1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kötülük ve Şeytan
Kötülük ve Şeytan

Kötülük ve Şeytan

Kötülük onu gören ama karşı koymayanlardadır, o ya da bu nedenle bu kötülük onlara bulaşmadığı sürece ona tepki vermemiş kişilerdedir.

A+A-

Yılmaz Akgünlü

yakgunlu@yahoo.com

1.

Bu yazının yazılmaya başlandığı sırada henüz daha İsrail - Hamas savaşı başlamamıştı. Kötülük tekrar bütün dehşetiyle sahneye çıktı böylece. Bu öyle bir kötülük ki daha önce eşi benzeri görülmemiş bir özelliği var. İlk kez bir savaşta bu kadar orantısız bir güç kullanımına bütün dünyanın tam da gözünün önünde tanık oluyoruz. Kendisini koruyabilecek gözle görülür bir ordusu bile olmayan, kadın çocuk demeden iki milyon sivil Gazze şeridi gibi küçücük bir alanda adeta kapana sıkışmış durumda; üstlerine bombalar yağıyor, hatta hastanelerini bile boşaltmaları isteniyor, elektrik, su ve gıda olmadan yaşam savaşı veriyorlar. Olayı şöyle düşünelim: ABD bir ülkeye bomba atsa ve bin kişi ölse, bunun üzerine bütün ABD halkı aynı koşullara maruz kalsa... Filistinlilerin tek suçları güçsüz olmaları, bir devletlerinin bile olmaması, kısacası yarım var olmaları.  Bu ölçüde orantısız bir güç kullanımı apaçık ortadayken insana asıl korkunç gelen dünyanın bütün ülkelerinin bu korkunç vahşeti hiçbir şey yapmadan seyretmeleri. Evet, belki de bu savaşı başlatan görünürde Hamas olduğu için Filistin halkına yapılanlar da meşrulaştırılabiliyor. Peki ama şu anda İsrail neden sivilleri bombalıyor, neden sıkıştıkları küçücük toprak parçasını başlarına yıkıyor? Ölenler Hamas militanları mı yoksa kadın çocuk demeden bütün halk mı? Hem Hamas kim? Gerçek anlamda ne kadar Filistinlileri ve çıkarlarını temsil ediyor? El Kaide, Suudi Arabistan’ın çıkarlarını mı temsil ediyordu 11 Eylül’de İkiz Kuleler’i yıktığında? Neden ABD Suudileri bombalamadı o halde?

Bir de bu saldırının bile isteye göz yumulan bir saldırı olduğu o kadar belli ki, İsrail gibi devasa bir istihbarat ağına sahip bir ülkenin tam burnunun dibinde binlerce insanla yapılan bir saldırı hazırlığını görmemiş, bilmemiş olmasına imkan var mı? Doğum günü partisi yapsalar haberlerinin olacağı bir coğrafyada bu nasıl mümkün olabilir? Öte yandan Hamas’ın radikalleştirilip böyle bir eyleme teşvik edilmesi de ayrı hikaye. Kısacası orada bir bahane yaratıldı ve gözü doymaz İsrail milliyetçiliği Filistin’i bir adım daha toprağa gömme işine koyuldu. Ancak tabii asıl sebep bu değildi. Yüzyılladır kanla beslenen emperyalist güçler Ortadoğu’da Çin’in etkisiyle oluşan barış ortamından hoşlanmadılar. Çin’in oradaki devletleri bir araya getirip kriz, gerilim ve savaşlara son verecek adımlarını var güçleriyle baltalamaya giriştiler. Eğer Ortadoğu devletleri başta İran ve Suudi Arabistan olmak üzere barış yaparlarsa nasıl istedikleri gibi top oynayacaklar bölgede?

