
Kuşlar… O kanatlı melekler…
Mevsimlerin değişimi, hele de, önce sonbahar sonra da kışın gelme uyarısı, bazılarımızda derin bir hüzün, bazılarımızda ‘mevsim hastalıkları ve kronik hastalık ağrıları’ yaratıyorsa da… çoğumuz için, pek de bir şey ifade etmiyor…
Mevsimlerin değişimi, hele de, önce sonbahar sonra da kışın gelme uyarısı, bazılarımızda derin bir hüzün, bazılarımızda ‘mevsim hastalıkları ve kronik hastalık ağrıları’ yaratıyorsa da… çoğumuz için, pek de bir şey ifade etmiyor…
Oysa sonbahar, biz ayırdında olmasak da, pek çok olayı, renk ve düzeni içinde taşıyan ‘kendine özgü’ bir mevsimdir…
Göçmen kuşların uğrak yeriyiz…
Sonbahar, bizim için de özel / kendine özgü bir mevsimdir; çünkü, her sonbaharda, adamızdan, “göçmen kuşların geçişi” başlar…
Kuzeyden, uzak soğuk ülkelerden sıcacık Afrika’ya süren bir göçtür bu… Ve, bu uzun yolculuk sırasında yorgunluk atmak, yeni güç toplamak için ülkemizde duraklıyor göçmen kuşlar….
Ama, yaktığımız ormanlar, kuruttuğumuz göletler sonucunda nasıl bir ev sahipliği yapacak, onlara ne ikram edeceğiz ki… nin utancı sıkmalı yüreğimizi…
***
Evet, ne ikram edeceğiz onlara…
Bir yudum su olsun bulabilecekler mi acaba…
Ülkemizde, sadece bizim kuşlarımız açısından değil… ‘göçmen kuşlar’ açısından da çok önemli, yaşamsal (8) sulak alanımızın: Kanlıköy, Gönyeli Köprü Barajları, Beyarmudu Gölü, Glapsides, Salamis ve İskele sahilleri… belli, çoğu kez yürekler acısı…
***
Kıbrıs’tan, sürekli olarak geçen 200, bazen 230 kuş türü varmış. “Kuşları Koruma Derneği”nin yaptığı çalışmalardan çıkan verilere göre, bu dönemde bizim kuş türlerimizle birlikte, bu sayı (412)ye varırmış…
Göçmen kuşlar arasında, Sumru, Tepeli, Dalgıç, Uzunbacak, Kılıçgaga, Delice, Arı Şahini, Gri Balıkcıl, Sakarmeke türleri varmış… Ama, sulak alan bulamayınca, belli ki, Kıbrıs’a inmekten, zamanla tam olarak vaz geçecekler…
Zaten, öylesine ilgisiz ve umursuzuz ki – konunun az sayıdaki meraklısı ve örgütleri dışında – geçip geçmedikleri, ülkemizde konaklayıp konaklamadıkları, sayılarının azalıp azalmadığının farkına varmamız olası değil ki!
YA BİZİM KUŞLARIMIZ…
Farkında mısınız artık “kuş sesine” hasretiz…
Sadece kasabalarda değil, kırsal alanlarda da, o alıştığımız / artık birer özleme dönüşen / cıvıl cıvıl kuş seslerinden eser yok… Ama,
Tabii, bunlar bizim umurumuzda değil…
Bizim için varsa da yoksa da kendi bencilliğimiz… egomuz…
Her şey bir yana… ya çocuklarımıza ne diyeceğiz…
Onları, ağaçsız, kuşsuz, çiçeksiz, şarkısız bir ortama mahkum edişimizin utancından nasıl kurtulacağız…
Yoksa, hep yaptığımız gibi, aynı alışkanlığı sürdürerek onları karşımıza alıp:
“Vallahi ve billahi – bu ülkede de bir zamanlar kuşlar yaşardı…” mi diyeceğiz!
***
“Sonra da… büyük büyük işlerimiz ve hain düşmanlarımız nedeniyle onlara bakamadık…
Yok olup gittiler… Bizim suçumuz yok inanın…
Ahh, o hainler… Bütün suç onlarda!” mı diyeceğiz…
***
Evet… Ne diyeceğiz… Diyeceksiniz…
Yeni bir yılı karşılıyoruz…
Evet… yepyeni bir yılı daha karşılıyoruz… Tüm acılarımıza, hayal kırıklıklarımıza karşın: “Güzel gel, güzellikler getir 2013” diyerek...
