1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kıbrıs’ın Kuzeyinde Emekçi Sınıfların Durumu
Kıbrıs’ın Kuzeyinde Emekçi Sınıfların Durumu

Kıbrıs’ın Kuzeyinde Emekçi Sınıfların Durumu

Atılması gereken adımı atmak için yapmamız gereken ise Kıbrıslı Türk işçi sınıfına acıyıp onun durumuna hayıflanmak değil; toplumu yeniden şekillendirecek yaratıcı enerjinin serbest kalması için taraf olup mücadeleye katılmaktır!

A+A-

Münür Rahvancıoğlu
munurrahvancioglu@yahoo.com

 

Dikkatinizi çekmiş olabileceği gibi, yazının başlığı F. Engels’in 1845 yılında kaleme aldığı “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” isimli kitabına selam gönderiyor. Engels bu kitabı yazdığında, dönemin sosyalist aydınları toplumsal kurtuluşun eğitimli ve hali vakti yerinde orta sınıfın (burjuvazi) vicdani uyanışı ile mümkün olacağı düşüncesindeydi. Avrupa sosyalist hareketinde (Blanquie’yi saymazsak) ayak takımı olarak görülen işçi ve emekçilere acımak dışında bir yönelimi olan siyasal akım yok gibiydi. O tarihlerde sosyalizm bir tür edebi girişim, siyasaldan çok retorik bir tutumdu: Felsefe, akademik kürsü, gazetecilik, roman, şiir ve hayırseverliğin karışımı denilebilecek bir tür aydın yüce gönüllülüğünden ibaretti!

Kültürsüz, yozlaşmış, cahil, zevksiz ve insanlıktan çıkmış emekçi sınıflar, 1845’teki bu sosyalizm damarına göre sadece hakkında üzülebilecek, acıma nesnesi olarak gündeme gelebilecek bir yığındı! İki yakasını bir araya getirmekten aciz, günde 15 saatten fazla çalışan emekçilerin, toplumsal özgürleşmenin öznesi olabileceğini değil dile getiren, düşünen dahi yoktu!

2022 yılında Kıbrıs’ta, emekçilerin durumu 1845 yılındaki koşullara her geçen gün yaklaşırken; kendine solcu diyenler açısından da durum o zamanın solcularından pek farklı değil. Elbette bizim entelektüellerimiz, bu noktaya gelirken 1845 Avrupa solundan çok daha farklı bir yoldan geçtiler. Ama emekçi sınıflara dair acımayla karışık tiksinme refleksleri, orta sınıf addedilen Kıbrıslı elitlere ilişkin boş beklentileri ve toplumsal kurtuluşu bir tür ikna, örgütlenmenin kaldıracını da “kesesi olanlardan” fon bulma süreci olarak algılayan çözümlemeleri, 1845 yılı ile neredeyse bire bir örtüşüyor! Elbette emek ve emekçi algısı çarpılmış, tarihsel bir statüye indirgenmiş bir sosyalizm, tartışılmalı ve eleştirilmelidir ama yazının konusu “Kıbrıs’ın Kuzeyinde Sosyalistlerin Durumu” olmadığından, gelin biz emekçilere odaklanalım.

Kıbrıs’ın Kuzeyinde Emekçi Sınıflar

Her ne kadar Kıbrıs’ın kuzeyinde “emekçi” denildiği zaman algılanan “yabancı uyruklu işçiler” de olsa; ne tanım ne de emekçi sınıfların bileşimi bu kesimden ibarettir. Kıbrıs’ın kuzeyinde esnaf, kendi nam ve hesabına çalışan meslek sahipleri, kamu, özel ve kayıt dışı katmanlardan oluşan bir emekçi sınıflar dağılımı vardır. Bu saydıklarımızın bazıları kendilerini emekçi saymazken, bazıları da ülkenin entelektüelleri tarafından ya emekçi sayılmaz ya da hesaba katılmazlar. Günümüzde özellikle esnaf, meslek sahipleri (avukat, muhasebeci, mimar vb.) ve Göç Yasası öncesi kadrolu kamu çalışanlarının önemli bir kesimi kendisini emekçi kabul etmiyor. Kendisini emekçi olarak görenler de ülkenin solu tarafından emekçi sayılmıyor!

