1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Marcus Aurelius’un İşaretleri ve İletişim - 2
Marcus Aurelius’un İşaretleri ve İletişim - 2

Marcus Aurelius’un İşaretleri ve İletişim - 2

Marcus Aurelius’un İşaretleri ve İletişim - 2

A+A-

 

İbrahim Beyazoğlu
[email protected]

Birkaç satır sayesinde Marcus Aurelius’a duyduğum borcu dilimin yettiğince paylaşmaya çalışmamın ayrı bir sebebi Stoa felsefesinin, tipik iletişim sürecini krize sokmasıdır. Yani iletişim için en az iki kişi gerektiği, iletişimi tekil öznelere hapsetmesidir. İnsan yalnızca tek başına kendiyle iletişim kurabilir demek değildir bu. Konu artık şudur: insan artık zaten tek bir kimlik-özne değildir ve içe baktığında daha da zenginleşir. Ben’den çık “öteki bizde” kaybolmak. Sanırım bu tarz bir içebakış deneyiminin bize en büyük katkısı zorlukların üstesinden gelmemize fırsat tanıyacak, sıkıntılarımızı gidermemize olanak sağlayacak bir kavram çantası sunmasıdır. Demek istediğim, Aurelius’un bulunduğu ortamlardaki kişisel deneyimi, erdemle cesaretin birbirlerini karşılıklı olarak şekillendirdiğ bir mecradır ki önümüze yeni bir sınırsız deneyim, olasılık ve ilişki dünyası açma ihtimali göz ardı edilemez.

Marcus Aurelius’un Düşünceler adlı eserinde (ki genelde üzerinde uzlaşılmış yanlış çeviridir) onun kendi iç(ine) bakış yolculuğuna (Latincesi kendi içine bakmak anlamına gelen “Te is auton”. Zaten kitabı Kendi İçime Bakışlar başlığıya tercih edenler de var, ki doğrusu da buymuş) ilişkin beni en fazla çarpan aslında ne onun yüksek sorumluluğunu kavramış bir hükümdar olması ne de esaslı bir Stoacı filozof olarak addedilmesi.

 

O halde bugün nasıl ve hangi biçim değişen şartlarda kayıtsız şartsız Stoacılıktan söz edebiliriz? Bu erdemin karışımını birkaç tarihsel anekdotla desteğiyle çok daha iyi anlaşılabilir. Ama önce Roma tarihinde dar anlamda da olsa Aurelius’u ilgilendirecek birkaç oluntu.  Çünkü Aurelius ve onun yazdıklarının gücünü anlamak için onu yaratan dönemi anlamak gerek ve Kuzeyli Cermenler  olmadan Aurelius’u açıklamak da mümkün olmaz.


Ermenistan, Medea ve Partia (Persler ya da bugünün İranlıları sanırım) zaferlerinin ardından apar topar Kuzey sınırına doğru yola çıkmak zorunda kalır Aurelius. Çünkü, Werner Eck’e göre, her ne kadar Persler Roma’nın doğusu için bir tehlike olsa da, esas tehlike Ren ve Tuna cepheleriydi. Roma’nın karşısındaki sıradan bir düşman değil. Güneye doğru inen Cermenler, Roma İmparatorluğu’nun sınırlarını ihlâl etmişlerdir. O dönemde belki de dünyanın görebileceği en yırtıcı savaş makinasıdırlar. Yıl 176. Romalıların kuzeyde kazandığı topraklar hemen ardından Germen kabileler tarafından geri kazanıldığından Romalılar bir türlü nihai zaferi perçinleyecek o istikrarlı başarıyı yakalayamıyorlardı. Savaşmak da anlamını yitiriyordu böylece. M.Ö. 27 - M.S. 14 yılları arasında imparatorluğu yönetmiş Augustus dönemine gelindiğindeyse, Romalıların kafası yavaş yavaş bu sıkıntılı gerçeğe basmaya başlamıştı. Bizatihi olarak Romalıların asıl derdi kuzeye doğru sefer düzenlemekten çok, artık şu veya bu şekilde savunmaya geçip kuzey sınırlarını Cermenler’den korumaktı. Yaklaşık 350 yıl sonra Kuzeyli kavimler, ya da Dumezil ve Deleuze & Guattari terimleriyle dersek, göçebe savaş makinesi, İtalyayı boylu boyunca geçip Roma İmparatorluğu’nun sonunu getireceklerdir. Ama henüz değil. 