Birtakım sebepler bularak savaşı anlamlandırmayı deneyebiliriz, politik dengelerle, sosyolojik gereksinimlerle savaşı açıklamaya çalışabiliriz. Ama hiçbir şey bu savaşı acı içinde seyrederken yaşadığımız çaresizliği açıklayamaz. Belki de savaşların çok önemli bir amacı, bu çaresizlik duygusunu yaymaktır. İnsanları, toplumları savaşa karşı duyarsız hale getirirsiniz böylece; sadece duyarsız da değil aciz ve pasif. Başkasında olduğu sürece savaşla pek ilgilenmeyiz. Oysa aslında dünyanın bir başka yerinde savaş olduğunda o savaş bizim içimizde de olur. Fark etmeyiz ama biz de ölürüz ölenlerle, insanlığımızı yitirerek ölürüz tepkisizliğimizde.

Peki neye tepki duymalıyız gerçekte? Bu yazıda bunu incelemeye çalışacağım. Kötülüğün aslında son derece de bireysel olduğunu göstermek, niyetim. Kötüyü algılayan, kötüyü yaratan, onu besleyen benim. Bir bakıma bundan kaçamayız ama onu belli bir alanda ve boyutta tutmayı başarabiliriz. Dünyada kötü dediğimiz şeyler iyi dediğimiz şeylerin içinde başlıyor, doğuyor ve gelişiyor. Peki büyük resme bakarak kötülüğü aşmamız mümkün olabilir mi?

2.

Her birimiz bu dünyanın somut, günlük koşullarında yaşarken bir yandan da düşünerek olayları yorumlamaya ve anlamlandırmaya çalışırız. Maalesef çoğumuz bu anlamlandırma işini ya yetersiz yapar ya da bir süre sonra otomatiğe alarak olayları hep aynı şekilde yorumlar. Zihnimize bir bilgisayar programı gibi yazılmış gerçeklerimizi asla bırakmayız ve onları çok ender olarak esnetiriz. O yüzden aslında belki de dünyada kötülüğün neden var olduğunu tartışmaya hazırlandığımız bu yazıda daha en baştan şunu söylersek hata etmiş olmayız sanırım: Çevremizde gördüğümüz her kötülük aslında insan zihinlerinin esneklikten yoksunluğunun bir sonucudur.

Eğer zihinlerimiz yeterince esnek ve açık olsaydı dünyayı katı biçimlerde görmez, ona an be an daha etkin ve doğru tepki verir, insanların da esnek ve aydın zihinlere sahip olmasına katkıda bulunurduk. 

Bir gün bir aydınlanma yaşasak ve dünyada gerçek anlamda kötülük diye bir şeyin olmadığını anlasak o andan sonra yaşam nasıl olurdu acaba? İyi ama kötülük var, bunu hissediyoruz, her gün görüyoruz. Yaşlılık ve hastalık, eşitsizlik ve adaletsizlik var. Savaşlar ve kıtlıklar var. Yalnızlık ve kimsesizlik, erken gelen ölümler, kazalar, depremler, felaketler, kayıplar var. Çevrelerine faydadan çok zarar veren, tamamen bencilce yaşayan, gözü mal mülk sevdasıyla kör olmuş kötü kalpli insanlar var. Bütün bunlara da yok mu diyeceğiz?

Kötülüğün varlığı hayatımızdaki neredeyse en önemli problem; asırlardır insanlar kendilerini bildi bileli ondan kurtulamadık. Onu isimlendirmesek de, kötü, şeytan, acı gibi isimler vermesek de günlük hayatımızda farklı şekillerde onu yaşadık. İnsanlar uygarlıklar kurup kendilerini insan olarak yücelttikleri, birtakım değer ve inançlara tapındıkları ölçüde ardı sıra kötülükler de geldi çattı kapılarına. Kimse dünyaya taht kuramadı, kötülüğü yenemedi mutlak anlamda; herkes kendi çapında kendi dünyasının ölçülerinde yenildiği hissine kapıldı bir gün. Kurdukları, yaptıkları bir gün tuzla buz oldu ya da olacak korkusuyla tadını çıkaramadı yaşamının.  Ve nihayetinde büyük kötülük ölüm geldi çattı. Ölümler, kötülüklerin en büyüğü çünkü o bütün oyunları bozan, bütün bilinenleri bilinmez haline getiren güç. Onu yenebilen tek bir fani var mıdır?