Marksizmin öğrettiği temel bir değerlendirme kriteri olarak, yüz yıldan uzun bir süredir biliyoruz ki; nasıl ki bir kişinin kendisi hakkında veya bizim o kişi hakkında ne düşündüğümüz onun gerçekte ne olduğuna dair veri kabul edilemezse, toplumsal sınıflar ve sınıf içi katmanların yerini de onların bilinç düzeyleri değil nesnel konumları belirler. Bu sınıfsal katmanların fiilen emek hareketinin bir parçası olarak konumlanması elbette siyasal mücadele ile yani temel taleplerinin emek hareketinin bütünü içerisinde yeniden tarif edilmesi ile başarılabilir. Ama konumuz bu da değil…

Diğer yandan sınıfın önemli bir bileşeni olan kamuda çalışan Göç Yasası girişli, sözleşmeli, hizmet alımı ve geçici statülü emekçiler, giderek artmakta olan oranlarına rağmen tamamen görünmez durumdadırlar. “Memur” adı altında silikleştirilen bu farklı statüler; maaş, izin, iş güvencesi, çalışma koşuları ve emekliliğe dair haklar bakımından özel sektör emekçilerine daha yakın oldukları halde, özenle yok sayılırlar! Üstelik detaylı konuşmalarda varlıklarını kabul etmek zorunda kalan ama her nevi gündelik söylemde ve siyasal eylemde onlara “memur” muamelesi yapan entelektüellerle solcular tarafından! “Kıbrıslı solcu”nun gözünde esnaf işverendir; avukat, muhasebeci ve mimar zenginden sayılır; kamuda çalışan herkes Göç Yasası öncesi girişli, kadrolu, yüksek maaşlı, ek mesai ile çift maaşlı ve hatta ikinci iş yapan elitlerden oluşur ve özel sektörde çalışanlar da ya “vatandaş olmuş Türkiyeliler” ya da “kaçak işçiler”dir!

Oysa maaş, izin, iş güvencesi gibi koşulları neredeyse homojen olan özel sektör emekçileri; sınıfsal olarak pek önemi olmasa da her kökenden Kıbrıslı Türk’ten, kayıt dışı ve kayıtlı yabancı uyruklu işçilerden oluşmaktadır. Bu bakımdan “Kıbrıslı solcu”nun özel sektör eşittir yabancı uyruklu işçi ezberi, kendini solcu saymasından bile daha boş bir yanılsamadır! Üstelik bu ezber yanlış olduğu kadar, örtülü bir ırkçılıkla da damgalıdır! Bu gizli ırkçılığın ima ettiği şey şudur: “Eğer özel sektörde çalışanlar, Kıbrıslı değillerse ve yabancıların büyük bir çoğunluğu da irademizi gasp eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından (sevdikleri bir tabirle yerleşiklerden) oluşuyorsa, özel sektördeki hak gasplarından bize ne?” Bu öylesine boş bir argümandır ki, eğer dürüst bir "Kıbrıslı solcu” bunu açık açık ifade edecek olsa, birçok farklı açıdan yanıtlamak ve çürütmek çok kolay olurdu!