Elimize, 365 yapraklı bir ‘çek’ verilecek. En azından, bazı yapraklarını renklendirmek için… Biraz daha bireyselleşmek, biraz daha ülkemizde olup bitenlerin ayırdına varmak… O “gri” monotonluğumuzu, suskunluğumuzu bozmak hatta kırmak için… Bize empoze edilenlerden biraz daha farklı düşünmek, biraz daha farklı davranmak ve yaratmak için…
Yani, biraz olsun, kendimiz olabilmek için…
***
Yani “sevgi ve umudu” yüreğimizin / hayatımızın rehberi yapmak… Bunu başarınca da “dünyayı sorgulamak…” gerçekten de bu, çok önemli… çünkü,
“insan sorgulamıyorsa dünyayı, biraz, boşuna yaşamış olmaz mı? Ama, çok daha önemlisi: “Anı yaşamayı” öğrenmek…
***
Haklısınız… Bazen o kadar bunalıyor ki insan, çevresinde gördüklerinden…
Bir türlü anlayamazsınız, insanların; hatta, devletlerin, bunca birbirini yok etme isteği / hırsı… Kazançlarına kazanç katma tutkusu… Ömür denen bu kısa süreçte…
Her yeni yıl, hızla gelip dayanıyorsa kapımıza, takvim yaprakları süratle çevriliyorsa…
Niye bunca savaş, ölüm ve zulüm…
Ne midir bunların nedenleri?
Ve biz bunlara layık mıyız?
Avrupa’daki ülkelerin, ABD ve diğerlerinin tarihlerini izleyin… O ülkelerin de, bizim gibi hatta bizden de beter acılardan, felaketlerden, mücadelelerden geçtiğini görürsünüz… Diktatörleri, iç savaşları, işkenceleri, cinayet, sürgün ve iç kıyımları…
Tümünün tarihinde de utanç ve vahşet dolu sayfalar var…
***
Peki, nasıl mı oldu da o ülkeler, sihirli bir değnek dokunmuş gibi… kısa sürelerde, insanlarını, insan onuruna layık bir yaşama dönüştürdüler…
Bunun yanıtı tek bir sözcüktür: CESARET…
***
Bizde eksik olan da bu.
Ve cesaret, savaş meydanlarında gösterilen kahramanlık da değildir…
Uzun… çok uzun, “ikinci sınıf” olarak bize yaşatılan, ‘dıştan gelen egemenlikler sayesinde’, iğdiş edildik, benliğimizi, düşüncelerimizi, geleceğimizi tutsak ettiler… Ama…
Ama, bilelim ki, her yeni başlangıç her yeni umudun da başlangıcıdır..
Ne olursa olsun, umudumuzu korumak zorundayız…
***
Ne güzeldir insanın umudunu yitirmemesi…
Yeni bir güne başlarken, yüzünde güllerin açması… sanki, önceki günlerde, yaşamın önceki yıllarında, hiçbir acı yaşamamış gibi yeni bir güne başlamak ne güzeldir… Ama, kolay mı???
***
An’ı, anın içindeki güzelliği yaşamak belki de en doğrusu
Şayet onu duyumsarsanız…
Duyumsayabilirseniz…
HALİMİZ
Ruhum eski bir gramofon
hep aynı parçayı yineliyor
Uzun bir yola benzer yazmak
yolcu da sensin, yol da
‘Bir es’ dedin
Ses verdin yazıya
kabuğu çatladı sessizliğin
sesin kapısında
yolcu da sensin, yol da…
Kimimiz dağlara, kimimiz evlere
kimimiz dolarlara eurolara
kimimiz pembe dizilere kapılıp
heyamola hesalessa seferlere
koştuk… koşuyoruz hala biteviye
Radyoda havadis saati, haberler
“Son Hasan Bulli de asıldı.”
Gong vurdu, herkes rızkının peşinde
olup bitenden bihaber…
Zaman bu coğrafyada yıllardır durdu…
Neriman CAHİT