1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 'Tarihin Kendisi': Eric Hobsbawm
Tarihin Kendisi: Eric Hobsbawm

'Tarihin Kendisi': Eric Hobsbawm

Hakkı Yücel: Ünlü İngiliz Marksist Tarihçi Eric Hobsbawm 9.06.1917’de başlayan yaşam serüvenini, ardında birbirinden değerli geniş bir tarih külliyatı ve entelektüel birikim bırakarak, 1.10.2012 tarihinde doksan beş yaşında tamamladı

A+A-

 

 

 

                                                                                              Hakkı Yücel

                                                                              yucelh@kibrisonline.com

 

 

Ünlü İngiliz Marksist Tarihçi Eric Hobsbawm 9.06.1917’de başlayan yaşam serüvenini, ardında birbirinden değerli geniş bir tarih külliyatı ve entelektüel birikim bırakarak, 1.10.2012 tarihinde doksan beş yaşında tamamladı. Neredeyse bir yüzyıla varan -üstelik yirminci yüzyıl gibi “aşırılıklar çağı”nı kapsayan- ömründe Hobsbawm, sadece tarihi yazan değil aynı zamanda o tarihi yaşayan, bir başka deyişle o “tarihin kendisi”ydi. Otobiyografik çalışması olan ve romanesk bir zenginlik içeren yaşamından kesitler anlattığı “Tuhaf Zamanlar”ın (İletişim Yayınları) alt başlığını “Bir 20. Yüzyıl Hayatı” olarak koyması da bir bakıma bu gerçeğin ifadesiydi.

 

İskenderiye’de Yahudi bir Alman anne ile Yahudi İngiliz bir babanın çocuğu olarak doğan Hobsbawm, iki yaşında ailesiyle Viyana’ya göçer. Çocukluğunu burada, ilk delikanlı çağını “ömür boyu komünist olmama neden oldu” dediği Berlin’de geçirir. Almanya’da Hitler faşizminin ayak seslerinin iyice duyulmaya başladığı günler yaşanmaktadır ve Hobsbawm sosyalist gençler arasına katılacaktır. Bu dönemde önce babasını (1929), iki buçuk yıl sonra da annesini kaybeder. Zorunlu olarak Londra’daki akrabalarının yanına gider. Cambridge’de tarih okuyacak olan Hobsbawm on dokuz yaşında (1936) İngiliz Komünist Partisi’ne üye olur ve partinin kendini lağv ettiği 1991 yılına kadar, birçok arkadaşının aksine, partisinden ayrılmaz. Onun ömür boyu süren bu sadakati, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması ve sosyalist sistemin yıkılmasının ardından kendine yönelik sürekli “neden?” sorusunu gündeme getirecektir. Hobsbawm’ın buna kendince cevabı vardır, ancak buna geçmeden önce, onun taraflı tarafsız hemen herkes tarafından saygı gören tarihçiliğinden söz etmekte yarar vardır.

 

Hobsbawm  kendisiyle yapılan ve “Yeni Yüzyılın Eşiğinde” (Yordam Kitap) başlığıyla kitaplaştırılan uzun söyleşide kendisinin de içinde bulunduğu ve bir bakıma “Marksist Tarihçilik’in şahikası olarak nitelendirilebilecek olan  “Komünist Tarihçiler Grubu”ndan söz ederken şunları söylemektedir: “İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen on yılda bizim kuşak, kendi tarihini, tarihçi dostlar ve Büyük Britanya Komünist Partisi üyelerince düzenli olarak verilen seminerlerde öğrendi. Komünist Tarihçiler Grubu diye adlandırılan ve aralarında Christopher Hill, Maurice Dobb, E.P.Thompson (alanında en yetkin çalışma olarak kabul edilen “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu”-İletişim Yayınları- ve yine Althusser’e yönelik ağır eleştiriler içeren “Teorinin Sefaleti”-Alan Yayıncılık- kitaplarının yazarı.Hy.), Ortaçağ uzmanı Rodney Hilton ve benim de yer aldığımız gruptu bu.”

 

“Komünist Tarihçiler Grubu”, Komünist Partisi üyesi tarihçilerin bir araya geldikleri, 1946-1956 arasında on yıl faaliyet gösteren -son döneminde başkanlığını Hobsbawm’ın yaptığı-  saygın bir çalışma grubudur ve belirgin özellikleri, tarihi Marksist bir anlayış ve yorum üzerinden dile getirmeleridir. Geçmişin kuru ‘belge’ ve ‘diplomatik-siyasi’ tarih anlayışından (tarihyazımından) farklı bir yaklaşımdır bu. Burada temel fark, analitik-çözümleyici özelliği esas alan, ‘ekonomik ve sosyal ilişkileri/hayatı’ öne çıkaran -Bu bağlamda Braudel’in ‘Annales Okulu’na yakındırlar;  bu yakınlık, grubun düzenli olarak çıkaracağı dergi ‘Past&Present’in ilk sayısında Annales’e duyulan sempati ve kendilerine verdiği ilham teslim edilerek vurgulanacaktır-, durağan ve kalıcı bir tarihi değil, sürekliliği ve değişmeyi öngören dinamik bir tarihi eksen yapan bir anlayışın ve tarihyazımının söz konusu olmasıdır. Nitekim Hobsbawm da söyleşisinde “Marksist bir yorum her şeyden önce, tarihin belli bir aşamasının kalıcı olmadığının bilinciyle, insan toplumunun başarılı bir yapı olduğunu, çünkü değişme yeteneğine sahip olduğunu ve dolayısıyla şimdiki zamanın tarihin varış noktası olmadığını öne sürer.”derken, “ekonomik ve sosyal ilişkilere verdikleri önceliği otobiyografik çalışması “Tuhaf  Zamanlar”da  grubun, “İşçi sınıfıyla, sosyal sınıf ve hareketlerle, iktisadi ve sosyal olguların arasındaki ilişkilerle ilgilenmesi gerekliydi” diyerek bir kez daha vurgulamaktadır.

