Cami-i Kebir’i ziyaret ediyoruz. Bir kilisenin üzerine inşa edilen eski caminin yapılış tarihi kesin olarak bilinmiyor olmasına karşın, yanındaki ikinci caminin mimar William Williams’ın çizdiği plana göre 1906 yılında Rum Usta Neofitos Lanitis tarafından inşa edildiği arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Caminin yanındaki Osmanlı hamamı kapalı olduğundan, önünden geçtikten sonra kalenin civarındaki restorantlardan birinde öğle yemeğimizi alıyoruz. Yemek sonrasında ise halen Gazi Paşa adını taşıyan meydanda bulunan ve 1973 yılında bir kamyonun çarpması sonucu yıkıldıktan sonra geçtiğimiz yıllarda yeniden inşa edilen kubbeli çeşmeyi ziyaret ediyoruz. Çeşmenin yapım tarihi bilinmiyor olmasına karşın, Osmanlı döneminde Limasol’un şehremini (Belediye başkanı) olan Süleyman Ağa (paşa) tarafından yapıldı ve bu kişinin 1853/54 tarihli mezarının ise Köprülü Hacı İbrahim Ağa Camisi avlusunda bulunduğu bilinmektedir.

Kalavason Köyü

Limasol’dan sonra Lefkoşa’ya dönerken bir zamanlar Türklerle Rumların karma olarak yaşadıkları Kalavason köyüne de uğruyoruz. 1960 nüfus sayımına göre köyde 243 Türk ve 881 Rum yaşamaktaydı. Köye vardığımızda kahvehanede oturan köylülerden hayli yakınlık görüyoruz. Hatta kahvehaneye sonradan gelen Paşaköylü Kiryagos Pelikanos’un 1958 yılına kadar eski terzilerimizden İrfan beyin kalfası olduğunu da ondan öğreniyoruz. Bu yerleşim birimi geç neolitik devirde (M.Ö 5200 - 3900) Filistin civarından adaya yeni gelen insanların kültürlerini temsil etmektedir. Geç Tunç devrine rastlayan M.Ö 14-13’üncü yüzyıllarda ise buradaki bakır ocaklarından sağlanan bakır filizleri Kition olarak bilinen şimdiki Larnaka’ya taşınmaktaydı. Kition’daki izabe ocaklarındaki işlem sonrasında sağlanan bakır ise Mısır’a ihraç edilmekteydi. 

Köy camisinin Osmanlı dönemine ait olduğu Evkaf arşiv belgelerinden anlaşılıyor. 1868 yılı itibariyle Tatlısululu Hacı Mehmet Ağa, Limasol, Tatlısu ve Kalavason Camileri için toplam 13000 kuruş tutarında bir vakıf oluşturmuştu.  Köylülerinin aldığı bir kararla caminin payına ayrılan 5000 kuruşun büyük bir kısmı minarenin tamirine harcanıyor. Minarenin şerefe korkuluk levhalarının her birinin üzeri ardışık düzende ay ile yıldız, altı kollu yıldız ve bir saksıdan çıkan dal ile çiçek motifleri ile bezenmiştir. 1880’li yıllarda cami vakfının mütevellisi sırasıyla Salih Efendi ve Mehmet Sadi Efendi idi. Ve Vakıf kayıtlarına dayanarak bu sırada camiye kayıtlı 232 zeytin ağacı, 276 harnıp ağacı, 71 dut ağacı, 76 dönüm arazi, 1 kahvehane ve 1 bahçe bulunduğunu da belirterek bu haftaki yazımızı da sonlandırmış olalım.

Bu haber toplam 4163 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 164. Sayısı

Adres Kıbrıs 164. Sayısı