1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. NİKOS ANASTASİADİS, “AKIL TUTULMASI” VE “AKIL DIŞI” DÜŞÜNCELER
NİKOS ANASTASİADİS, “AKIL TUTULMASI” VE “AKIL DIŞI” DÜŞÜNCELER

NİKOS ANASTASİADİS, “AKIL TUTULMASI” VE “AKIL DIŞI” DÜŞÜNCELER

Anastasiadis’in verdiği tepkinin rasyonel-tarihsel arka planı vardır. Rum liderin açıklaması Türk milliyetçiliğine verilen bir cevaptan fazlasıdır ve kendi içerisinde bir karşı caydırma stratejisi barındırır.

A+A-

İbrahim Beyazoğlu

İbrahim.beyazoglu@gmail.com

 

Hocam Tuğrul İlter’e ithaf edilmiştir.

Kıbrıs Türk basınının haber döngüsünü önceden kestirmek mümkün. Bilenler bilir: Mesela yaz mevsimi, gündem sansasyon veya skandal oluşturma açısından kısırdır. Bilhassa siyasi gündem. Ancak bu kez işler pek öyle değil. Çünkü Rum lider Nikos Anastasiadis beklen(me)dik bir anda “imdada” yetişti. Pasaportların ilgası mevzusu depresif gündemi takip edenlerin malumu. Anastasiadis’in pasaport tehdidi bir süre daha ada gündemini meşgul edeceğe benziyor. Bildiğiniz gibi Rum lider, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kuzey Kıbrıs ziyaretinde duyurduğu Kapalı Maraş açılımının ardından, Avrupa Birliği (AB) pasaportuna sahip “bazı” Kıbrıslı Türklerin pasaportlarını iptal edebileceğini ifade etmişti.(1) Siyasi yelpazenin farklı kesimlerinden Kıbrıslı Türk siyasetçiler ise Anastasiadis’in bu açıklamasına karşılık vermekte gecikmedi. Bu tepkiler arasında, özellikle Anastasiadis’in pasaport tehdidini “akıl dışı” ve “akıl tutulması” diye niteleyenler, daha yakından bakılmayı hak ediyor.  Çünkü bu “akıl dışı” söylemi, Tufan Erhürman ve Kudret Özersay gibi, neredeyse birbirine zıt siyasetçileri, bir düğüm noktasında birleştirdi. Tufan Erhürman, bildiğiniz gibi, kişisel sosyal medya hesabındaki durum güncellemesinde, şu ifadeleri sarf etti: 

Sn. Tatar kendinden geçiyor, kendi gibi düşünmeyenleri "hain" ilan ediyor. Sn. Anastasiadis kendinden geçiyor, Kıbrıslı Türklerin pasaportlarını, sanki 1960 Anayasası'ndan kaynaklanan insan hakları değilmiş de kendisinin lütfu ya da ihsanıymış gibi iptal etmekten söz ediyor, tehditler savuruyor. Bu güzel adanın bir an önce akıl tutulmasından kurtulmaya ihtiyacı var!!! (2)

Bu minval üzere, Kudret Özersay ise Anastasiadis’in “manevrası”nı “popülist” diye niteleyip sözlerine “beni endişelendiren şey, bu bir başlangıç olur ve akıl dışı tartışmaları tetikleyebilir. Bu akıl dışı düşünceler artarsa savrulup gideriz. Oysa makul, mantıklı bir duruş sergilenmelidir”(3) diye devam etti. Bununla birlikte, “akıl dışı” tepkisini ön plana çıkaran gazeteler yok değil.(4) Ancak Anastasiadis’in “akıl dışı” tepkisi hiç de iddia edildiği gibi “akıl” “dışı” değil. Akıl tutulması falan yaşadığı da yok. Aksine, Rum lider, ziyadesiyle rasyonel bir siyasetçi ve ne dediğinin gayet farkında. Ve birçoğumuz bunun farkında.