Kişisel hezeyanlara ve kültürel milliyetçiliğin at gözlüklerine değil nesnel olgulara bakılırsa rahatlıkla görülebilir ki; özel sektörde çalışanların yarıya yakını bu ülkenin vatandaşlarıdır; vatandaş olmayanların yarıya yakını üçüncü uyrukludur ve bir ülkenin vatandaşları ile o ülkenin yöneticileri arasında ayrım yapamayanlara zaten solcu demek mümkün değildir! Üstelik emek hareketi hangi katmanlardan oluşursa oluşsun; işsizi, kayıt dışı çalışanı, çalışma izinlisi, sigortalısı, her statüden kamu çalışanı, meslek sahipleri ve esnafı ile bir bütündür. Bu katmanlardan en çaresiz durumda olanı en iyi durumda olanı aşağıya çeker; bu katmanlar sermayeye karşı dayanışma ve ortak çıkarlar ekseninde birlik olmaları dışındaki her senaryoda teker teker avlanmaya mahkumdurlar!

Bu kaotik algı çarpılması koşullarında, Kıbrıs’ın kuzeyinde emekçi sınıfların durumunu bütünlüklü olarak ve hakkıyla masaya yatırmak için, makale formatının ötesinde bir çaba gerekiyor. Ben bu yazıda emekçi sınıfımızın farklı katmanlarının ortak bir bütün oluşturduklarını vurgulamakla ve özel sektörde çalışan vatandaşların en göze çarpan sıkıntılarının altını çizmekle yetineceğim. Esnafın farklı kesimleri, çeşitli meslek sahiplerinin sorunları, farklı statüden kamu çalışanlarının durumu gibi başlıklar; hem özel noktalara vurgu yapan hem de hepsini aynı emekçi sınıfın ortak çıkarlarına bağlayan boyutları ile kapsamlı olarak ele alınmalıdır. Hem metin olarak hem de siyasal bir program olarak!

Kıbrıs’ın Kuzeyinde Özel Sektör Emekçilerinin Durumu

Kıbrıs’ın kuzeyinde özel sektörde sendikalaşma yasal olarak serbest, fiilen yasaktır. İşyerlerinde patronların kesin bir diktatörlüğü, keyfi ve zorbaca bir baskısı söz konusudur. İşyerleri fikir, düşünce ve ifade özgürlüğünün gasp edildiği totaliter birer küçük devletçik olarak idare edilmektedirler. Aşağıdaki liste yabancı uyruklu işçiler için de geçerli olmakla birlikte özellikle kktc vatandaşlarının yaşadığı mağduriyetler düşünülerek hazırlandı. Yabancı uyruklu işçilerin durumu ise çok daha vahim olarak dayak, zorla çalıştırma, pasaporta el koyma vb. unsurlar içeriyor ve ayrı bir yazıyı dolduracak kadar kapsamlıdır.

Bireysel olarak yasal sözleşme zorunluluğuna rağmen neredeyse hiçbir işyerinde sözleşme yapılmaz! 8 saatlik iş günü, 40 saatlik çalışma haftası fiilen yürürlükten kaldırılmıştır. Günde 4 saati yılda 90 günü aşmaması gereken fazla mesai, yılın her günü ve günde 6 saatlere varacak şekilde uygulanmaktadır. Çalışma günü 11 saate, çalışma haftası 65 saate kadar uzayabilmektedir. İşçiler cumartesi günleri angarya çalıştırılır! Ek mesai ufak tefek istisnalar haricinde büyük oranda ücretsizdir, ek mesai ödemesi yapılan yerlerde dahi bunlar yatırıma dönüşmemektedir. Mesai ile birlikte düşünüldüğünde maaşlar neredeyse her yerde asgari ücretten azdır! Deneme süresi boyunca sosyal güvenlik kurumlarına kayıt yapmamak normalleşmiştir!

Hiçbir iş yerinde iş güvencesi yoktur. Çalışma yaşamı tamamen patronun iki dudağı arasındadır! İşten duruşlarda patronun keyfi gerekçelendirmelerini sorgulayan hiçbir mekanizma yoktur.  Yasal ihbar sürelerine uyulmamaktadır! İhbar sürelerine uyulduğu veya kısmen uyulduğu örneklerde, “yeni iş arama izni” kullandırılmamaktadır! İşçiler iş tanımı yapılmadan keyfi çalıştırılmaktadır! Maaştan çeşitli vesilelerle yasadışı kesinti yapılması rutin bir uygulamadır! İşten ayrılma durumunda son maaşın gasp edilmesi teamül haline gelmiştir!

