1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Seçimlerde İkinci Tur
Seçimlerde İkinci Tur

Seçimlerde İkinci Tur

Seçimlerde İkinci Tur

A+A-


Rafet Uçkan

Birinci turdan bir gün evvel GaiLe’de yazdığım yazıda, Kıbrıs’ın kuzeyinde çözüm iradesini ve barışı temsil eden iki aday üzerine birkaç not düşmüştüm. Hem Mustafa Akıncı’nın hem de Sibel Siber’in seçim vaatleri üzerinde durmuş ve tüm eksikliklerine rağmen Akıncı’nın ve yanı sıra Siber’in sandıkta yalnız bırakılmaması gerektiğini savunmuştum. Yarın gerçekleştirilecek ikinci turdan önce, ilk turu kısaca değerlendirmekte ve yarınki ikinci tur seçimlerine dair birkaç söz söylemekte fayda görüyorum.

İlk Turdan Çıkanlar

İkinci turda çıkacak olan sonuçlardan bağımsız olarak, ilk turun uzun vadeli sonuçları olacağını herkes kabul ediyor. Çokça söylendiği gibi, bu sonuçlardan birisi, Kudret Özersay’ın sağ ve merkez sağ seçmene hitap edecek önemli bir siyasi aktör olarak taşıdığı potansiyelin açığa çıkmış olmasıdır. Özersay, “müzakere teknisyeni” görüntüsünden sıyrıldığı oranda, sağın yeni lideri pozisyonunu doldurmaya adaydır. Özersay’ın ulaştığı oy oranı, sağdaki “sağa içkin” köhnemişliğin ve geriliğin sınırlarını da aşan berbat tablonun, süreç içerisinde en azından bir ölçüde tasfiye olacağına dair işaretler barındırmaktadır.
İlk tura dair, Özersay’ın ve sağın olası yeni maceralarının ne olacağından daha önemli olan diğer mesele ise seçimlere katılım oranıdır. Seçimlere katılımın neden bu kadar düşük olduğu üzerine düşünmek, bilhassa Kıbrıs’ta federasyona dayalı kalıcı barışın tesis edilmesini arzu edenler için elzemdir. Seçimleri siyasi bir tavır gereği boykot edenler ve kuzeyin hali pür melalinden “memnun olanlar” dışında, seçmenlerin önemli bir kısmı da çözüm istemesine ve federasyona dayalı bir çözüme inanmasına rağmen umutsuz olduğu için sandığa gitmemiştir. Burada CTP’nin ve Akıncı’nın üzerine düşen sorumluluk oldukça fazladır. Federasyon konusunda bir uzlaşma sağlandıktan sonra Kıbrıslı Türklerin nasıl bir Kıbrıs’la karşı karşıya kalacağı üzerine ne Siber ne de Akıncı yeterince söz söylemiştir. Kıbrıs’ın kuzeyindeki merkez sol, federasyon sonrasına ve AB eksenli çözüm sürecine dair; statükonun hayranı milliyetçi-taksimci sağın, dünya tarafından tanınacak bir KKTC hayaline ya da radikal sol/sosyalist cephenin “sosyalist Kıbrıs”a harcadığı mesaiyi harcamamıştır. AB ve federasyon söylemi, artık tek başına umut aşılamaya ve Kıbrıslı Türkleri heyecanlandırmaya yetmemektedir. Merkez sol, maalesef “ehven-i şer” pozisyonunda asılı kalmış durumdadır ve insanları elle tutulur bir çözüme doğru mobilize etme mecburiyetiyle karşı karşıyadır. Toplumu çözüme ve sonrasına hazırlama konusunda, KKTC’yi koruma ve güzelleştirme derneğinin hamasetçi üyelerinin statüko avukatlığına harcadığı çabadan çok daha fazla çaba harcamalı ve topluma, KKTC dışında bir çözüme dair daha elle tutulur bir resim sunmalıdır. Bugün merkez sola evrilen çizginin en azından bunu başarabilecek tarihsel birikimi ve deneyimi vardır. Bu konuda nitelikli ve uzun erimli entelektüel bir tartışma başlatılması ve ortaya somut bir vizyon koyulması kaçınılmazdır. Akıncı’nın ihtiyaca cevap verecek şekilde doldurmayı vaat ettiği kırk kişilik danışman/uzman kadrosunun asli görevlerinden biri de bu olmalıdır. Kıbrıs’ın kuzeyindeki “çarpık” yapı, çelişik bir biçimde, cumhurbaşkanlığı makamının bu şekilde kullanılması için “esneklik” sağlamaktadır. Dünyadaki herhangi bir devletten farklı olarak, “KKTC”nin, cumhurbaşkanlığının icraatlarını yürütecek fazladan kırk bürokrata ihtiyacı yoktur. Ya bu tartışma başlatılacak ve derinleştirilecek ya da merkez sol seçmen, merkez sağın “parlayan” yıldızlarının argümanlarına ve Türkiye’nin inisiyatifine terk edilecektir.

