
"Tek derdimiz anlaşılmaktı"
Sanatseverlerin yakından tanıdığı isim Şaziye Konaç, Rüstem Kitabevi sanat koordinatörü … Yalnızca sanatla iç içe bir isim değil, aynı zamanda kendine özgü hikayesiyle de etkileyici.
Simge ÇERKEZOĞLU
Sanatseverlerin yakından tanıdığı isim Şaziye Konaç, Rüstem Kitabevi sanat koordinatörü … Yalnızca sanatla iç içe bir isim değil, aynı zamanda kendine özgü hikayesiyle de etkileyici. Bugüne kadar pek çok farklı projeyle sanat dünyasına katkı sunan Konaç’ı dinleme fırsatını, nihayet geçtiğimiz günlerde ikinci kez hayat bulan Kıssa projesindeki Kerpiç isimli oyunu sayesinde yakaladım.
Herkesin hayatta bir an için bile olsa, ‘benim derdimi anlayın’ dediği bir vakit vardır. Kerpiç, işte böyle derin bir arayışın ürünü gibi. Sadece bir oyun değil, aynı zamanda geçmişle bugün arasındaki derin bağları sorgulayan yolculuk. Şaziye Konaç, babasının geçmişiyle olan ilişkisini, günümüz ilişkileriyle harmanlayarak izleyiciye ‘anlaşılmak’ üzerine çağrıda bulunuyor. Oyun ilişkilerdeki derin çatışmaları, duygusal boşlukları ve anlaşılma çabalarını sahneye taşırken, abartıdan uzak, akıcı bir dil olan Kıbrıs ağzının gücünden yararlanarak, hem yerel hem evrensel duyguları canlandırıyor.
“Doğru bir yerde olduğumu hissediyorum”
Şaziye Konaç’ı Rüstem Kitabevi’nde süren çalışmalarıyla her ne kadar yakından tanıyor olduğumu düşünsem de konuştukça hiç tanımadığımı fark ediyorum. Tiyatroya olan merakı ve İstanbul’daki hayatını benimle paylaşıyor.
“İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okudum, bu süreçte tiyatroya ilgim başladı. Eğitim almak, oyunculuk yapmak istiyordum. Mezuniyetimin ardından Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde bir yıl oyunculuk eğitim aldım. Bunu Sadri Alışık Tiyatro’su takip etti. Ardından İngiltere’de metin sahneleme üzerine yüksek lisans yaptım. İstanbul’a geri döndüğümde Ferhan Şensoy’un Ses Tiyatrosu’na bağlı birim olan Nöbetçi Tiyatro’da sahneye çıkmaya başladım. Üç yıla yakın orada Ferhan Şensoy’un öğrencisi oldum. Yönetmenliğin nasıl yapıldığını öğrenmeye orada başladım. Bir süre daha bir özel tiyatroda farklı alanlarda çalıştıktan sonra, on altı yıl süren akademik deneyim ve tiyatronun ardından pandemi sürecinde Kıbrıs’a döndüm ve çok mutluyum. Doğru bir yerde olduğumu hissediyorum. İlk başta çok zorlandım, kimseyi tanımıyordum. Sanat hayatından da çok kopuktum. Rüstem Kitabevi’nin sanat koordinatörlüğünü yapıyorum. Böyle bir yerde çalışmaya başlamak benim için büyük bir avantaj oldu. Herkesi her an bulabileceğim, tanışabileceğim bir ortam yakaladım. Rüstem’de çocuk tiyatrosu başlattım. Üst katta sahne kurmak için yardım kampanyası başlattık, hala desteğe ihtiyacımız var. ”
“İnsanların en çok üstüne düşündüğü şeylerden biri; ilişkiler”
Kıssa ilk kez geçen yıl bir şiir üzerinden yazılan tiyatro oyunları ile başladı, çok beğenildi, devamı da geldi. Kıssa hem anlatı anlamına geliyor, hem de kısalığı çağrıştırıyor.
“So Kolektif’e, ben sonradan dahil oldum. Ben de İstanbul’da seyircilerin oda oda gezdiği projede oyun yönetmiştim. Kıbrıs’a gelince Erdoğan Kavaz ile tanıştım. İlk olarak kukla tiyatrosu yaptık. Ardından Kıssa fikriyle Erdoğan’a gittim ve onun da daha önce buna benzer bir performans yaptığını öğrendim. Böylece birlikte Kıssa sürecini başlattık. Sadece tiyatrodan öte birlikte bir şeyler yapıyor olmak benim için çok anlamlı oldu. Birlikte üretmek, bağ kurmak, uyumlanmak değerliydi. Hem birbirimiz ile hem de izleyicilerle bağ kuruyoruz. İlk Kıssa yazarlara, çıkış noktası olması için gönderdiğim bir şiirle başladı. Bu şiirden on beş dakikalık dört kısa oyun kaleme almıştık. Bu kez temayı ilişkiler olarak belirledik. Sanırım insanların en çok üstüne düşündüğü şeylerden biri. Hayatımız ilişkilerle geçiyor. Biz yazarken daha çok romantik ilişkilere odaklandık ama yine anne, baba, toplum tüm bunlara dokunan şeyler, derine giden konular işledik. Henüz sürecin başındayız.”