Rasyonel bir toplum muyuz orası tartışılır. Ama rasyonalizmi su götürür bir toplumda, her daim akıldan dem vurmamız da biraz acayip. Hatta biraz ironik. Akla dair atasözleri – mesela “aklın yolu birdir” – toplumuzda derinlere işlese de rasyonalitemiz günün sonunda biraz retorikten besleniyor. Keza böyle bir rasyonalite, hayata pek anlam katmayan bir performans girişimidir. Ve her iki siyasinin “akıl dışı” veya “akıl tutulması” çıkışı aslında biraz da adet yerini bulsun diye yapılmış sanki. Günün sonunda beslenmesi gereken sadece basın ve sivil toplum örgütleri değil. Kamuoyunun da beslenmesi gerekiyor. Dolayısıyla kamuya mal olmuş her iki aydınımızın da aklın sefaletine göndermede bulunması veya gündemi akıl-merkezli değerlendirmek istemesi bizi şaşırtmamalı. Zira farklı ideolojileri savunsalar da, her iki siyasi de modernist söylemin birer temsilcisi. Üstelik, Tufan Erhürman hocam “akıl tutulması” ifadesine ilk kez başvurmuyor. Mesela Kıbrıs'ta Akıl Tutulması kitabının başlığını hatırlamak bu bağlamda manidardır. (5)  Rum liderin açıklamalarına “akıl dışı” tepkisini koyarken, “aklıselimi” akıl dışı olana referansla kurguladığı ikilik üzerinden gerekçelendirdiği için, Tufan Erhürman da Kudret Özersay gibi, gayriihtiyari, bu akıl-merkezci (6) refleksten yakasını sıyıramıyor. Bu çelişkili konum (yani rasyonalitenin temelini akıl dışından alması ya da akla uygun olanın kendini olumlamak için kabul etmediği akıl dışına başvurması) biraz farklı (ama konumuzla doğrudan alakalı) bir mesele. Yani “akıl dışı” ibaresi, egemen rasyonalite ile kurulan bir fark ilişkisi sonucunda ortaya çıkar. Ve her iki siyasi de “akıl dışını” ya da “akıl tutulmasını” rasyonel normatifin devam ve bekası için ayırt edici bir kaldıraç gibi kullanıyor.

Tabii, bu noktada, biraz daha duyarlı olmakta fayda var diye düşünüyorum. Çünkü yine aynı ikili zıtlık tasarımı yüzünden, bu yazıyı okuyanlar, özellikle Erhürman’ın hiçbir argümanını desteklemediğim, buna karşılık, Anastasiadis’in argümanlarını savunduğum yanılsamasına kapılabilirler. Tufan Erhürman’ın Kıbrıslı Türklere verilen vatandaşlığın Kıbrıs Cumhuriyeti (KC) Anayasası’nın gereği olduğu, hatta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşruluğunun da buna bağlı olduğunu işaret etmesi hayati, hatta Rum liderin siyasetini ve niyetini yapıbozuma uğratan incelikli bir argüman. Ve ben Erhürman’ın bu argümanına katılıyorum, çünkü söz konusu argümanla dile getirilen nüans birçok bakımdan dikkat çekici. Zira Anastasiadis’in çelişki yüklü resmi tezi

Kıbrıslıtürklerin bir yandan KC’nin siyasi ve idari kurumlarından dışlanmaları devam ederken, ona de jure olarak Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumların ortak evi/yurdu olarak görülmesini olanaklı kılan meşruiyeti sağlamada destek oldukları anlamına gelmektedir. Başka türlü söylenirse, bu haliyle Kıbrıslıtürklerin varlığı başka türlü “kendisini" kolektif, bağımsız, bütünlüklü özne olarak kuramayacak olan KC’nin eksik halini tamamlayan bir dışsal ek/takviye (supplement) yerine geçmektedir. Böylelikle “içerdeki öteki” olarak Kıbrıslıtürkler, KC’nin kendini bir “merkezi varlık” olarak kurmasında önemli bir rol üstlenmektedir (İlter & Alankuş: 2009, s. 42-42).(7)

Erhürman’ın bu paradoksa işaret eden eleştirisi, nihayetinde, birazdan değineceğimiz tekil evrensel akıl (aklın yolu birdir) ile kendini var eden bir etnosantrizmin ötesinde düşünebilmenin yolunu açtığı gibi, bana bu yazıda yapacağım eleştiriyi gerekçelendirme fırsatı da sunar. Bu sayede Erhürman, sadece Türk ve Rum milliyetçiliğini değil, Kıbrıs milliyetçiliğini de eleştirerek bize daha kozmopolit düşünme yolları da açmamıza yardımcı olabilir. Hatta, milliyetçiliğin doğal sonucu olan yabancı düşmanlığı ve zoraki hoşgörü yerine, daha misafirperver yaklaşımları da mümkün kılabilir. Benim sorun olarak gördüğüm ve karşı çıktığım nokta, Erhürman’ın argümanını genel bir “akıl – akıl dışı” karşıtlığına dayandırması. 

