1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Umutsuzluk
Umutsuzluk

Umutsuzluk

Yerelde zenginlerin, dünya çapında ise güçlülerin idarede olması ideolojik olarak yerini o kadar sağlamlaştırdı ki görünürde ne bir iyiye gitme ne de ulusal ya da ekonomik eşitlik umudu bulunmamakta.

A+A-

Yazar: Branko Milanovichttps://branko2f7.substack.com
Çeviren: Seda A. Refik

Dünya şu anda İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana en kötü durumunda cümlesi ne çok abartılı ne de özgün bir cümle aslında. Nükleer bir savaşın kıyısında olduğumuz bir zamanda da zaten insanlara durumun böylesi bir halde olduğunu anlatmak için çok da fazla kelimeye ihtiyacımız yok.

Buradaki soru şu: Buraya nasıl geldik? Ve buradan çıkış var mı?

Buraya nasıl geldiğimizi anlamak için Soğuk Savaş’ın bittiği zamana geri gitmemiz gerekiyor. Tıpkı I. Dünya Savaşı gibi Soğuk Savaş da iki tarafın da sonunda ne olduğunu farklı şekilde anlamasıyla sonlanmıştır: Batı dünyası Soğuk Savaşın Rusya’ya karşı kapsamlı bir zafer kazanılarak sona erdiğini düşünürken Rusya ise bu savaşı kapitalizm ve komünizmin ideolojik yarışının sonu olarak kabul etmiştir: Rusya komünizmi üzerinden attığı için, diğer kapitalist güçlerin yanına bir diğer güç daha eklenmiştir.

Günümüzde yaşanan çatışmanın kaynağı bu yanlış anlaşılmanın temelinde yatmaktadır. Bununla ilgili birçok kitap yazılmış ve yazılmaya devam edilecektir. Fakat hepsi bu da değil. Hem (eski) Batı ile (eski) Doğu kötü bir yol tercih ettiği için Avrupa-Amerikan dünyası da kötü bir yola girmiştir. Batı dünyası uzlaştırıcı tavrıyla yerelde sosyal-demokrasiyi ve hem yerelde hem de militan büyüme ile yurtdışında neo-liberalizm için uluslararası muhalif askeri bloklar olmadan bir dünya öngörme isteğini reddetmiştir. (Eski) Doğu ise ekonomide özelleştirme ile kuralsızlaştırmayı ve yeni bağımsız devletlerin altında yatan ulusal ideolojilerde dışlayıcı ulusalcılığı benimsemiştir.

Doğu ve Batı’daki bu aşırı ideolojiler iyi niyetli insanların umut ettiklerinin tam da tersi olmuştur. Batıdaki sömürgeci ve yarı-sömürgeci savaşlar ile Sovyet işgalleri sona erdikten sonra yaşamayı diledikleri yer, savaş çığırtkanlığı yapan müttefiklerin ortadan kalkarak militarizmin sona erdiği, ılımlı sosyal demokrasiyi barındıran iki sistemin yakınlaştırıldığı bir dünyadır. Ama elde var sıfır: bir sistem diğerini yutmuş; sosyal demokrasi ölmüş veya zenginler tarafından yozlaştırılmış veya tamamen onların eline gelmiş; militarizm gözü pek yabancı işgalleri yaşatmış ve NATO’nun büyümesi yeni norm halini almıştır.  Eski Üçüncü Dünya’da, Batı’nın zaferi sömürgeciliğe karşı mücadelenin yeniden yorumlanmasına yol açmıştır. Tüm yerel ilerici unsurlarından yoksun olması da serbest kalmış yeni ülkelerde büyük yolsuzluğa yol açmıştır.

Anlayış ya da tamamen ilgi eksikliklerinden ötürü Doğu Avrupa’daki değişimlerin kendisini yanlış anlayan “ıvır zıvır meraklıları”, entelektüeller 1989’da yaşanan devrimlerin liberalizm, çok kültürlülük ve demokrasi devrimleri olduğunu söylemektedir. Farkına varmadıkları bir şey vardır ki o da eğer bu devrimler çok kültürlülük ve hoşgörü devrimi olsaydı çok uluslu devletlerin ayrılmasına çok da bir gerek olmazdı. Hayır, yani böyle bir ayrılık çok kültürlülük fikrine tamamen zıt. Böylelikle milliyetçilik de demokrasi ile birleşmiş oldu.

İşte bu kişiler savaş sonrası ilericiliği tamamen değiştirmeyi başardılar. Kalkınma ve ilerlemenin piyasa (kapitalist) ekonomisi ve sosyalizmin en iyi unsurlarının birleşimi, dünya ilişkilerinde güç diplomasisinin ortadan kalması ve Birleşmiş Milletler kurallarına uymak anlamlarına gelmesi yerine tarihin yeni anlayışında ilericilik yurtiçinde kontrolsüz piyasa ekonomisi, yurtdışında eşit olmayan gücün “liberal uluslararası düzeni” ve ideolojide tek düşünce anlamına gelmektedir.

Barış içerisinde yaşanacak sosyal demokratik kapitalizm yerine ilerici olmak, karşı duran herkese savaş açmanın mümkün olduğu neo-liberalizm anlamına gelmeye başlamıştır. Yurtiçinde sosyalizm ve kapitalizmin hafif ve zararsız birleşimi ile uluslararası anlamda eşit güç yerine bize sunulan ise ülke içinde zenginlerin ve uluslararası arenada da büyük ülkelerin gücü olmuştur. Duruma aykırı şekilde ilk kez “liberal zafer” anında yarı-sömürgeci hegemonya için garip bir dönüş olmuştur.

Bugünün bakış açısından ise geriye kalan ise önceden belirlenmiş gibi görülmektedir. 1989 devrimlerine güç vermiş Doğu Avrupa’daki düşmanca milliyetçilik dünyanın o tarafında bulunan en güçlü ülke olan Rusya’yı girdabında yutmuştur. Yabancı düşmanlığı içeren milliyetçilik her yerde aynıdır: Estonya, Sırbistan, Ukrayna, Rusya ya da Azerbaycan. Ülke ne kadar büyürse, o kadar istikrar bozan ve emperyalist bir hâl almaktadır.  Doğu Avrupa’da milliyetçi devrimler olarak başlayan şey Rusya’da kontrolsüz milliyetçilik devrimi olarak sonra eriyor: Bu devrim aynı ideolojik hareket olmakla birlikte hedefi “kayıp” toprakların liberalleşmesi değil yeniden kazanılması olarak ortaya çıkıyor.

Yerelde zenginlerin, dünya çapında ise güçlülerin idarede olması ideolojik olarak yerini o kadar sağlamlaştırdı ki görünürde ne bir iyiye gitme ne de ulusal ya da ekonomik eşitlik umudu bulunmamakta. Şimdi ise bu kötü eşitsizlik ideolojisi içerisinde felaket gidişatı tanımlayan, destekleyen ve savunan entelektüel elitlere çok fazla sorumluluk düşmektedir. Umutsuzluk sadece insanlığın bir kısmı olarak yok olmanın kıyısında durduğumuz şu anı değil aynı zamanda geleceği de sarıp sarmalıyor. İlerici düşünce etkisini kaybetmiş, yeniden şekil almış ve kökten kazılmış haldedir. “Özgürlük” adı altında Orta Çağ karanlığı ise inişe geçmiştir.

Bu haber toplam 3173 defa okunmuştur
Gaile 495. Sayısı

Gaile 495. Sayısı