
Kabullenmek
Tuğba Özer yazdı: Kabullenmek
“Bir sorunu hiçbir şekilde çözemiyorsan muhtemelen o çözülmesi gereken bir sorun değil kabul edilmesi gereken bir gerçektir!”
Ne kadar zor bir kabulleniş ve yüzleşmedir!
Peki kaçımız hayatında hangi döngüde olursa olsun ilişikte olduğu bu gerçeği kabul edip geri durabiliyoruz?
Ya da kucak açabiliyor muyuz?
Veyahutta gerçekten kabul ettik diyelim, peki içsel yolculukta duygusal olarak bizi yeyip bitiren düşünceler ne alemde?
Kabullenmek kolay mı?
Yaşamın döngüsünde karşılaştığımız her nokta için bu geçerli midir?
“Kabullen, affet devam et mantığı!”
Peki bu kadar kolay mı, ya da yaşla mı ilgisi vardır?
Belirli bir olgunluk mu gereklidir kabul edebilmek ya da sözüm ona o erdeme sahip olmak için…
Yazının en başında vurgusu yaptığımız kabullenmek gerçeği kendi nazarımda kolay olmayan bir durum olsada, çoğu zaman akışa bırakmanın zamanın içerisine yorgunluğu fısıldayabilmenin bir başka halidir bence.
Hayat bizi öyle yorar öyle savurur ki bazen, bir adım ötesi bakarsın yine yorgunluktur ya da bakarsın ki boştur uğraşın ve sözün….
Vazgeçersin sözünden, vazgeçersin adımından.
Bilirsin ki o olay değişmez, hele ki insan hiç değişmez.
Tabii istisnalar kaideyi bozmaz.
Kabullenmek…
Ve günün sonunda anlarsın belki de insanın kendine verebileceği en büyük hediyedir.
Çünkü kabullenmek; pes etmek değildir. Aksine, mücadelenin yönünü değiştirmektir.
Sokrates der ki: “Değiştiremeyeceğin şeylerle savaşma, onları anlamaya çalış.”
Belki de kabullenmek, anlamaya giden yolun ilk adımıdır.
Ama biz insanlar anlamaktansa çoğu zaman direnmeye alışmışız.
Aşkta da öyle; gitmesi gerekeni tutarız, kalmak istemeyeni ikna etmeye çalışırız.
“Sevgi emek ister” deriz ama bazen o emek, yalnızca yorgunluğu büyütür.
Oysa kabullenmek, sevgisizliğe boyun eğmek değil, sevilmemeyi kabul etmektir.
Çünkü bazen en derin sevgi, gitmesine izin vermektir.
İşte orada öğrenir insan; bazen biten bir ilişki, sadece kalbin değil, egonun da törpüsüdür.
Birini kaybettiğinde aslında kendini bulmaya başlarsın.
Çünkü kabullenmek, “artık olmayacak”la barışmaktır.
Ve bu barış, acının içinde büyüyen bir sessizliktir.
İşte işte, orada da benzer…
Yıllarca verdiğin emeğin bir gün karşılık bulmadığını fark ettiğinde, hayatın adil olmadığını değil, senin hâlâ umut edebildiğini anlarsın.
O da bir kabullenmedir: “Ben elimden geleni yaptım.”
Ve o cümleyle birlikte omuzlarından bir yük kalkar.
Çünkü insan bazen çabalarken tükenir, kabullenirken iyileşir.
Nietzsche’ye göre “İnsanın büyüklüğü, kaderini sevebilmesindedir.”
Bu söz, kabullenmenin aslında bir teslimiyet değil, bir sevgi biçimi olduğunu hatırlatır bize.
Kaderi sevmek, yaşanmışlıkların içinden ders alabilmektir.
Çünkü bazen hayat, bize çözüm sunmaz; sadece anlam sunar.
Ve anlamı görebilmek için önce direnmeyi değil, durmayı; değiştirmeyi değil, görmeyi öğrenmemiz gerekir.
Kabullenmek, insanın içindeki savaşı susturmaz belki, ama o savaşa bir isim koyar:
“Olduğu gibi.”
Buda der ki: “Acının kaynağı direniştir.”
Yani, kabullenemediğimiz her şey bizi biraz daha derinden acıtır.
Oysa kabullenmek, yarayı sarmak değil, yaranın varlığını fark etmektir.
Bir şeyin acısını bilmek, o acıyla barışmanın ilk adımıdır.
“Zaman geçtikçe anlarız ki, bazı soruların cevabı yoktur.
Bazı yolların sonu yoktur.”
Bazı insanlar da değişmez.
İşte o an kabullenme gelir; sessiz ama güçlü bir misafir gibi.
Ve fısıldar kulağımıza:
“Her şey olması gerektiği gibi.”
Kabullenmek kolay değildir, ama güzeldir.
Çünkü kabullendiğin anda artık savaşmazsın, sadece yaşarsın.
Ve yaşamanın kendisi bir bilgelik hâline gelir.
Belki de en derin huzur, “neden”lerin tükendiği yerdedir.
Çünkü orada artık sadece “olan” vardır.
Sonuçta, hayat bizi defalarca düşürür, ama her defasında aynı şeyi öğretir:
Bazı gerçekler çözülmez, sadece yaşanır.
Ve insan, yaşamayı kabul ettiğinde iyileşmeye başlar.
Hayat bizi defalarca düşürür, ama her defasında aynı şeyi öğretir:
Bazı gerçekler çözülmez, sadece yaşanır.
Ve insan, yaşamayı kabul ettiğinde iyileşmeye başlar.
Belki de kabullenmek, bir son değil; en sessiz yeniden doğuştur.
“Kabullendiğimiz, ruhumuzu özgür bıraktığımız, kelebekleri gökyüzüne saldığımız yarınlarda buluşmak dileğiyle…
Ruhumuzdaki prangaları kıralım, yüklerimizden arınıp özgürleşelim.”
Satırların yarenliğinde yeniden görüşmek dileğimle…
Sağlıkla ve hoşça kalın…