Yukarıda değinilen noktalar ışığında gerek Erhürman gerekse Özersay’ın, temsilcisi oldukları modernist söylemi, (yani “çağdaş/modern" olanı) zorunlu ve kaçınılmaz bir “Evrensel Akıl” temelinde kurgulamalarını da bu yazının eleştiri silsilesine katmak gerek. Çünkü, her iki siyasetçi de “aklın tekil birliğine” uymayan farklı bir aklı, kökten bütünleşmiş bir akıl dizinine oturtarak değerlendirmeye eğilimli. Bir diğer deyişle, bu modernist refleks onları, “ortak” aklın yoluna sokuyor. Modernist teleolojinin özünü oluşturan esas öğe, durmadan geleceğe doğru yol alan, düz çizgisel bir tarihtir ve o girilen yolun da adı yukarıda bahsettiğimiz “evrensel” akıldır. Ne de olsa “aklın yolu birdir” ve varılacak sonuç hep aynıdır: modernite/çağdaşlık. Akıl, söylemeye gerek yok, modern ve çağdaş olmanın gereği telakki ediliyor. Böylelikle, başta dışlanan “akıl dışı”, hem rasyonalite hem de akılla bir arada örülmüş oluyor ki “hikmetinden sual olunmaz” aklın yoluna girmeyen bir düşünce veya bilme şekli (mesela akıl tutulması veya akıl dışı) çağdaşlık ya da modern zamana özdeş kabul edilmiyor. Kısacası “senin yolun yol değildir!” Buna bağlı olarak, modernist düşünce yapısı açısından Anastasiadis’in anlayışı, varsayılan rasyonalite skalasına tam olarak “oturtulamaması” nedeniyle, Rum liderin mantalitesinin “sırıttığı”, yani, “tutulduğu” iddia edilmiştir.

Oysa, tüm bu olup bitene bakınca, “akıl tutulması” veya “akıl dışı” nitelemelerinin yersiz olduğunu düşünüyorum. Aksine, Anastasiadis’in koyduğu siyasi tavır, gözle görülür bir şekilde, akıl söylemiyle bir arada dokunmuş. Örneğin, Anastasiadis “gerçekleri” gözeten bir realpolitik (realpolitik’in real’i!) yaptığı iddiasında. Dahası, Rum lider, adanın tamamında egemen ideoloji olan milliyetçiliğe ve bu milliyetçi söylemin millet ve milletin temsilcisi saydığı kurumlara yönelik sadakat anlayışına doğrudan göndermede bulunmakta. İşte bu yüzden, Anastasiadis’in her zamanki yaklaşımı, merkezi tema açısından, alabildiğine araçsal-rasyonel, modernist bir akıldır. Tek ve meşru bir akıldan “dışlanmış” ya da “tutulmuş” bir akıl değil. En az, Özersay ve Erhürman kadar, Anastasiadis’in yaptığı açıklamalarda da “akıl dışına” yer yoktur. Dolayısıyla, Anastasiadis’in beyanatında tezahür eden düşünce yapısı “katı”, “bürokratik”, “demokrasiden uzak”, hatta “kötü niyetli” bir akıl olabilir ama bu nitelemelerin hiçbiri Anastasiadis’in güttüğü modernist siyaseti “akıl dışı” olarak nitelemeye yetmez. Dolayısıyla, sıklıkla rastlandığı gibi, Kıbrıslı Türk siyasetçiler, yaptıkları bu eleştiride, Anastasidis’in rasyonalitesini “geçerli” aklın kapsamından “dışsallaştırarak” berhava etmek istemişler aslında. Başka türlü söylersek, Erhürman ve Özersay’ın verdikleri mesajı, Anastasiadis’in baskın modernist kurguya ters düştüğü için kafa yapısının “günün gerçekleriyle bağdaşmadığı” şeklinde okumak da mümkün. Bu simetrik söylem, daha önce de belirttiğimiz gibi, ikili zıtlıklar ve karşı tarafın bilcümle “dışarıya doğru ötekilenerek” olumsuzlanması üzerinden var edilir ve “akıl tutulması” ya da “akıl dışı” ünlemleri son derece aydınlatıcı bir örnektir. Tabii burada, Anastasiadis’in haiz olduğu “gerçeklikten uzak” düşüncenin modernist düşüncenin talep ettiği “evrensel akıl” yolundan da “saptığını” söylemeye gerek yok. Dolayısıyla, bizimle özdeşleşmeyen farklılığı projeksiyon yaparak “evrensel aklın dışına” konumlama, “bizim” kimliğimizin kendine yeterliğini ve kendi (başına) varlığını güvence altına aldığı sürece rahatlatıcı bir işlev görmektedir” (8). Başka türlü söylediğimizde, Anastasiadis’in akıllı uslu olmayan açıklamaları “akıl yolundan uzak” olduğu için “tutulmuş bir aklın” temsilcisiyken, Anastasiadis’i “akıl dışı” diye olumsuzlayanlar aslında kendi hâkim rasyonelliklerini haklı çıkarıp, onu pekiştirmek için uğraşıyorlar.  Dolayısıyla, bu tür çatışmalarda gözlemlediğimiz üzere, bir tarafın “rasyonelliğinin” öteki tarafın “akıl dışılığından” mürekkep olması rastlantısal değildir. “Biz”im aklımızı ve rasyonalitemizi “onlar”ın “akıl tutulması”ndan ayıran bu sınır, “dışarıdaki” farklılığın ve “akıl dışının” tehdidi altındadır.