Bu noktada, Romalı komutanların kafalarının rahat bir yastık yüzü görmediği ve hayatta kalmak için her önüne geleni öldürmenin yetmediği ortamda bugün bile sırf soğuktan ölmenin çok kolay olduğu kuzeyde tanıklık etmenin zor olduğu günleri ilginç kılacak olan bir diğer nokta var. Bahse konu tehlikeli savaşçıların kahramanlık zihniyeti ve töresinin dayatması, zaten her şey olabileceği kadar kötü olmasıyla birlikte,  gülerek meydan okudukları ölüme karşı bir o kadar da Stoik söylemleri bir madeni paranın iki yüzüdür Clunies Ross’un analizinde. Bu durumsa kuzey hudutlarındaki Romalıların hayatta kalmala mücadelelerini burunlarından getiriyordu.

 

Anlatılan bir hikayeye göre, bir keresinde Romalılar Tuna’nın öbür yanındaki Cermenlerin korkman için ne gerekir diye düşündükten sonar onları kovalayıp uzak tutmak için aslanlar getirmişler. Gelgelelim hayatları boyunca hiç aslan görmeyen ama düşmanca merakları ve cesaretleriyle ünlü Cermenler bu vahşi hayvanlardan korkmamışlar, hatta “iri köpek” adını verdikleri aslanlara sopayla dayak atmışlar.  Marcus Aurelius’un önceli Augustus zamanında, Romalıların kaybettiği savaşlara örnek olabileceklerden en önemlisi 9 yılında cereyan eden Teutoburg Ormanı Savaşı’dır. Hermann (ya da Arminius) adlı Cermen bir klan şefi vardı. Bu adam Cherusker kabilesinin başıydı. Roma’da yetiştiğinden Romalıların nasıl savaştıklarınıysa çok iyi biliyordu. Daha Cheruskerlerin başına geçer geçmez, Almanya’daki Teutoburg karaormanında, devlet adamı ve general Publius Quinctilius Varus’un komutasında yürüyüş düzeninde ilerleyen tam donanımlı dokuz Roma Lejyon’una denk gelir. Hermann, Roma ordusuna şok bir baskın yapar. Cheruskerler, Roma ordusuyla birlikte Varus’u da gafil avlayıp yok eder. Lejyonlardan hiçbiri bu baskını anlatacak kadar yaşamadı. Cermenler ordularını temize havale ettiği zamandan beri Romalılar bir kez daha Almanya’nın derinliklerine ayak basma cesareti gösteremezler.


Her neyse, anektodlardan varmak istediğim, o zamanlar Aurelius, bu şartlar altında göçebe ve bazen bugünkü molar antagonizmaları andıran, basbayağı kafayı savaşla bozup kendilerinden geçen Cermenler’e karşı dünyanın en uzak ve ürkütücü köşesinde, tek kanunun hayatta kalmak oduğu gırtlak gırtlağa korkunç bir savaş verip onları defetmek ama diğer yandan da Romalılara gore bu “uygarlığın son bulduğu” noktada hayatta da kalmak zorundaydı. Uzun zaman bu böyle sürüp gitti.  Yineleyelim, Cermenler ya da Yunan-Roma geleneğinin (Kuzeyden inen savaşçı kavimler) “barbar” yaftasını uygun gördükleri, paradoksal şekilde Stoik topluluklar da öyle böyle değillerdir.  Savaş etiği, bazen gittikleri yerde kendileri dışında hiçbir yaşam kalmayan bu kuzeylilerin hayatlarının tek “gerçeği”. Zamandaşları Tacitus’un bize çizdiği portreye bakacak olursak, Romalıların bu ezeli düşmanlarının sade, gösterişsiz, dürüstlük, geleneklerinin sertliği, ruhu esareti kaldıramayan, savaşa doymayan tinsellik ve şeflerine olan bağlılıkları insanın kanını donduran cinstendir. Georges Dumézil’in bize aktardığı, Mitra-Varuna’sında, Julius Caesar, “Cermen Kabilelerin”, demişti bir yerlerde, “tek yaptıkları şey savaşmak, savaşmadıkları zamansa savaşa hazırlığı yapmak.” Burda şartlar o kadar ağırdır ki kuzey boylarında zaman geçirdikçe umulacak tek bir şey var: Tamamen çıldırmamak. Zaten bunu Cermenlerin şakaya gelir yanlarının olmadığından ve savaşın hayatlarının her anını şekillendirdiğinden de çıkarabiliyoruz. Üstüne üstlük, bir yaşam yoğunluğu olarak savaş edimi ve icraatlarının haddi hesabı olmadıkları alternatif çözümlemesiyle, bu kez dinsel düşünceler tarihi kurumu Mircea Eliade’de Dumézil kabilinden her şey daha açık gözüküyor: “Teoloji tarafından doğrulanan savaş ritüeli, Cermenlerin ideolojisinde ve uygulamasında savaş her şeyi işgal etmiş, her şeyi renklendirmiştir.” Onların bildiği tek yaşam tarzı budur. Artık seleflerinden aldığı gerileyen sınır mirası Aurelius’u çok uğraştıracaktır. Gibbon, Marcus Aurelius’un Danube’nin buz tutmuş kesimlerine tam sekiz kış seferi yaptığını yazar. (107) İşte Aurelius’un karşımızdaki şey bu.