Hiçbir Sigorta kaydı yapılmadan çalıştırılan işçiler büyük bir kitleyi oluşturmaktadırlar! Sigorta kaydı yapan işyerlerinde yatırımlar ya yapılmamakta ya da düzensiz yapılmaktadır! Düzenli yatırım yapıldığında dahi bu yatırımlar gerçek maaş üzerinden gösterilmemektedir!

Bordro, ücret hesap pusulası vb. belgeler düzenlenmemekte, patron tarafından bu tür belgelerin düzenlendiği durumlarda ise işçilere verilmemektedir! Hiçbir işyerinde düzensiz mesai, gece mesaisi, vardiya kurallarına uyulmamaktadır! Ara, dinlenme ve yemek molası patronun keyfine kalmış bir lükstür! Resmi Tatiller Yasası özel sektörde fiilen yürürlükte değildir! Restoran, bar, otel ve kafelerde yüzdeliklerle ilgili kurallar Yasa’nın tozlu raflarında beklemekte, kimse varlıklarından haberdar olmadığı için, uygulanmadıklarını da kimse fark etmemektedir.

Fiili yıllık ücretli izin düzenlemesi, yasaların çok gerisindedir! Ücretsiz izin uygulaması yaygındır! İzin dönüşü işsiz kalmak sıradan bir durum haline gelmiştir! Zaten yetersiz ve komik olan yasal mazeret izinleri hiç bilinmemektedir! Bir işyeri patron değiştirdiğinde, Yasa aksini söylediği halde işçiler tüm eski haklarını ve kıdemden doğan güvencelerini kaybetmektedirler!

Kadın işçiler yaygın olarak; hamilelik durumunda, doğum iznine çıkarken veya doğum izninden döndüğünde işten atılmaktadırlar. Doğum sonrası izin süreleri dolmadan işe geri çağırarak doğum izninin gasp edilmesi yayın bir uygulamadır. Yasal emzirme izinleri patronlar tarafından gasp edilmiş durumdadır. Kıyafet zorunluluğu olan neredeyse hiçbir iş yerinde soyunma dolabı imkanı sunulmamaktadır! Hastalık izni yasal olarak da kullanılamamakta ve hasta olmak işten kaytarmak anlamına gelmektedir!

Bugün Kıbrıslı Türk işçi sınıfının durumu, 1 Mayıs 1886’da günde 8 saatlik iş günü talebiyle harekete geçen işçilerden pek de farklı değildir. Bu durum, sorunlar kadar fırsatlar ve tehditler bakımından da geçerli. Nasıl ki o tarihte 8 saatlik iş günü mücadelesi ile ayağa kalkan işçiler hem kendi varlıklarının bilincine hem de sosyalizmin yeniden tarif edilmesine vesile oldu; nasıl ki işçi sınıfı kendini inşa ederken siyasal mücadeleyi de yeniden şekillendirdi; nasıl ki bu mücadele modern sendikal anlayışa da iktidarı hedefleyen yeni işçi sınıfı partilerine de hayat verdi; bugün biz de Kıbrıs’ın kuzeyinde benzer bir eşikteyiz. Ya önümüzdeki adımı atacağız ya geriye doğru muhteşem düşüşümüze devam edeceğiz. Atılması gereken adımı atmak için yapmamız gereken ise Kıbrıslı Türk işçi sınıfına acıyıp onun durumuna hayıflanmak değil; toplumu yeniden şekillendirecek yaratıcı enerjinin serbest kalması için taraf olup mücadeleye katılmaktır!

Bu haber toplam 3013 defa okunmuştur
Gaile 492. Sayısı

Gaile 492. Sayısı