Gelgelelim, az önce de vurguladığımız gibi, Anastasiadis’in yerli yersiz konuşması, aslında modernist akıl söyleminin bir parçasıdır ve onun içerisindedir.

Buraya kadar modernist düşüncenin epistemolojik ve kuramsal kaynaklarını kısaca açıklamaya çalıştıktan sonra şimdi şunu iddia edebiliriz: Anastasiadis’in verdiği tepkinin rasyonel-tarihsel arka planı vardır. Rum liderin açıklaması Türk milliyetçiliğine verilen bir cevaptan fazlasıdır ve kendi içerisinde bir karşı caydırma stratejisi barındırır. Burada milliyetçilik vurgusunu önemsizleştirmemek gerek. Unutmayalım ki, millet kavramı modernist bir icat—Birleşmiş Milletler vb—ve milliyetçilik de modernist aklın bir parçası.  Hatta “modernleşme tarihinin aynı zamanda tam da bu işe soyunan bir sömürgecilik ve emperyalizm tarihi olması bu bakımdan hiç şaşırtıcı değil” (9). Dolayısıyla, bu gibi rasyonel bir doku, belli bir niyetselliğe sahip “farklı bir akıl”dır. Sözün kısası, burada, rasyonel bir uslamlama niteliği kazanmış bir “akıl tutulması”ndan söz ediyoruz ve böyle bir rasyonalitenin adada belli bir geçerliliği var. Esasen, bürokratik aklın ışıltılı yüzünün arkasında böyle kısıtlı ve kısıtlayıcı bir düzenleyici çekirdek bulunur.  Gündemi meşgul eden bu feraset tartışmasına hakim ana unsur, bu durumda, akıllar çatışması, yani birbirinden farklı, bağdaşmaz, rakip rasyonalitelerin ve epistemolojilerin mücadelesidir. Tuğrul İlter’in deyişiyle “belirli iktidar odaklarının ve onların, aslında başka akıllar arasında bir akıl olan, kendi akıl yürütme biçimlerini tek akıl olarak dayatmasını ifade eden bir zorlamadır”.(10)

Burada açıkça görülüyor ki akıl kendiliğinden ne iyi ne de kötüdür ve modernist akıl doğası gereği iyi değildir. Dolayısıyla Rum lider Anastasiadis’in gözdağını akıl - akıldışı denklemi üzerinden eleştirmek yetersiz olduğu kadar bu simetri retorik bir tını taşır. Nihayetinde, modernist akıl, insanlık dışı amaçlar için de başvurulmuş ve insanlık suçlarıyla el ele yürümüştür. Bir an, haklı olarak “akıl dışı” diye lanetlenen Auschwitz’i kafanızda canlandırın. Heinrich Himmler gibi medeniyet ve insaniyet düşmanı bir cani “‘Yahudilerden kurtulma’ işi için daha başka, daha etkili bir uygulama yolu bulunmuştu: Bu özgün ve yeni gelişen sonuca en uygun ve verimli araç olarak fiziksel yok etme seçildi. Artık gerisi, devlet bürokrasisinin çeşitli bölümleri arasındaki işbirliğine, dikkatli bir planlamaya, uygun teknoloji ve teknik donanımın tasarlanmasına, bütçe hazırlamaya, gerekli kaynakların hesaplanıp harekete geçirilmesine kalmıştı. (11) Tüm bu barbar uygarlık ve ölüm kampları aslında son derece rasyonel ve akla uygun, hesaplanmış bir girişim, kısacası modern aklın bir şahikasıydı. Zygmunt Bauman’ın açıkça vurguladığı üzere Holokost projesi, “böyle bir bürokrasi olmaksızın düşünülemez. Holocaust, kökü tümüyle kurutulmamış modernlik öncesi barbarlık kalıntılarının akıl dışı bir taşma olayı değildi. O, modernlik evinin meşru bir sakiniydi; o bir başka evi, yuvası olarak kabul edemezdi” (12). Kıssadan hisse; bazı kavramlar bu kadar rahat kullanılmamalı ve “akıl dışı” kavramı da bunlardan biridir. Yoksa Gilles Deleuze ve Felix Guattari, durduk yere “Canavarları yaratan aklın uykuya dalması değil, her şeyin ötesinde uyanık ve gözü açık olan akıldır” (13) demezlerdi.