Pers topraklarından aceleyle yola çıkan Aurelius, hızlı ve dikkatlice hareket etmesi gerektiğinden soluğu onu bekleyen imparatorluğun kuzey sınırlarında alır. Kuzey sınırına Aurelius, Aquileia’da konuşlanır ve istilanın üstesinden gelmeyi başarır. Tuna-ötesi Carnuntum’da da iki kez kazan kaldıran Cermenlere karşı bir zafer kazanır. Sarmatlarla ve Quadi’yle savaşır. Bu süre hayatının son on yılına tekabül eder. 180 yılında hastalanıp ölür. Ölümünden bir sene önce bile Tuna-ötesi “barbarlar”a karşı bir sefer düzenlemesini de yaşadığı şartlara ve habitus’una ışık tutması açısından atlamamak gerek. İmparator Marcus Aurelius’un yaşamı hep hayatta kalmanın başarı sayıldığı sınır boylarında, hatta artik Roma lejyonlarının sürekli arkasını kolaçan ederek yaşadıkları bir dönemde geçti dersek abartmış olmayız. Hep savaşla içiçe, en azından stoik öğreti yörüngesinde “düzgün” bir çizgi benimseyip bu okuduklarımızı ölümün psikolojisi eşiğinde yaşayarak yazdı. Bununla birlikte, Aurelius, insan doğasının yüzkarası olarak addeddiği savaştan ölene dek nefret etti. (Gibbon: 106) Hatta bu çerçevede bir parantez açmamda fayda olabilir, çünkü, kalbinin bir şeyden kuşkulanmayan iyiliği, ılımlılığı ve canayakın arkadaşlığı onun karakterinin en büyük kusuruydu. Yaşamı kendine karşı acımasız, her şeye rağmen ötekilerinin kusurlarına hoşgörülü ve tüm insanlığa karşı da alabildiğine adil ve yardımseverdi Aurelius. (Gibbon: 113) Acaba oniki yaşlarında sarıldığı Stoa yaşantısıyla, çarpışmak zorunda olduğu kuzeylilere de mi o gözle bakıyordu? Bununla birlikte, bir şey var ki, o günlerde kendisi, Stoacı dinginlikle bıçak sırtında yaşamayı kanıksayıp, insanın nasıl kendine hâkim olacağını, sabrın ve hoşgörünün erdemini, acılara ve elemlere başetmenin sanatını, hınca yüz vermemeyi bilincine kazımıştır. Belki de bu çerçevede Aurelius’un Düşünceler’inden yapacağım ufak bir alıntı, Aurelius’un stozizminin Deleuze ve Guattari’nin çoklu akışları, Sartre’ın o sabit olmayan özü ve Derrida’nın mevcudiyet metafiziğine meydan okuyan zaman-mekansal şimdiki an sonsuzluğu ile ilginç bir parallel kıyas ihtimalini uzak tutmaması sanırım bugün Aurelius’u değerli ve geçerli kılan yönlerinden biridir ve zihni bugün bile şaşırtmaya devam ediyor:

İnsan ömrü bir an sürer,
özümüz artsız aralıksız bir akış,
tüm bedenimiz bozulmaya yazgılı,
ruhumuz bir kargaşa,
yazgımız öngörülmez,
ünümüz güvenilmezdir.
Tek sözcükle,
bedenimize ait olan her şey akan bir ırmaktır,
ruhumuza ait olan her şey de salt düş ve yanılsamadır;
yaşamımız yabancı bir ülkede savaş zamanı ve yolculuktur,
ölümden sonraki ünümüz ise unutuluştur.
Bizi koruyacak ne kalıyor geriye?
Tek, biricik şey, felsefe.
(II. Kitap, 45)

 

Kaynakça 

Asad, Talal. Sekülerliğin Biçimleri: Hristiyanlık, İslamiyet ve Modernlik. Çev. F.B. Aydar. İstanbul: Metis, 2007, 107.
Aurelius, Marcus. Düşünceler. Çev. Ş. Karadeniz. İstanbul: YKY, 2006.
Aurelius, Marcus. Meditations. Trans. A.S.L. Farquharson. London: Everyman, 1992.
Baker, Ulus. Dostoyevski ve Tarkovski. Alındığı tarih, 5 2007, http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,215,0,0,1,0
Bachmann, Gideon. “Pasolini Source, Pasolini on de Sade: An Interview during the Filming of "The 120 Days of Sodom” İçerisinde Film Quarterly, 29: 2 (1975-1976, Winter,): 39-45, 41.
Baudrillard, Jean. “Why Theory?” İçerisinde Hatred of Capitalism. Der. Chris Kraus ve Sylvére Lotringer. Massachusetts: Semiotext(e), 2001.
Buzzati, Dino. Tatar Çölü. Çev. N. Önol. İstanbul: Varlık Yayınları. 1968 Mayıs, 206.
Cioran, Emile. Burukluk. Çev. H. Bayrı. İstanbul: Metis, 2000, 13.
Derrida, Jacques. “Ethics and Politics Today” in Negotiations: Interventions and Interviews 1971-2001 Ed. Ve Çev. Elizabeth Rottenberg. 295-314. Stanford: Stanford: Stanford University Press, 2002.
Dumézil, Georges. Mitra-Varuna: An Essay on Two Indo-European Representations of Sovereignity. Trans. D. Coltman. New York: Zone Books, 1988, 125.
Eck, Werner. The Age of Augustus. Çev. D. L. Schneider. Oxford: Blackwell Publishing, 2003.
Eliade, M. Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi II. Trans. A. Berktay. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2003, 181.
Epiktetos. Düşünceler ve Sohbetler. Çev. Cemal Süer. İstanbul:  Kaknüs Yayınları, 2010.
Fordyce, David. The Elements of Moral Philosophy. Indianapolis: Liberty Fund, 2003.
Gibbon, Edward. The Decline and the Fall of the Roman Empire. London: Penguin, 1985.
Gombrich, E.H. Dünya Tarihi. Çev. A. Mumcu. İstanbul: İnkilap, 121.
Gökberk, M. Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2002, 110.
Kavas, Levent.  Açtırma kutuyu. http://www.havadiskibris.com/yazi/1119/actirma-kutuyu.html
MacIntyre, Alasdair. After Virtue: A Study in Moral Theory. Notre Dame & Indiana: University of Notre Dame Press, 1984, 233-4.
MacIntyre, Alasdair. A Short History of Ethics. London, Routledge, 2004, 104.
Manguel, Alberto. Okumanın Tarihi. Çev. F. Elioğlu. İstanbul:YKY, 2004,115.
Ross, M. C. & Lönnroth, L. “The Norse Muse: Report from an International Research Project.” İçerisinde Alvíssmál, 9, (1999): 3–28.
Russell, B. History of Western Philosophy. London: Routledge, 2007, 241.
Sloterdijk, Peter. Critique of Cynical Reason. Trans. M. Elred. London: Verso, 1988. 
Tacitus, Cornelius.  Dialogues, Agricola, Germania.  Çev. W. Peterson. London:  William Heinemann Ltd., 1958.

Bu haber toplam 2345 defa okunmuştur
Gaile 381. Sayısı

Gaile 381. Sayısı