İkinci Turda Neden Akıncı?

İlk turdaki seçimlerin sonunda statükonun çizdiği sınırların dışına doğru hamle yapan iki adaydan birisi ikinci tura kalmış ve öyle ya da böyle, seçimlerin ilk turu umut verici bir biçimde sonuçlanmıştır.  Geçen hafta yayımlanan yazıdan farklı olarak, bu yazıda umut veren taraf üzerine değil, çözümsüzlüğü temsil eden taraf üzerine konuşacağım. Derviş Eroğlu’nun neden KKTC’yi savunmaktan başka bir alternatif ve “vizyon” sunamayacağı ve değişim isteyen kesimlere söyleyecek hiçbir sözü olmadığını açıklamaya çalışacağım. Bunu yapmaya çalışırken, Eroğlu’nun dünden bugüne yaptıklarının bilançosunu çıkarmak yerine, İnternet sitesinde yayınlanan “Nisan 2015 Siyasal Vizyon Belgesi”ni ve seçim kitapçığını yani doğrudan doğruya Eroğlu’ya ait güncel beyanları temel alacağım. Aslında, çözüm ve değişim isteyen ancak sandığa umutsuzlukla sırtını dönenlere, Eroğlu’nun vaat ettiklerini anlatmayı deneyeceğim.
Eroğlu’nun iki temel metninde, sırtını yasladığı en “güçlü” duvarın “korku duvarı” olduğunu söylemek mümkündür. Bu metinler, “çözüm”ü bir yığın rezervle satır aralarına serpiştirmekte ve adını açıkça anamadığı solu maceracı, hayalci ve saplantılı olmakla suçlamaktadır. Eroğlu, bu metinlerde “güvenlik” kaygısını ve vurgusunu merkeze almakta ve “barış” fikrinin etrafını ısrarlı bir biçimde “çatışma” tehdidiyle çevrelemektedir. Seçmene milliyetçi sağın o bildik korku sığınağının içinden seslenmekte ve “karşı” mahalleyi suçlayarak kendini temize çekmektedir. AB’den bahsedildiğinde, AB içerisinde ekonomik krizlerle boğuşan ve iflas noktasına gelen ülkeler; barıştan bahsedildiğinde ise geçmişte yaşanan kanlı olaylar ve Güney’deki “saldırgan ve ırkçı” tutumların altı ısrarla çizilmektedir. Üstelik ırkçılıktan yakınırken, dış politika üzerine konuşulan bölümde, “soydaş ve akraba” topluluklara (o çok savunulan KKTC’yi bir türlü tanıyamayan topluluklardır bunlar) selam gönderilmektedir.
“Siyasal Vizyon” metninin, çözüme dair kısmında statükonun avukatlığı da aynı akıl yürütmeyle, yine “güvenlik ve çatışma” ekseninden hareketle yapılmaktadır. Eroğlu’na göre 1974, Kıbrıslı Türkleri etnik temizlikten kurtarmakla kalmamıştır. Onun uzantısı olan “çatışmasızlık statükosu”, Doğu Akdeniz havzasındaki “mevcut politik-hukuki sorunlara karşın fiili olarak adada çatışmasızlık ortamı ve istikrar” sağlamaktadır. Dolayısıyla, bu “istikrar” ve “güven” ortamı, “siyasal-ekonomik-sosyal hayatımızdaki sorunlar bahane edilerek” tehlikeye atılmamalıdır.
Sorunlardan bahsetmişken, bu sorunların “ana” kaynaklarından biri üzerine konuşmak da gerekmektedir. Eroğlu’nun vizyon metninin ve seçim kitapçığının anahtar kelimelerinden birisi, “Anavatan Türkiye”dir. Kitapçıkta, “Anavatan Türkiye” ile karşılıklı sevgi, saygı ve uyum temelinde hareket edileceği ifade edilmektedir. Eroğlu’nun müjdeli haberi ise şudur: “Bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da Türkiye ile sürekli istişare halinde birbirimize güvenerek, tam bir uyum içerisinde çalışmaya devam edeceğiz.” Bu cümledeki “istişare”nin, bir emir-komuta zincirine işaret ettiği; “uyum içinde çalışmanın” ise, uysal bir biçimde aşağılayıcı söylem ve pratikleri “sineye çekmek” olduğunu herkes bilmektedir. Eroğlu’nun takipçisi olduğu ve perçinleştirdiği siyasal hatla karşılaştırıldığında, bu konuda susmanın bile, Eroğlu’nun tavrından daha ilerici bir pozisyonda durmak anlamına geldiği açıktır.
Eroğlu’nun “2 yıl içinde Kıbrıs sorunu tarih sayfalarına gömülecektir” şeklindeki açıklamaları yukarıdaki tablo ile birleştirildiğinde, tarih sayfalarına sorunun mu, yoksa Kıbrıslı Türklerin özgür iradesinin mi gömülmeye çalışılacağı aşağı yukarı netleşmektedir. Oldubittilerle bir “devlet” kuran ve Kıbrıs sorununu göz göre göre bir çıkmaza sürükleyen kadroların kalıntıları, bugün aynı metotlarla ilerlemeye devam etmektedir. “Dava” savunucusu olmakla övünen Eroğlu, Kıbrıs sorununu derinleştirmek ve taksim fikrini konjonktüre uygun sözlerle “parlatmak” dışında kalan hiçbir şeyi yapmaya muktedir değildir. Kıbrıs sorunu konusunda Eroğlu’nun söyleyebileceği yeni hiçbir söz yoktur.