 Kaynakça:

1.         Anastasiadis'ten Kuzey Kıbrıs'a pasaport tehdidi. (2021, 26 Temmuz). Sputnik. https://tr.sputniknews.com/dogu_akdeniz/202107261045060530-nikos-anastasiadis-tum-kibrisli-turkleri-kastetmiyorum-ama-bazi-yaptirimlar-olabilir/

2.         Erhürman, T. (2021, 26 Temmuz). Sn. Tatar kendinden geçiyor, kendi gibi düşünmeyenleri "hain" ilan ediyor. Sn. Anastasiadis kendinden geçiyor. [Facebook durum güncellemesi]. Alındığı adres https://www.facebook.com/tufan.erhurman

3.         Kudret Özersay: “Pasaport iptali sırf bir şey yapmış olmak için gündeme getirildi”. (2021, Temmuz 26). Kıbrıs Postası. https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n386688-kudret-ozersay-pasaport-iptali-sirf-bir-sey-yapmis-olmak-icin-gundeme-getirildi?fbclid=IwAR14MJRUORYaR5uBqriXz7ePNBGAH5y5aNXPK03ZFJnhBr7i6Z-JGaQh_NI

4.         Tufan Erhürman: Bu güzel adanın bir an önce akıl tutulmasından kurtulmaya ihtiyacı var!  (2021, Temmuz 26). Kıbrıs Postası. https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n386721-tufan-erhurman-bu-guzel-adanin-bir-an-once-akil-tutulmasindan-kurtulmaya-ihtiyaci-var  

5.         Erhürman, Tufan. (2007). Kıbrıs'ta Akıl Tutulması (Kıbrıslı Türklerde Modernleşme ve Hukuk). Işık Kitabevi Yayınları.

6.         Özellikle Erhürman hocamın, Kudret Özersay kadar gündelik hayata ve ilişkilere pozitivist "realist"  pencereden bakan ve pencerenin açıldığı manzarayı bürokratik rasyonalite tabirince idrak etmeye meyilli bir insan olmadığını düşünüyorum. Ama daha önce de belirttiğim gibi, bu modernist damar, her iki siyasetçide de yer etmiş vaziyette. Her ikisi de yaşanan siyasi gelişmeleri yorumlayıp anlamlandırırken aklın biricik yolundan şaşmıyorlar.

7.         İlter, T. & Alankuş, S. (2009). “(Üvey)Ana-Yavru Vatan Diyaloğunun Kuzey Kıbrıs'taki değişen Temsilleri" İçerisinde Hanife Aliefendioğlu, Nurten Kara (Der.) Kuzey Kıbrıs'ta Medya ve Temsil. Dipnot Yayınları, s. 39-74.

8.         İlter, T. (1996). “Keşfin Beyaz Mitolojisi: “Yeni Dünya”nın Keşfinden “Olgular”ın Bulgusu Yoluyla George Bush'n Yeni Dünya Düzen(ler)ine”. İçerisinde Fuat Keyman, Mahmut Mutman, Meyda Yeğenoğlu (Der.), Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark. (s. 235 – 253). İletişim Yayınları, s. 237

9.         İlter, T. (2009). "Kuzey Kıbrıs’ta Kimlik Düğümü." Gaile S38, Aralık 13.

10.       İlter, T. (2010). “Özelleştirmeler ‘ilerleme’nin kaçınılmaz gereği midir?… kimin zararı kime yarar ve kimin yararı kime zarar?” Gaile S66, Haziran 27.

11.       Bauman, Z . Modernite ve Holocaust. (S. Sertatabiboğlu, Çev.). Sarmal Yayınevi, s. 36.

12.       Bauman, Z. a.g.e., s.37.

13.       Deleuze, G. & Guattari, F. (2000). Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia. (R. Hurley ve diğerleri., Çev). 10. Baskı. University of Minnesota Press, p. 112.

Bu haber toplam 2910 defa okunmuştur
Gaile 484. Sayısı

Gaile 484. Sayısı