Peki nasıl başladı her şey?

Bundan binlerce yıl önce insanlığın ilk zamanlarında tanrı kavramı yoktu, tanrı olmayınca şeytan da yoktu. Şeytan mükemmel, sevgi dolu ve iyi olan tanrının ortaya çıkmasıyla zorunlu olarak dünyamıza girdi. Tanrı iyiyse kötülüğün kaynağı neydi o halde? Kendisiyle tamamen tutarsız bir şekilde dinler şeytanın varlığını icat etmek zorunda kaldılar. Oysa her anlamda güçlü ve sonsuz olarak tasarlanan tanrının şeytanın varlığına engel olamaması düşünülebilir mi? O halde suçu tanrıdan alacak, onu masumlaştıracak bir unsurun eklenmesi gerekti hikayeye, işte o şeytandı.

Soyut bir kurgu, metafizik bir aktör olarak şeytanı ve onun doğurduğu kötülükleri bir kenara koyacak olursak peki? Bizim günlük yaşamımızda, duygu dünyamızda somut olarak kötülük nedir, ona bakalım bir an için.

3.

Şeytan ve kötülük problemi gerçekte insanın bilinçli olma kapasitesinin bir ürünü olarak tam şu anda ortaya çıkan ve her zaman bizimle olan bir şeydir. Kötülük uzakta değildir, şeytan bizimledir, o tam olarak bizim bir parçamız. Ancak yenmemiz gereken bir parça değildir o. Yenmeye çalıştıkça büyüyen, savaştıkça güçlenen düşmanımız haline gelir. O, anlamamız gereken bir şeydir. Tamamen öznel, kişisel bir şeydir, başka her şey gibi nesnellikten yoksundur. Çağımızın derin bir yanılgısı, dünyanın nesnel bir görüntüsünün, gerçekliğinin olduğunu iddia etmesidir. Nesnellik inancı kötülüğün asıl kaynağıdır. Çünkü eğer nesnel bir bakış açısı yoksa kimse başka birisinin kötü olduğunu iddia edemezdi, sadece o şeyin kendisi için kötü olduğunu iddia edebilirdi. Nesnellik yanılgısını yaymaya çalışmak denetlenebilecek ya da ortadan kaldırılması gereken nesneler var etmek demektir. Dünyanın nesnel bir algılanışı yoktur, asla da olmayacaktır. Bizim nesnel dediğimiz şey aslında geniş katılımlı, ortaklaşa kabullenilmiş öznelliklerin kurduğu bir algıdır. Hepimiz birbirimize öznel görüşlerimizi dayatırız ve zaman içinde oluşan bu görüş ve yaşam biçimleri bize nesnelmiş izlenimi verir. Bu şekilde yaratılan gerçeklikler sanki mutlak bir gerçekliğe sahipmiş gibi algılanır.

O halde artık işin özüne doğru yol alabiliriz. Eğer nesnel gerçeklik diye bir şey yoksa ya da şöyle diyelim, öznesiz bir nesnel gerçeklik yoksa, o zaman öznelliğin ve nesnelliğin de aynı şeyin farklı bir görünümü olduğunu söyleyebiliriz. Biz nesnel dediğimiz bakış açılarına ve davranış şekillerine takıldığımızda dünyadaki en büyük kötülüğü kendimize yapıyoruz ve içselliğimizi (öznelliğimizi) inkar ediyoruz.

Kötülüğü anlamakta ve yenmekteki ilk adım içselliğimize tekrar kavuşmak ve bundan doğan içsel-dışsal bütünlüğünü tekrar başarmak olmalıdır. Bir kurgu olan şeytan, eğer gerçek dünyamızda bir gerçekliğe karşılık geliyorsa bu tam da içselliğin kaybıdır. Şeytan bizi ele geçirmiştir, şeytan nesnel (denilen) dış dünyadır, o herkes için aynı olan gerçekliktir ve tüm öznellikleri yok eder. Kendi iç dünyasıyla (nesnelliğiyle, içselliğiyle) bağını kaybetmiş bir insan o noktadan sonra gerçek değildir, sadece bir gölgedir. Şeytan onu boyunduruğu altına almıştır. O ne derse onu yapacaktır. Günümüz dünyasında şeytan “Dünyanın tanımı”dır. Dünyayı tanımladığımız, kurguladığımızı dilin kısıtlılıkları, bizim de hapishanemizin duvarlarıdır. Kötülük bu duvarların içinde kalmak ve asla çıkamamaktır.