Katılım ve Meşruiyet

Yarınki seçimlerde, Kıbrıs’a soldan bakanların Akıncı’nın yanında durması, en azından hâlihazırda parçalanmaya meyyal bir görüntü veren milliyetçi ittifakın geriletilmesi bağlamında elzemdir. CTP Parti Meclisi’nden çıkan ve seçmenleri Akıncı’ya destek olmaya çağıran karar, bu açıdan son derece olumludur. CTP, hiç olmazsa bu aşamada üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiştir. Ancak bununla yetinilmeyerek, seçimlerden sonra, Kıbrıs’ta federasyonu savunan çözüm perspektifinin tahkim edilmesi ve çözüme dair nitelikli bir tartışmanın başlatılması konusunda ısrarlı olmak gerekmektedir. Türkiye ve elçilik destekli sağın yeni bir cila altında “toparlanmasını” engellemenin yollarından biri budur. Bunun yanı sıra, yarınki seçimlere katılımın ilk turda olduğu gibi düşük kalması, çözüm iradesinin de sonuçlara eksik yansıtılması anlamına gelecektir. Akıncı, ancak katılım yüksek olduğu takdirde, müzakere masasına meşruiyet sorununu aşabilmiş bir siyasi aktör olarak oturabilecektir. Bu konuda sorumluluk seçmene aittir.

Bu haber toplam 1637 defa okunmuştur
Gaile 315. Sayısı

Gaile 315. Sayısı