Konaç Kıssa için hazırlanan broşürde şöyle bir ifadeye yer veriyor, etkileniyorum; “tek derdimiz anlaşılmaktı” hayatta sanıyorum gerçekten tek derdimiz bazen anlaşılmak oluyor. Bir anlaşılsak her şey çözülecekmiş gibi geliyor.
“İnsanlar genelde sanıyor ki sevilmek istediğimiz için ilişki kuruyoruz. Arkadaşlık, aile ve romantik ilişki olsun esas amacımız sanki sevmek, sevilmek gibi. Oysa bu yeterli olmuyor. Anlaşılmak da istiyoruz. Anlaşılmadığımız zaman kendimizi çok yalnız hissediyoruz. Karşımızdakini de anlamak istiyoruz. Tabii bu kolay olmuyor. Çünkü hepimiz farklı geçmişlerden , ailelerden, hatta toplumlardan geliyoruz. Elbette sevmek de bu sürece dahil. Anlaşıldıkça seviyoruz, seviliyoruz. Karşımızdakini öteki olmaktan çıkarıyoruz.”
Kıssa’daki dört oyundan biri olan Kerpiç Şaziye Konaç’a ait. Abartıdan uzak sade bir Kıbrıs Türkçe’si ile yazılan bu metin ilişkilere hüzünden öte, eğlenceli bir bakış açısı sunuyor.
“Aslında hikayenin adı ‘Bu duvarı örmezsen giderim’ şeklindeydi. İlk başta bir öykü olarak yazmıştım. Ardından bir tiyatro metnine, monoloğa dönüştürdüm. Babamın ninesinin hikayesi bu. Babam bize her zaman geçmişle ilgili hikayeler anlatırdı. Ailemiz olsun, savaş yılları olsun çok öykü dinledim. Bu oyun da böylece oluştu. Babam da ninesinin öldüğünü, rüyasında görmüş. Hikayenin de çıkış noktası bu oluyor. Bunu ilişkilerle birleştirdim. İnsanların günümüzde yaşadıkları ilişki deneyimleri ile babamın hikayesini birleştirdim.”
“Sevildiğimizi de hissetmek istiyoruz”
Oyunda bir duvar inşaa etmek üzerinden bir ilişki inşaa etmeye yönelik mecaz var. İlişkiler de özünde bir şeyi inşaa etme üzerine kuruluyor. Oyun bana Nilgün Marmara’nın şu dizesini hatırlatıyor ‘İnsan tek başına dağ olamıyor bazen’. İnsan aslında yaslanabileceği bir şey inşaa etmek ister…
“İnsan bazen görülme ihtiyacı duyuyor. Oyunda da bu detay var. Kadın karakterim yazdığı mektupta, beni sevdiğini biliyorum ama bunu görmem gerekiyor diyor. Bazen anlaşılmak ve sevmek dediğimiz şeyi hissetmek de istiyoruz. Bazen kendimize çok odaklanıyoruz, karşımızdaki insanı unutuyor, tam varlığımızla ilişkilerde bulunamıyoruz. Eksik kalabiliyoruz. Oyunda bunun ifadesi var. Bunun üzerinden bir karakter inşaa ettim.”
“Kıbrıs ağzı ile dram da oynayabiliriz”
Kerpiç isimli bu yeni oyunun bir başka özelliği de Kıbrıs ağzı ile kaleme alınmış olması. Geçen yıl da böyle bir tercih yapan Konaç, tiyatroda böyle bir yönelimi olduğunu kabul ediyor.
“İlk başta bu yönde bir tercihim olduğunun farkında değildim ama artık tercihim netleşti. Her zaman böyle olmak zorunda değil ama böyle bir yönelimim var. Kıbrıs ağzı ile dram da oynaya biliriz. Aksanımız sadece şaka için kullanılmak zorunda değil. Dozunda kullanılırsa her tür oyunda kullanılabilir. Yakın zamanda bir oyun yazmaya başladım ve burada bunu denemek istiyorum. Yazı dilinde nazal sesleri, vurgularımızı /göstermek zor olabilir oysa performans için çok uygun. Bizim doğal konuşmamız böyle olduğu için, bu seçim sahnede yaratmaya çalıştığımız doğallığı da destekliyor bence. Diğer bir tercih nedenim Kıbrıs öyküsü anlatıyor olmam. Tabii bir Kıbrıs öyküsü anlatırken, dilim de ona uygun olmalı diye düşünüyorum. Oyuncular için de değişik. Diren Özdoğal’ın da bu işi çok güzel kotardığını düşünüyorum. Bu yılki Kıssa projemiz 1 Haziran Pazar gecesi özel bir etkinlikle sona erecek. O tarihe kadar her Cuma gecesi Naci Talat Vakfı’nda izleyicilerle buluşmaya devam edeceğiz.”
FOTOĞRAFLAR: BURÇİN AYBARS