Bir insanın kötü bir özelliği, diyelim bencilliği nereden doğar? O insanın içinde midir? Kötülük nerededir? Kötülük ‘bu dünyadadır’. Sadece bir insanda değildir, kötülük o insanda kendini dışarı çıkartmış, yüzünü göstermiştir, o insanda başkalarının görüp algıladığı bir şeydir. Ancak onu algılayan dahi bu kötülüğün bir parçasıdır. O kötülüğün dışa vurmasına vesile olmuştur, onu kışkırtmıştır, fırsat vermiştir ya da. Belki de zayıflığıyla, masumluğuyla kötünün açgözlü sırtlan bakışlarına hedef olmuştur. Kötülük saflığın, iyi niyetin, masumluğun olduğu yerdedir. Ve kötülük onu gören ama karşı koymayanlardadır, o ya da bu nedenle bu kötülük onlara bulaşmadığı sürece ona tepki vermemiş kişilerdedir. Cehenneme giden yol iyi niyetlerle döşenir, denir. İyi niyet kötülüğü engellemeyip aksine besleyebilir. Mesele iyi niyetli olmak değil, uyanık ve hakiki olmaktır. Uyanık ve hakiki olmak bütün düşünce ve öğretilerin yetersizliğini gördüğümüz ve dünyayı açıklamanın mümkün olmadığını anladığımız anda elimizdeki en harika olanak olarak ortaya çıkar. Mucizevi bir berraklık bütün açıklama, anlama ihtiyaçlarını ortadan kaldırmıştır. Çünkü tam ve keskin bir uyanıklıkla gelen aydınlanma bütün evreni ve onun anlamını hiçbir soru işareti geride kalmadan önümüze sermiştir. Kötünün sonunun geldiği yerdir burası.

4.                                  

Öyleyse kötülük algımızdadır, yani onu algılayan gözlerimiz onu yaratır da. Buna kim karşı gelebilir? Kendi zihnimizden kötülüğü temizlemek demek kendimizi kötülükten etkilenmeyen bir konuma getirmektir bir bakıma. Kötü şeyler, kötü insan ve algılar, kötü olaylar sonsuza kadar etrafımızda olup bitecekler. Sadece dünya yüzündeki çok az insan kötülüğün üzerinden akmayı bilecek; kendi içindeki kötülüğü temizleyenlerdir onlar. Kötülüğün üzerinden akmak onu artık umursamamak ve başkalarının acısına karşı kayıtsız kalmak değildir. Aksine kötülüğü yenebilme gücünü eline almış olarak başkalarının içindeki kötülüğe karşı daha yaratıcı olanaklarla yardım edebilmek demektir.

Yüzeysel bir insan ise hep başkasındaki kötülüğe odaklanır, asıl kötü olanın kendisi olduğunu görmeyerek. O yüzden hiçbir zaman değişmez. Cehennemin içinde sonsuz bir zaman debelenir durur. Kötülüğünü kabullenip aşabilmek ve sonra bütün varlıklara ve insanlara borçlu olduğunu anlamak ilk bakışta korkutucu görünebilir insana. Ancak sonsuz kadar sıkılmayacağımız alemleri garantiler bize. Her zaman dönüştürülecek kötülükler olacaktır, hem içimizde hem de dışımızda. İç ve dışın ortadan kalktığı o bakışta gerçek ve sağlam bir güven ve huzur yayılacaktır en derinlerimize.

Bu haber toplam 3756 defa okunmuştur
Gaile 504. Sayısı

Gaile 504. Sayısı