 

“Komünist Tarihçiler Grubu” Sovyetler Birliği’nin 1956 Macaristan işgalinden sonra, Hobsbawm hariç, diğer üyelerin partiden istifa edip ayrılmaları sonucu dağılacaktır. Hobsbawm sonraları kendine çok sorulacak olan, gerek o dönemde (1956) ve gerekse sonrasında niçin son güne kadar partiden ayrılmadığı  sorusuna cevap verirken -ayrılmayı aklından geçirdiğini itiraf etse ve o dönemlerde Batılı kömünist aydınlar arasında yaygın olan “inancını kaybetmenin ve onu korumaya çalışmanın verdiği çifte acı” yı kendisi de bir biçimde yaşamış olsa da- belki daha çok duygusal olan gerekçelerini şöyle sıralayacaktır: Bunlardan birincisi, kendisinin “komünist düşünceyle İngiltere’de genç bir Briton olarak değil, çökmekte olan Weimar Cumhuriyeti’nde bir Orta Avrupalı olarak” tanıştığıdır. Hobsbawm’a göre bu şu demektir: “O zamanlar komünist olmak sadece faşizme karşı savaş yürütmek anlamına gelmiyor, dünya devrimi için bir mücadeleyi de kapsıyordu. Hâlâ komünistlerin ilk neslinden son kalanlardan biriydim, siyaset dünyasında Ekim Devrimi’ni merkezi dayanak noktası sayan bir nesilden geliyordum.” Bir komünist olarak ‘Anti-faşist birlik’ ve ‘Halk Cephesi’ deneyimlerini yaşadığını söylenen Hobsbawm, “siyaseten stratejik görüşlerini  değiştirmeyecek ve partiyle olan bağını, hem buradan hem de ‘Ekim Devrimi’ne göbekten bağlı bir kuşağın mensubu olmasından dolayı sürdürecektir.  Bir başka sebebi ise hiç vazgeçmediği ‘komünist’gururudur. Hobsbawm hayatı boyunca Komünist Parti üyeliğinin ve komünist olmasının akademik hayatında kendisine büyük engeller çıkardığını bizzat yaşayarak gözlemlemiştir; parti üyeliğinden istifa ettiği anda kapıların  önünde sonuna kadar açılacağını bilmektedir, ancak o bunu kabul etmeyecek, tam aksine “tanınan bir komünist olarak, Soğuk Savaş’ın ortasında ve bu engellemelere rağmen başarılı olabileceği”ni kendine kanıtlamayı bir gurur vesilesi yapacak ve bu ısrarını sonuna kadar sürdürecek, her türlü engellemelere rağmen bu başarıyı elde ederek, büyük bir tarihçi olarak çok farklı kesimlerden saygı göreceği gibi, bütün bunları bir komünist olarak gerçekleştirmenin gururunu yaşayacaktır. Ve nihayet bir başka sebebini ise “Büyük bir davaya ve yaşamlarını bu dava uğruna feda etmiş insanların anısına bağlı olmak”  olarak açıklayacaktır.

 

Bütün bu gerekçelerin haklılığı ve geçerliliği bir yana, ömrünün sonuna kadar bir komünist ve aykırı Marksist bir teorisyen olarak kalan Hobsbawm asla bağnaz olmayacak, pek çok komünist aydın gibi o da gerek Stalin döneminde ve gerekse sonrasında Sovyet rejiminde yaşanan olumsuzluklara yönelik eleştirilerden geri kalmayarak, özellikle tarihçiliğini buradan gelecek olumsuzluklardan koruyacaktır. Nitekim ağırlıklı olarak on dokuzuncu yüzyıldan başlayan ve yirminci yüzyıla uzanan, aynı zamanda farklı entelektüel ilgi alanlarına kadar yayılan -caz bu alanların en ilgincidir- herbiri ayrı bir değer ve kapsamda, otuzu aşkın eserden ve çeşitli makalelerden oluşan zengin külliyatı, tarih anlayışı ve yazımı bakımından olduğu kadar, birer başvuru kitabı özelliği taşımaları bakımından da tarih dünyasında -ve de entelektüel dünyada- ayrıcalıklı bir yere sahip olacaktır.

 

Tarihçi Şükrü Hanioğlu, 7.10.2012 tarihli Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde yer alan “Geleneğin Son Temsilcisi Olarak Hobsbawm “ başlıklı yazısında, Hobsbawm’ın vefatıyla, Marksist Tarihçilik geleneğinin de artık sona erdiğinden söz ederken, aynı anda bu geleneğin -ve bu gelenek içinde Hobsbawm’ın-  “tarihçiliğin genel anlamda değişiminde oynadığı rolü”n asla küçümsenmemesi gerektiğine de vurgu yapmaktadır.

 

Hepsi bir yana, aşikâr olan şudur ki doksan beş yıllık ömründe tanıklıkları ve yazdıklarıyla adeta “tarihin kendisi” olan Eric Hobsbawm, aynı zamanda tarih dünyasında parlayan bir yıldızdı. O yıldız şimdi kaymış olsa da ardında bıraktığı ışık çizgisi o dünyayı aydınlatmaya devam edecektir.

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2110 defa okunmuştur